“Birey dünyayı doğrudan ve tarafsız olarak anlamak yerine, büyük ölçüde içinde yaşadığı toplumun ona kazandırdığı dil ile tanır. Dil, dünyada var olan nesneleri ve algılanan olguları adlandırmayı sağlamanın ötesinde, düşünceyi aydınlatır ve sabitleştirir” *
Türkiye’nin büyükşehirlerinde yaşayıp da yazının akışı içinde örnekleyeceğim ister muhabbet deyin ister taciz, her seferinde dumura uğramışçasına ne yapacağını şaşırmayan Kürt yok denecek kadar azdır. Komşusuna giden annemden tutun da, okula giden kardeşim, üniversiteye giden kuzenim, memleketten gelmiş arkadaşıma kadar bu tacizi yaşamayan yoktur hayatımda. Bu konuşmalardan sıdkı sıyrılan bir tek ben değilim yani.
Neredeyse her yerde, her konuşmada “şivenden anladım doğulu olduğuna”ya getirip sözü ya da “şiven benzemiyor doğululara”dan besleyip muhabbetti; ittire ittire, insanı bıkkınlıkla kahkaha arası duygulara sürükleyen insanlara rastlamadınız mı? Böyle bir muhabbete denk gelmiş de olabilirsiniz, maruz kalmış ya da bu muhabbeti başlatan kişi de olmuş olabilirsiniz.
Şöyle konuşmaların kaç tanesinin içinde bulundunuz? Ben çok bulundum. Bu arada arkadaş çevresi, iş çevresi, lise, üniversite, sokak, hastane, pastane, bakkal, market, çiçekçi aklınıza ne kadar yer geliyorsa her yerde her an bu şekilde taciz edilmeniz mümkün.
“Nerelisiniz?”
“Neden sordunuz?”
“Doğu şivesiyle konuşuyorsunuz da, nereli olduğunuzu merak ettim.”
Bu birinci hikâye. Şimdi ikinci hikâye:
“Nerelisin?”
“Hakkârili”.
“Hiç benzemiyorsun”.
“Hım mm… Enteresan… Daha önce başka bir Hakkâriliyle tanıştınız mı, yani 100 bin nüfuslu Hakkâri’den mesela 70 bin tanesiyle tanıştıktan sonra mı bu kanaate vardınız?”
“Hayır, ilk tanıdığım Hakkârili sensin”.
“Hım mm… mmm… Bu daha da enteresan… İlginç bir çıkarımda bulunma halin var. Gerçekten bayıldım. Yani ilk tanıdığın Hakkâriliye, Hakkârililere benzemiyorsun demek nerden geldi aklına, kurban olayım? “
“Şiven doğulularınkine benzemiyor çünkü”.
“Hımmmm… Asıl şimdi hım mm… ooooo hatta. Daha demin hastanedeki kadın tam tersini söylemişti, tam bir 'doğulu şivesiyle' konuşuyorsun demişti. Önce siz aranızda anlaşın sonra ben konuya girişirim“.
İlk soru, Kürtçe nasıl bir dildir, nasıl yazılır, nasıl okunur, nasıl konuşulur, bu dilin uzantıları nelerdir? Vurgular nasıl yapılır?
Bir Kürt, Türkçe dışında başka bir dili konuştuğunda da doğu şivesi denilen şiveyle mi konuşur? Mesela Macarca konuşan bir Kürt’te doğulu şivesi var mıdır? Doğu şivesi nedir? Şive nedir? Sormazlar mı insana, ne şivesi, neyin şivesi? Aynı dilden mi bahsediyoruz? Aynı dilin farklı üsluplarından mı bahsediyoruz? Ben bulduğum yanıtları paylaşayım sizinle.
Aynı dilden bahsetmiyoruz. Farklı iki üsluptan bahsetmiyoruz, farklı iki dilden bahsediyoruz.
Peki, bana Türkçe mi Kürtçe mi biliyorsun diye sorun. Cevap veriyorum, Kürtçe biliyorum. Çocukluğumdan beri Türkçe konuştuğum halde. Konuşuyorum, konuşabiliyorum demedim ama dikkat ettiyseniz, biliyorum diyorum. Çünkü ben Kürtçe de konuşamıyorum. Ama Kürtçe düşünüp Türkçe konuşuyorum.
Konuştuğum her cümle zihnimde önce Kürtçe olarak beliriyor. Türkçeyi bir dil olarak tanıma şansım hiçbir zaman olmadığı için, zorlamayla öğrendiğim bir dil olduğu için, Kürtçe düşündüğüm cümleleri, Türkçe konuşurken Türkçeye çeviremiyorum. Ve bu da bazı kelimeleri Türkçede anlaşılmaz bir hale getirebiliyor çoğu zaman.
Mesela bir markete girdiğinizde yanınızdaki arkadaşınıza “Çikolata kaldırdın mı” diye sorduğunuzda yüzünüze anlamsız bir şekilde bakabilir. Kürtçe bir cümle içinde “kaldırmak” kelimesi “seçmek” anlamına da gelebilir, cümlenin bağlamına/anlamına bağlı olarak değişir.
Ancak Türkçede seçme eylemi için kaldırmak kelimesini kullandığınızda anlamsızca yüzünüze bakmaları doğaldır. Hangi çikolatayı seçtin diye düzeltmek zorunda kalabilirsiniz. Mesela bir kafede otururken garsona “Pardon, müziğin sesini biraz indirir misiniz” diye sorduğunuzda “Anlamadım” der. Tekrar edersiniz. “Müziği indirir misin” O da şöyle sorar: “Kısmamı mı istiyorsunuz?” Arkadaşınız bir şehirden bir başka şehre gitmiştir. Telefonda “Yetiştin mi” diye sorarsınız. Nereye yetişecektim ki diye şaşırır. “Ulaştın mı” diye sormanız gerektiğini iki gün düşünüp sonra anlayabilirsiniz. Bu arada arkadaşınızın sizi neden anlamadığını da bir türlü anlamamanız mümkündür.
Mesela, “Mı go” dediğinizde bu bir eylemi ifade eder, tercümesi “Dedim, söyledim” anlamına gelir. Cümlenin eylemi “mı go” olmakla beraber eylem cümlenin başında ifade edilir ve ardından cümle eyleme konu olan olayı anlatarak devam eder. Türkçedekinin tersine bir işleyiş bu.
Kürtçe: Mı go, tu çawayi?
Şimdi Kürtçe böyle bir cümle okuduğunuzda ve bunu Türkçeye çevirmeniz istendiğinde şöyle çevirmeniz gerekir “Ona nasıl olduğunu sordum”. Hem konuşma dilinde hem de yazı dilinde böyle çevirmeniz doğru kabul edilebilir. Fakat bir Kürt böyle bir cümleyi Türkçe söylemek istediğinde “Dedim nasılsın?” diye ifade eder.
Konuşmanın devamı şöyledir muhtemelen. En baştan toparlayalım.
Anadili Türkçe olan biri: Ona nasıl olduğunu sordum. İyi olduğunu ama birkaç gün gelemeyeceğini söyledi.
Anadili Kürtçe olan ve baskıyla Türkçe öğrenmiş biri: Dedim nasılsın, dedi iyiyim ama birkaç gün gelmeyeceğim.
Dizilerde Kürtlerin konuşma biçimleri
Bir puşi koy omuzlara, bir şalvar giydir, yüze bir dövme, tamam oldu sana bir Kürt, akabinde, “He babo olmuştur, Berivan gitmiş midir, Cano Ana kan dökmüştür değil mi, töre kan ister” diye korkunç sayılabilecek diyaloglar ve taklitler girer sıraya. İsim sözlüğünden çalınan isimler boy boy sıralanır bir de; Dilan Şilan Cıwan şeklinde…
Ben utanıyorum bu dizi filmleri izlerken; yapımcı adına, yönetmen, senarist, oyuncu, sanat yönetmeni, kostümcü adına… Bu diziler yüzünden hala “sen aşiret misin” diye garip sorular sorabiliyor, hala “on kardeş var mısınız” gibi komik önyargılarla yaklaşabiliyor kimi insanlar Kürt olduğunuzu öğrendiklerinde. Önce iç çeksem de, içimdeki hava aniden boğuk kahkahalara dönüşüyor, utanmasam ağlayabilirim ama yaşasın halkların kardeşliği deyip bir kez daha en baştan anlatıyorum, bakmayın siz bu dizilere diye başlayan cümlemle.
Gelelim bu pek moda olan televizyon dizilerindeki “doğu şivelerine”. Sadece seslerle vurgularla, birkaç yüklemciği sonda değil başta kullanarak Kürtlerin konuştuğu Türkçeyi taklit etmeye çalışan zavallı oyunculuklarla perişan oluyoruz. Dizilerdeki Kürt’e benzemeyen Kürtler tuhaftır ki hiç Kürtçe konuşmuyorlar. Sen kalkıp bir halkın geleneğini, ilişkilerini toplumsal konumunu anlatma iddiasında bulunuyorsun ama ona anadilini dizi filmde bile yasaklıyorsun. Olacak iş değil diye bir cümle kursam peşi sıra herkese komik gelir çünkü tam da yıllardır tüm televizyon anlatılarında olan bu! Ah hele bir de her cümlenin sonuna “değil mi” kelimesini eklemeyi icat edenleri bir bulsam, ah bir bulsam!
Mahsun Kırmızıgül’ün genel hikâyesini yazdığı ve genel yayın yönetmenliğini yaptığı “Benim İçin Üzülme” dizisine gelecek olursak, eh diyalogları ve Kürtçe olmayan bir Türkçeyle konuştuklarını anladınız sanırım. Fakat televizyon temsiliyeti açısından doğrudan Kürtçe konuşulan ilk dizi olduğu için iyi niyetin asla esirgenmemesi hatta cesaretlendirilmesi gereken bir televizyon yapımı.
Dizideki Kürtler Kürtçe, Lazlar Lazca konuşabiliyor. Bu dizideki karakterlerin diyaloglarına dikkat ederseniz, karakterler anadillerinde konuşunca diyaloglar daha akıcıyken, anadili kesintiye uğradığında diyalogların yarattığı etki de kesintiye uğruyor. Ama hiç değilse arada bir de olsa, Buké karakterinin kırılgan Kürtçesini duymak Niyazi’nin duygu durumunun en üst noktasında anadili Lazcaya sığınması acaba dedirtiyor.
Acaba bir umut var mı? Acaba böyle yapımlar çoğalır mı? Acaba hikâyelerin içindeki hayal kahramanları anadillerini konuşabilecekler mi? Acaba biraz biraz insafa gelen sinemacılar, televizyoncular mı var?
Sözün sonu; halkları başka dilde konuşmaya zorlamak, onların dilini yasaklamak, anadillerini öğrenmelerini engellemek aslında imkânsızdır. Siz onların konuşmasını yasaklasanız da kendi anadilinde düşünmesini engelleyemeyeceğiniz için ondan anadilini alamazsınız. Sadece sizin dilinizi öğrenemez ve siz de onun dilini. Bu ise halklara yapılan en büyük haksızlıktır.
Dünya Anadili Gününüz kutlu olsun! (DÖ/NV)
* Deniz Zeyrek (DER.) Söylem Üzerine: Söylem ve Toplum, Ankara: Metu Press Yayını, 2003, s.27