*Fotoğraf: Pixabay.
Cahit Sıtkı, Diyarbekirli Pirinççizade ailesinden Sıtkı Beyin oğlu ve 1910 Diyarbekir doğumludur. Cahit adının önünde Hüseyin de vardır ama hayatı boyunca hemen hiç kullanmamıştır.
Babası Sıtkı bey 1934 yılında soyadı kanunu çıktığında pirinç işinden çok zarar edince kızarak aile ünvanı olan "Pirinççi" soyadı yerine çiftçi anlamına gelen "Tarancı" soyadını tercih etmiş.
Diyarbekirde ilkokul sonra İstanbul'da Saint-Joseph, Galatasaray ve Mülkiye. İkinci dünya savaşı hemen öncesi Paris yılları...
Malum, Cahit gibi edebi ünü hayli olan şahsiyetlerin biyografik bilgilerine ulaşmak kolay. Bu sebeple buradan asıl konuya geçmekte yarar var.
Tarancı'nın epey sanatçı tarafından da bestelenerek yorumlandığı "Abbas" şiirini ve hikâyesini bilirsiniz...
6 Temmuz 1942'de Balıkesir / Burhaniye'de yedek subay askerken yakın dostu Ziya Osman Saba'ya yazdığı mektupta şiirin ilk hâli bir bölümde şöyledir ;
"Akşam diyorduk işte oldu akşam.
Kur bakalım soframızı;
...
-Böyle istiyor Cahit!
...
Gençliğimi yenibaştan
Yaşamak lâzım
Değil mi Abbasım?
Değil mi?
Bütün gençliğimi!"
Sonra 19 Eylül 1942'de İnkilapçı Gençlik Dergisi'nde, Mayıs 1945'te de Yücel Dergisinde bugün bilinen hâline dönüşür şiir. Bir de hikâyesi var tabii ki Abbas'ın, o da 30 Temmuz 1944'de Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanır.
Bir Abbas düşü hep vardır hafızasında zaten. Abbas'ın hikayesinin girizgahında bunu anlatır zaten:
- Vaktiyle, memleketin birinde hüküm süren bir padişah oğlu, rüyasında gördüğü güzeller güzeli bir kıza âşık olur ve sevgilisini bulmak ümidiyle yollara düşer. Bir kuyunun yanından geçerken, takatten düşmüş, ak saçlı bir ninenin kuyudan su çekmeye uğraştığını görünce dayanamaz, koşar, ninenin suyunu çeker. Buna son derece memnun kalan nine, şehzadenin sırtını okşar ve saçından kopardığı iki teli ona vererek der ki: 'Oğlum, başın darda kaldığı zaman, bu iki kılı birbirine sürersin; bir dudağı yerde, bir dudağı gökte bir arap çıkar karşına! Korkmayasın. Adı Abbas'tır. Karnın mı acıkmış; -Abbas, demen kafi. Derhal sana mükellef bir sofra kurar. Yırtıcı hayvanlar arasında mı kaldın? Abbas'tan başka kimse kurtaramaz seni. Uykusuz gecelerde yârin hicranı ile mi yanıyorsun? Abbas ne güne duruyor? Sevgilini ne kadar uzakta olursa olsun, alıp getirir seni şad eder. Bu iki kılı iyi muhafaza et oğlum. Onlar sayesinde selamete çıkacaksın.
İşte mesel bu ya! Kimi zaman gerçek hayatta da karşılığı olur meselden çıkagelen Abbas! Yedek Subay olarak göreve başladığı birliğinde komutanı "kendine bir emireri seç" der Cahide! Alır erat defterini önüne Abbas oğlu Abbas'da gözü de aklı da kalır. Çağırtır!
Mardin ili Midyat ilçesi Cobin köyünden bir eli sakat olduğu için askerlik yaşı geçerek askere alınmış ihtiyat askeridir Abbas. Gözü tutar Cahidin Abbas'ı ve o günden sonra adeta eli, kolu her bir şeyi olur Abbas...
" 'Abbas' demem kafiydi! Gaipten çıkar gelirdi" der emireri Abbas için.
Hikâye edebiyatçının yazdığı gibidir ve bilinendir. 1930'lu yıllarda İstanbul'da Mülkiye'de öğrenci iken (mülkiye o yıllarda henüz Ankara'ya taşınmamıştır) Diyarbekir'den Nümune-i Terakki-i Hamidî Mekteb-i İptidaisi'nden (ilkokul) arkadaşı edebiyatçı Vedat Günyol ile sıkça görüşmektedir. Beşiktaş'taki evlerine de yine sıkça gidip gelmektedir.
Aşıktır, yıllar sonra sadece Abbas şiirinde dile geldiği gibi değil! "Yalan" şiirinde de varlık bulmuştur aşkı;
"Ne var sanki park olduysa eski mezarlık?
Yalandır; yıllar falan geçmemiş aradan;
Sen bermutat ondört yaşında, ben yirmibir.
Güzelsen, âşıksam, alışmalısın artık.
Bahar geldi işte, düğünümüz ne zaman?
Ubeydullah Efendi daha ölmemiştir..."
Ubeydullah Efendi devrin İstanbul evlendirme memurudur, Beşiktaş'taki Abbasağa mezarlığı ise parka dönüştürülmüştür.
Hep ilk ve tek sevgilidir sanki dizelerde ifadesini bulan. Nitekim Burhaniye'den sonra Ilıca'dan üç ekim 1942'de Ziya'ya mektubunda; "Fakat nerde Beşiktaş'taki sevgilim? Onun üzerine yoktur ve olamaz. Bu işe (yaşamak, şiir v.b...) onu sevmekle başladım, onu sevmekle bitireceğim."
Sonra, Abbas şiirinin son hali şöyle olur;
"Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun, işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı,
Dinsin artık bu kalb ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce,
Bas kırbacı sihirli seccadeye
Göster hükmettiğin mesafeye
Ve zamana
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan,
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan."
Ve Abbas'da aslında şiir üzerinden edebi meramını da dile getirir:
- Burada 'Abbas' insanoğlunun heyhat ki, sık sık başvurmaya mecbur kaldığı hayal'i temsil etmektedir. Şiiri ona göre okumalı. Kafiyeli olması şundandır: Abbas, benim söylediklerimi ses olarak aynen tekrar etmektedir, benim aks-i sadamdır. Vezinsizdir, zira verdiğim emirlerin harfiyyen yerine getirilemeyeceğini biliyorum, müdrikim. Zaten aks-i sadalarda aynı cümle bütün uzunluğu ile tekrar edilmez de, yalnız son hecenin tekerrürü kuvvetle duyulur. Vezinsizliği icabettiren diğer bir sebep de, hayatla hayal arasındaki uçurumdur, bu uçurumun şair tarafından duyulması ve duyurulmak istenmesidir...
Tabii ki sadece Abbas şiirinde değil, bütün şiirlerinde de öyle iddialıdır ki; yine en yakın sırdaşı ve onun dilinden en iyi anlayanı Ziya Osman Saba'ya diyor ki;
Ziya'cığım, Rimbaud'yu, yahut Baudelaire'i, Verlaine'i, Malarme'yi tatmak için, onların ruhunu şad etmek için, kari (okur) alelâde bir kimse olmamalıdır. Mesela onların kari'i Türkiye'de Ahmet Hamdi, Nurullah Ataç, sen, ben ve daha bir kaç kişi olabilir. Tabii bu kadarcık bir meziyetimizi söylemek böbürlenmek filan sayılmaz...
Ziya'ya Burhaniye'den ilk mektubunu 11 kasım 1941'de, son mektubunu da 19 Temmuz 1942'de olmak üzere toplam 15 mektup yazar.
Hem çok mektup yazar, hem de çok mektup alan olur koca Burhaniye Alayında. "Alay'da benden fazla mektup alan yok..." diye yazarken bir de postacı edebi güzellemesi yapar.
Yıllar, yıllar sonra Antonio Skarmeta'nın Neruda'nın Postacısı Jimenez'i anımsar sanki okur...
Divan şiirine Yahya Kemal kadar vakıf ve âşık olaydım, günümüzde kendisine kasideler yazacağım sayısı sınırlı adamlardan biri de Postacı olurdu. Maddi ve Manevi yalnızlığımı bir düğün kalabalığının neşesine ulaştıran bütün güzel haberleri ondan alıyorum.
Şimdi okur merak edecektir, peki bunca dil dökülen uğruna adeta edebi varlık sebebi gibi "mısra dökülen-dizilen" şair aşkı kimdir?
Metnin girişinde Beşiktaş'taki Diyarbekir'den çocukluk arkadaşı Vedat Günyol'dan ve onların evine sıkça gittiğinden söz etmiştim. Vedat Günyol, Diyarbekir'li Cemilpaşazade ailesinden ve Cemilpaşa'nın torunudur.
İşte Cahidin "Beşiktaş'taki Sevgili" diye üzerine mısra döktüğü Mihrimah Hanım Vedat Günyol'un kızkardeşidir.
Şair ruhu işte açamamış, açılamamış, dile getirememiştir aşkını. Belki şairce duygusallığın, doğululukla vakurluğu da bu olsa gerek. Acaba ne derler, nasıl sonuçlanır diye.
Bir yanda karasevda misali ilk aşk, gönül yangını; diğer yanda memleketten süre gelen bir kadim arkadaşlık, bir kadim dostluğun tezahürü.
Ya aşkın itirafı beraberliğe dönüşmese, işte asıl felaket orda. Arkadaşlık da bitebilir. Bir de bilenler bilir ki; Diyarbakır'da arkadaşın kız kardeşine kendi kardeşin gibi bakacaksın. Başka gözle bakılmaz.
Sevdalandın mı, sevdanı yüreğine hapsetmeyi bileceksin. Kuraldır bu. "Arkadaşın bacısidır ha!..."
Yıllar sonra Paris'te anlatır Vedat Günyol'a Cahit Sıtkı Tarancı. Kız kardeşine aşık olduğunu ama itiraf edemediğini!
Vedat Günyol anlatıyor; "Paris'teyiz. Ben hukuk öğrencisiyim; Cahit ise Türkçe yayınlar kuruluşunda spikerlik yapıyor.
Bir akşam körkütük sarhoşuz. Champs-Elysees'de yürüyoruz. Cahit nara ata ata şiir okuyor. Bir ara durdu ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ne oldu dememe kalmadan boynuma sarıldı. O sırada bende ağlamaya başladım.
'Ne o yoksa çocukluk arkadaşın mı öldü' dedim.
'O benim çocukluk arkadaşım değil ilk aşkımdı. Ben senin kardeşine aşıktım. O yüzden Beşiktaş'taki evinizden dışarı hiç çıkmıyordum' dedi!
'Ama ama nasıl olur' deyip şaşkınlıkla yüzüne baktım.
Tam bir Diyarbakırlı gibi, aşkını hiç belli etmemekten duyduğu gurur vardı yüzünde. Elinde kalan tek şey o olmuştu sanki. Çünkü kızkardeşim Mihrimah çoktan Cemilpaşazadelerden Doktor Cemil ile evlenmişti. O süre içinde ne ben, ne de Mihrimah kuşkulanmamıştık. Bu kez kızma sırası bendeydi. Cahidin yakasından tutup 'Niye söylemedin bana ulan' diyerek yumruklamaya başladım. Sonra birbirimize sarıldık ve hıçkıra hıçkıra ağladık."
Cahit 1956'da henüz 46 yaşındayken öte yakaya göçer. Memleketin "şark bülbülü" ünvanlı sanatçısı Celal Güzelses ise Cahit'ten bir kaç yıl sonra 1959'da hayata veda eder.
Ve tam Cahidin Abbas şiirine, bir de aşkına denk düşecek iki dize bırakır ardında şarkının sözlerinde varlık bulan...
"Ben seni gizli sevdim
Bilmedim alem duyar..."
Not: Burhaniye 2. Kitap Fuarında 22 Ağustos akşamı kapanış etkinliği olarak Cahidin Abbas hikayesini anlatacaktım. Olmadı! Eşimin covid 19'a yakalanması nedeniyle gidemedim. Gidebilseydim yukarıdaki yazı çerçevesinde konuşacaktım...
20 Ağustos 2021 Diyarbekir
(ŞD/PT)