Hüseyin Edemir, bir polis kontrolü sonrası arandığını öğrendi. Bir hata vardır bu işte deyip ertesi gün bırakılacağını düşündü. Ama öyle olmadı.
31 Ocak 2010'da göz altına alınan Hüseyin 1 Şubat 2010 tarihinde kendisine isnat edilen yasadışı sol bir örgüte (DHKP-C) üye olma suçlamasıyla tutuklandı ve o günden beri F tipinde..
17 aydır F Tipinde yatan Hüseyin, bu süre zarfında yalnızca dört defa mahkeme karşısına çıkartıldı. 8 Mart 2011 tarihli son duruşmasında savcı, Hüseyin' in örgütle bağlantısına işaret eden inandırıcı delil, tanık ya da eylem olmadığını ortaya koydu.
Dahası yine aynı savcı, davanın zaman aşımını doldurduğunu sayfalarca süren mütalaası ile dile getirdi ve Hüseyin' in beraatını istedi. Fakat, savcının söz konusu beraat talebi mahkeme heyetince reddedildi.
Hüseyin, halen F tipinde ve 23 Haziran' da gerçekleşecek bir sonraki duruşmasını bekliyor.
Hüseyin' in söz konusu tutukluluk durumuna uzunca bir süredir tanık olan bizler, söz konusu tutukluluğun kendisinin bir cezalandırma biçimi olduğunun farkındayız.
Benzer biçimde, yargı sürecinde yaşanan söz konusu keyfi tutuklamaların ve tutukluluk süresinin uzunluğunun sadece Hüseyin için değil birçok yurttaşı kimi zaman mağdur kimi zaman tehdit eden bir işleyiş olduğunun da gayet bilincindeyiz.
Ahmet Şık'ın başına gelenler ve cadı avına dönüşen KCK operasyonları halen zihinlerde.
Söz konusu işleyişin kendisi, bir taraftan toplumun genelinde "her an alınabileceği" endişesinin yayılmasına neden olurken, diğer taraftan az çok muhalif olan/düşünen insanların muhalif kimliklerinden korkmasını da beraberinde getiriyor.
Tam da bu noktada, 5 Ocak 2011'de Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde (ODTÜ) gerçekleşen "Başkaldırıyoruz" eylemi nedeniyle 10 yıla kadar hapis cezasıyla yargılanan 117 öğrenciden biri olan ODTÜ Sosyoloji Bölümü ikinci sınıf öğrencisi Merve Ergün'ün "ben şu an toplam 20 yıl hapis cezasıyla yargılanıyorum ve korkuyorum!" sözlerini, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Yüksek Lisans öğrencisi Nejat Ağırnaslı'nın evine yapılan polis baskınını ve kendisinin ders programının nasıl "örgütsel doküman" olarak değerlendirildiğini hatırlamakta fayda var.
Ne yazık ki bu ve benzeri gözaltılar, yargılamalar ve tutuklamalar çoktan münferit olmaktan çıkmış, muhalif olan ya da olmayan bir çok yurttaş kendinden şüphe eder hale gelmiştir.
İşte bu noktada, Hüseyin'in, Merve'nin, Nejat'ın ve birçoklarının başlarına gelenlere tanıklık eden bizler daha önce Ahmet Şık'ın tutuklanması sonrasında yayınlanan Zaytung haberini gerçekleştirircesine -söz konusu haberde evlilik ve kariyer planları yapan genç olası bir Ergenekon soruşturmasını aradan çıkarmak ve ironik bir biçimde göz altı tarihini erkene aldırmak için savcılığa dilekçe vermektedir- ve gülümseyen yüzlerimizle "beni de al!" demekte, herkesi kendisini son dönemlerde fazlasıyla hissettiren ve artık üzerimize sinen korku iklimini dağıtmaya çağırmaktayız:
Eğer maddi delil olmaksızın -ders notları da buna dahil- bir şüphe durumu ile her birimizin evlerine baskınlar yapılacak, katıldığımız herhangi bir eylemden dolayı onlarca yıl hapis cezası ile yargılanacak ya da Hüseyin gibi daha suçumuzun ne olduğunu bilmeden yıllarca F tiplerinde kalacak isek lafı daha fazla uzatmadan peşinen söylüyoruz:
"Bizler de suçluyuz! O halde, beni de, yani bizi de alın!" (MA/ŞA)
* Mustafa Akçınar, Hüseyin'e Özgürlük İnisiyatifi