Aşk’a...
Her zorluğa rağmen kıyıda köşede tutunmaya çalışan, alışveriş merkezine dahil olmamış bir sinema salonun geniş perdesine kocaman “18+” uyarısı düştü önce.
Ne garip; 17 yaşında kendi kimliğini ve cinselliğini keşfetmeye çalışan Elio’nun hikayesine tanıklık etmek onun yaşıtlarına yasak bu coğrafyada...
İtalya’nın kuzeyinde yaz mevsiminin miskinliğini aşkın heyecanı ile harmanlayabilen gençlerin bu topraklardaki yaşıtları, vazgeçtik deneyimlemeyi, başka birisinin yaşadığı deneyimi dahi seyredemiyor.
Çünkü her daim baskılanmaya çalışılmıştır bu topraklarda cinsellik.
Yaz aylarının küçük kaçamaklarına müsamaha gösterilebilecek, onaylanmasa da göz yumulacak sınırı ise muktedire hayran Zerrin Özer çizer: “Eline değer safça elim”…
Ve bilinmelidir ki, bu lanetli topraklarda, “hanımeli kadar beyaz”lığa mahkûm edilen genç kadınların bir erkekle öpüşmesi sevgiye hüznü getirir daima.
Daha ötesi yoktur!
Hele ki iki erkeğin birbirlerine yönelen tutku dolu cinselliğinden zinhar söz edilmez. Dost sohbetlerinde bile bahsi geçmez. Konudan söz açmaya kalkışanlar inceden süzülür, alaya alınır, susturulur. Çünkü bakmamanın, görmemenin, ses vermemenin hiçliğine terk edilmiştir eşcinsellik.
Bir zamanlar eşcinsellerin hak ettikleri özgürlüğe ulaşmalarının güvencesinin yasal olarak tanınacağına dair sözler verenler ise, uzun bir süredir LGBTİ’lerin kısıtlı haklarına dahi tahammül edemez noktadadırlar.
Anne ve baba Perlman
1983 yazında, antik heykellerin denizden çıkarıldığı, doğanın yaşamı müjdelediği, devasa ağaçların kuytuluğunda gizlenmiş durgun suların cinselliği vadettiği bir coğrafyada 17 yaşında bir genç kız arkadaşı Marzia ile özgürce flörtleşmektedir.
Elio ve Marzia, adına Türkiye denilen cennet ve cehennemde çok az kişinin deneyimlediği gibi biraz çekinik, biraz ürkek ama çokça sevgiyle birbirlerine tanıştırmaktadırlar bedenlerini, gizlerini, geleceğe dair umutlarını.
Ama hayat, hiç beklenmedik bir anda insanı yakalar. İşte Oliver, bu hayatın mutluluk kadar hüzün, sevinç kadar acı veren o sürprizidir.
Elio ve Oliver, antik Yunan’ın beden tasvirlerinin günümüz temsilcileri olarak açarlar birbirlerine tutkularını. Oliver’in dilinde Elio’nun şeftali tadı, Elio’nun derinlerinde Oliver’in varlığı…
Elio ve Oliver, aşkların, eğer yaşanacaksa farklı cinsten iki kişi arasında yaşanabileceğine iman edilmesinin istendiği bir uygarlık öğretisinin aksine birbirlerinde doğallığı, tutkuyu, ürkekliği, çekişmeyi ve sınırsızlığı da keşfederler.
Öte yandan teslim etmek gerekir ki, birlikte yaşanan bu özgürleşmenin fitilini Elio’nun annesinin, konuşmamanın aslında ölüm olduğunu aktaran o sözleri ateşlemiştir: “Konuşmak mı daha iyi, yoksa ölmek mi?”...
Kırılan her kolun yenin içerisinde kalmasının öğütlendiği lâl olmuş bir cehennemde yaşayan bizleri belki de bu nedenle daha çok sarstı bu sözcükler.
Belki de her birimizin yaralarla yüzleşip iyileşmek yerine, kendimizi tarumar edip 30’lu yaşlarda ölmemiz ve çevremizdekileri öldürmemiz nedeniyle baba Perlman’ın Elio ile yaptığı o müthiş konuşma (monolog) canımızı daha derinden yaktı, gözlerimizi yaşa boğdu.
Ama...
Ama hayat da, sanat da eleştiriden muaf değil.
Öyle ya film boyunca perdede Elio ve Oliver’ın kusursuz aşkına tanık oluyoruz. Çünkü yönetmen aşka övgüyü, yer yer bir (eşcinsel) aşk idealizasyonuna dönüştürmüş durumda.
Dahası 80’li yılların toplumsal ilişkilerinden soyutlanmış, zamansız, adeta cennetvari bir ortamda geçiyor hikaye. Elio’nun ailesinin bir burjuva ailesi olduğunu fark ediyoruz ama ötesine dair tek kare görülmüyor.
Daha önemlisi Oliver ile Elio’nun arasında var olan statü ve yaş farklılığının yaşanan aşka taşıyacağı iktidar sorunlarından eser yok.
Ve belki de en kritiği; Oliver ve Elio’ya aşık olan kadınların hepsi teferruata indirgenmiş durumda.
O zaman sormak gerekmez mi: Eşcinsel aşk, diğer aşklardan farklı olarak toplumsal ilişkilerden azade mi yaşanmaktadır?
Ve dahası; (eşcinsel) aşıklar, kendi aşklarının ateşinin harlanması için kendilerine aşık olan başka (heteroseksüel) kişileri harcama haklarına sahip midirler?
Sözün sonu
Herkesin adıyla çağrılacağı bir dünyada aşkı yaşamak umuduyla... (OE/ÇT)