M. Uçan, “Hepimize Sunulan Cehennemdir Aslında" (Kurgu Kültür Merkezi - 2014) ve "ĞĞĞĞ TuuuHHH! (En Uzun Gece)” (Kurgu Kültür Merkezi, 2012) adlı kitaplarının ardından yeni öykü kitabı “Bense Ölümden Korkmayacak Kadar Yalnızdım” ile okurların karşısına çıkıyor.
Uçan, Profesyonel Kuşbaz, Kumarbaz, Defineci Hamalı, Arabeskin Üç Ası, 1 Nisan Paranoyası, Azrail’e Bir Çalım Denemesi ve … Atarsa, Dört Yüz Kırk Dokuz öyküleriyle hemen hemen hepsi ergenlik döneminde olan erkeklerin dünyasını okura açıyor. Ya da kadın okurlar için dünyayı dar ediyor. Bilinmez fakat belki erkek okur ve yazarlar için de biraz fazla gelebilir, iyimser bir bakış açısıyla böyle olmasını umuyoruz.
Erkeklik gelişimsel olarak sancılı bir evreden geçiyorsa, biz buna ergenlik deyip gelip geçmesini bekleyebilir miyiz? Elbette bu noktada bireylerin içinde yaşadıkları sosyo-ekonomik ve politik koşullar görmezden gelinemez ancak sancılı koşullar da tek bir cinsiyete indirgenemez. Diğer taraftan temsiller de bireyleri inşa eder. Temsillerin inşa ettiği bireyler zaman zaman kurmacanın sınırlarını gündelik hayata doğru genişletirler. Öyle ki her gün izlediğimiz dizi film karakterlerine bürünen kimliklerle her yerde karşılaşabilirsiniz. Gerçeklikle ilişkili olsa bile karakterler oluşturan metinleri dikkatli bir biçimde okumak gerekiyor. Okumak diyoruz çünkü izlediğimiz, gördüğümüz metinleri okuyor, zihnimizde gerçekliğe büründürüyoruz ve sonunda bunu yaşar hale geliyoruz. Sonra çığlık çığlığa bağıran iletişimcilerin medya okuryazarlığının önemini vurguladıkları makalelerine aklımız kayıveriyor. Ancak konumuz, Bense Ölümden Korkmayacak Kadar Yalnızdım.
Yeraltı edebiyatını sevebilir miyiz, yeraltı sadece erkelerinse. Diğer bir deyişle bolca küfür etmek bir edebi tarz halini aldıysa ve yazarlar bu edebiyat adı altında bolca cinsiyetçi küfürler ederken yeraltı edebiyatını anlamaya çalışmak pek gerekli değil. M. Uçan’ın öykülerinden de tam bu noktada uzaklaşıyoruz.
Kahramanlarımızın hepsi ergenlik döneminde ve yoğun bir gelecek kaygısı içindeler. Bu kaygı haklı bir kaygı elbette, sistem içinde var olmak pek de mümkün görünmüyor. Verili sistem gençler için bir gelecek vaat etmiyor. Kadınlar zaten çoktan Allaha havale etmişler bu kaygılarını, bolca dua edip cennete gitmeye kararlılar. Bir tür teslim olmak da diyebiliriz bu duruma. Ancak erkekler için bundan bahsedemeyiz; onlar daha seküler bakıyorlar olaylara, çünkü cennet de cehennem de hepsi bu dünyada yaşanıyor. İyisi mi erkenden okulu bırakıp bir çaresine bakmak lazım. Hayat zor ve savrulmak da pek kolay, nedenleri var çünkü. Kumarbaz öyküsü buna bir açıklık getiriyor. Kadınlarla yaşamanın o dayanılmaz ağırlığı. Babasından şiddet görmesine rağmen babasıyla özdeşleşebiliyor kahramanımız “Neticede ikimizin de ortak paydası kadınlar; birimiz kadın için diğerimiz kadından kaçtığı için kumara tutunmuştuk.” Tutunmak, kadınlara rağmen tutunmak hayata... Oysa kadın sadece beddua etmekle yetinebiliyorken…
Babaların bir türlü hizaya getiremediği erkek çocukları var Arabeskin Üç Ası’nda. Üç kişi bir araya gelince elbette bir lider de çıkıveriyor. Liderin, otorite sahibi olanın elbette hak ettiği şeyler var ve hak ettiklerini alamadığında isyan etmekte de “haksız” değil. “Sarı saçları ve küçük kalçaları vardı Pınar’ın. Büyüyünce mükemmel yuvarlaklıkta olacaktı, sonra muhtemelen vücudunda gram kas olmayan bir yağ torbasının altına yatacaktı.” Kadınlara nasıl sahip olunacağının bir reçetesi var aslında şu durumda; ya en güçlü olacaksın ya da bedelini ödeyeceksin. 1 Nisan Paranoyası öyküsünde olduğu gibi, “Ayça’yı çok istediği yeni açılan Festa Türkü Bar’a götürmek için para bulmanın derdindeydim. Yoksa her santimi seks kokan o diri bedenine asla sahip olamayacaktım.” Arabeskin Üç Ası ve 1 Nisan Paranoyası’nın talihsiz iki kadınına sahip olmak için bir bedel ödemesi yetiyor isimsiz kahramanlarımızın. Zaten bu kadınların bu erkekler kolayca teslim olması bile büyük bir trajedi erkeklik onuru için. Çünkü Profesyonel Kuşbaz öyküsündeki kız çocuğu için durum daha talihsiz; “Okulu bitirdikten sonra onun da ahmak bir köpek gibi evde oturup zengin ve yakışıklı bir prens bekleyeceğini düşündüm.” Ya prens gelmezse?
…Atarsa, Dört Yüz Kırk Dokuz’da orduda bir asker. Ordu içinde olmanın anlamsızlığı içinde kıvranırken rahatlamaya çalışıyor. Daha doğrusu orada olmayı biraz daha katlanır hale getirmeye çalışıyor. Ne gökyüzüne bakmak geliyor içinden ne de şehrin içinde parıldayan ışıklara. “Onun yerine sessiz gecenin koynunda düzüşen veya iki saat önce düğüne gitmek için dudaklarına kırmızı ruj süren orospu kızları düşündüm.” Aklıma birden tecavüz davaları geliyor. Halbuki kadınlar yıllardır tecavüz vakalarında tecavüzcülerin tecavüzlerini meşrulaştırmak için öne sürdükleri mazeretleri deşifre etmeye çalışıyorlar.
Öykülerde kadınlar uğradıkları tacizler karşında tavırsızlar. Acaba bu tacizlerin farkında değiller mi diye, iyimser bir bakış açısıyla yaklaşmaya çalışıyoruz, ancak ilerledikçe, hayır, Uçan’ın öykülerinde yarattığı kadın temsiller pek de öyle değiller. Onlar tacizden keyif alıyorlar. Azrail’e Bir Çalım Denemesi öyküsünde Aylin çıkıveriyor karşımıza. (Aylin sanırım dünyalı değil.) “Arkalarından dolanıp gerçekten elini kızın kalçasına attı ve kız yanındakiyle gülüşüp kraker cinsinden bir şeyler yemeye devam etti.” Ya da Aylin nasıl durdurabilir ki? İyisi mi daha da ileriye gitmek, çünkü erkeğin dur durak bildiği yok, çünkü sistemin dışında kalmış bu erkekler sadece kadınları “düzmek” için var gibiler. Defineci Hamalı’nda tutunabilmek için define ararken, “… dağın ırzına geçmeye devam ettik” diyen bir erkek güruhunun olduğu bir dünyada yaşıyorlar.
Okurken bir tarafından tutup öykülere tutunmaya çalışıyoruz. Evet belli ki öykülerin bir derdi var. Eğitim sistemiyle, orduyla, yoksullukla… ancak olmuyor. Kadın sorunu bu kadar can alıcıyken ve erkeklik tekrar inşa edilirken… kadınların öykülerde aldığı yer buna bir türlü izin vermiyor. Dolayısıyla bizler, sistemin ötekileştirdiği tarafta yer alırken, bu ötekileri anlamaya çalışıp makul kabuller ölçüsüne indirgediğimizde zaten sistemin bir parçası halini almış olacağız. (YK/HK)
Künye: Bense Ölümden Korkmayacak Kadar Yalnızdım, M.Uçan, Nota Bene Yayınları (2016), Kapak Tasarımı : Erkal Tülek