Başlıktan anlaşılacağı üzere karışık bir yazı. Bugün her şey karışık. Günlüğüme yazıyorum olmuyor. Mektup yazıyorum olmuyor. Ağlıyorum hiç olmuyor. Evden çık, gel, yoksa biz geliyoruz diyorlar. Kendimle kalmak istiyorum. Gelmeyin ve bana başın sağ olsun demeyin diyorum. Başım sağ olmasın. Ağıtçı kadınlar gibi başımı duvarlara vurup, saçlarımı yolmak istiyorum. Beceriksizim işte. Tek becerebildiğim yazıp kendimden uzaklaşmak.
Başlıktan hareketle yazayım. Yoksa hiç yazamayacağım. Başlıktaki ben, benim. O, geçen sene tesadüfen tanıştığım kuzenim. Biz, biziz işte. Duygusuzlaştırılanlar. Evrim, bana bacılık yapan. Min Dit ise sahipsizleştirilmeye çalışan bir film.
Ben, Türk ve Alevi bir ailenin kızıyım. Siyah-beyaz, tek kanallı televizyonun karşısında "Anadolu'dan Görünüm"ü seyrediyorum. Spiker, kökleri kazınacak, diyor her hafta. Terörist denilen bu insanların kimler olduğunu, neden ölmeleri ve öldürmeleri gerektiğini anlamıyor çocuk aklım. Kendi kendime konuşurken, arkadan babamın sesini duyuyorum. "Onlar Kürt!"
Lisedeyim. Kürt arıyorum sorularımı cevaplandıracak. Gecekondu da olsa oturduğum semt Çankaya olunca lisem de Çankaya'da oluyor. Kürt bulamıyorum doğal olarak.
Üniversitedeyim. Kantinde gelişi güzel oturmuşuz. Aynı masada ben dâhil dört kişiyiz. Türkçe konuşuyoruz. Bir farkımız yok gibi. Kökenlerimize indikçe tek Türk'ün ben olduğum anlaşılıyor. Diğerleri Kürt, Çerkez ve Ermeni. Çerkez ve Ermeni parçalanmışlıklarından bahsediyor. Kürt, "Köyümüz yakıldı. Tek yaşayan benim." diyor. Anlatıyor ama aklım almıyor. Kafam ve duygularım karışık. O'nu görünce nasıl davranacağımı bilemediğim için uzak duruyorum.
Üç, beş ay geçiyor. Elimde bir fotoğraf. Madımak Oteli'nin üst katında, koridorda yan yana oturan kadınlar. Fotoğraftaki kadınlar içinde tek yaşayan benim. Soluğu kantinde alıyorum. O Kürt'ü soruyorum. "Gitti" diyorlar. O'nu anlamak ve hissetmek için illâ alevlerin içinden çıkıp gelmem mi gerekiyordu? Yan yana yaşarken bizi kör ve sağır eden neydi?
Evrim, kalemiyle kör ve sağır hallerimize karşı bir çığlıktı. "...Bir ağıt mırıldanalım önce, bu ülkenin dereleri, dağları ve 20 yaşındaki çocukları için. Hiçbir şey yapamıyorsak eğer... Ölenlerin tümünün insan olduğunu, o taraftan bu taraftan fark etmez... ölenin üniformasına aldırmadan tabutunun altına girelim. Hep beraber kaldıralım cenazeleri..." Bir daha tabut taşımamak için yazıyordu Evrim.
Evrim'le beni ortak acılarımız yan yana getirmişti. Tek bir kere ağladık. İnadına güldük. Köyünü anlattığı, "Her Dağın Gölgesi Denize Düşer" kitabını yazıyor, bir taraftan da Min Dit'in çekimlerini takip ediyordu. Kitap basılıp film gösterime girdiğinde öleceğini hissediyordum.
Vefat etmeden üç dört gün önceydi. "Evrim, Min Dit'le ilgili yazmış" dedi bir arkadaşım. "Yazamaz ki!" dedim. Şaşkındım. Son günlerini yaşıyordu. Yataktaydı. Nasıl içerlenmiş ki, yarı ölü bedenini bilgisayarın önüne getirip içini dökmüş.
Son yazısında, filme yönelik eleştirilerin dozunun nasıl kaçıp filmin sahipsizleştiremeye çalışıldığını yazmış. Eleştirilerden biri de filmde anne ve babası JİTEM tarafından öldürülen iki çocuğun sokağa düşecek kadar nasıl yalnızlaştırıldığıyla ilgili. Eleştiri yapılıyor da eleştirinin muhatapları dinlenmiyor. Dinlense, eleştirilerin içeriğinin boş olduğu görülecek. "Filmde kimse çocuklara yardımcı olmuyor demek zaten doğru değil. Film çocuklara yardımcı olabilecek herkesin nasıl yok edildiklerini gösteriyor ve bu yüzden sokağa düşüyorlar." *
Min Dit'in 2 Nisan'da Ankara'daki galasına kuzenim ve arkadaşlarımla gittim. Başlıktaki O, galaya birlikte gittiğim üçüncü kuşak kuzenim. Varlığından haberdardım bu kuzenimin. Babası milletvekiliydi. Benimki ise kapıcılıktan kovulma inşaat işçisi. Burjuvaziye alerjim var ideolojik ve duygusal boyutta. Yaklaşmadım yanına.
Geçen sene Türk filmlerini aratmayacak şekilde tanıştık. Sevdik birbirimizi. Tek kaygım Kürtlere bakış açısı. Kürtler, ilişkilerimi pamuk ipliğine bağlayan bir eşik benim için. Bakış açısı insani gibiydi ilk başta. Filmi seyretmeye gitmeden bir hafta önce tartıştık.
Üniversitede hoca. Üniversitede yapılan bir eylemde Kürt öğrenciler dini ağırlıklı söylemlerde bulunmuşlar ve pankart asmışlar. "Bu Kürtler çok dinci. Artık Kürtlerle işim olmaz." Bir iç çektim. "Farkında mısın, Çankaya'da oturan tipik burjuva bir Türk gibi konuştun." dedim ve kendimce bölgenin gerçeklerini anlatmaya çalıştım.
Filmdeyiz. Bitti ve yavaş yavaş dışarı çıkıyoruz. Kuzenimin ağlama sesini duyuyorum. Kapının arkasına çekip sımsıkı sarılıyorum. Film boyunca da ağlamış ki gözleri kıpkırmızı. Ağlıyor, bir taraftan da "Bu kadar acı içinde yaşanmaz" diyor. Saçmaladığını, insanca bir yaşam uğruna mücadele verebilmek için yaşamamız gerektiğini anlatıyorum. "İyi o zaman ben Diyarbakır'a gideceğim." Kuzenim sokak çocukları üzerine çalışan sosyal çalışmacı. Gülüyorum ve "Bir daha sana burjuva demeyeceğim" diyorum.
Min Dit, Fırat'ın öte yakasını hissettirmişti biz duygusuzlaştırılanlara. Min Dit neyi anlatıyordu ki bu kadar etkilenmiştik. "Min Dit ilk önce Kürdistan'da yaşanan savaş dönemini anlatıyor. Savaş dönemi ne demek ve neleri yanında getiriyor? Köy yakmalar, göç, yoksulluk, Hizbullah, koruculuk, ajanlar, varoş hayatı, psikolojik savaş... Bu liste insan üzerinde travma yaratacak daha binlerce şeyi sayarak devam edebilir. İşin kötüsü, bu dönem hâlâ bitmedi. Peki sömürge olan böyle bir bölgede insanlar nasıl şekillenir? Böyle yoğun ve çok çaplı bir savaş insanları nasıl değiştirir?"*
Miraz Bezar, Almanya'daki sinema eğitimini 2004 yılında tamamladıktan hemen sonra Diyarbakır'a gelip yerleşir. Ve ilk uzun metrajlı filmi olan Min Dit'i çekmeye başlar. "Neden savaş dönemi ve neden faili meçhul cinayetler derseniz, sorunun cevabı benim için çok net. Çünkü anlatılmasında çok geç bile kalındı. Bir gidin Diyarbakır'a, sorun insanlara nasıl ve neden Diyarbakır'a gelmişler. Herkesten acı bir hikâye duyacaksın. Bir Kürt olarak buna duyarsız kalamazsınız, kalmamalısınız. Ne yazık ki, Türkiye'de kimse gerçek anlamda Kürdistan da yaşananlara kulak vermedi."*
Filmi çekmek için hazırlıklara başladığında Miraz'a, "Bu filmi çekmek g... ister." demişler. Şimdi benden ilk ve son defa duyacağınız küfürlü bir kelime kullanacağım. Kusuruma bakabilirsiniz. Bu filmi seyretmekte g... ister. Neden mi? Min Dit, salonda seyredilip çıkılacak bir film değil. Bitmiş bir film değil çünkü. Oyuncuları ve sahnesi halen Diyarbakır'da. Yüzleşebilecek cesaretiniz varsa buyurun seyredin. (ED/BB)
* Miraz Bezar ile Günlük Gazetesi adına yaptığım söyleşiden alıntılar.