11 yaşında okulu terkedip "sıfırdan" ticarete atılan Vanderbilt'in bu "delilik" itirafından daha da ünlü olan ise şu cümlesi: "Toplumun Allah belasını versin. Ben hissedarlarım için çalışıyorum."
Günümüzde "toplumsal sorumluluk" makyajı ve "etik ilkeler" cilasından suratı tanınmaz hale gelen şirketlerin bu sözleri nasıl şiar edindikleri çıplak gözle hemen görülmeyebilir. Ama tek amacı kâr etmek olan ve sadece hissedarlarına hesap verenlerin başka türlü düşünmesi mümkün de değildir.
Peki bir devlet bunu şiar edinecek olursa ne olur? Edinebilir mi? Yani, "Toplumun Allah belasını versin, ben hissedarlarım için çalışıyorum" derse? Devletin "hissedarları" var mıdır ve varsa kimlerdir?
Bu soruların cevapları bir yana, bugün dünyanın her yanında genel kabul gören şey, "serbest piyasa ekonomisi" ile "demokratik sistem" arasında kopmaz bir bağ olduğudur. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin programında da adı geçen "demokratik piyasa toplumu"nda, arz ile talep arasında "özgürce" oluşuveren fiyatlarla ticaret yapan kuruluşların rekabet güçleriyle kendi ayakları üzerinde durması esastır.
Bu, devletin ticari faaliyetlerden elini çekip asli görevi olan toplum hizmetine yönelmesi anlamına mı gelmektedir? Bugünün şirketler dünyasında, o şirketler toplumu Allah'ın belasına havale edip hissedarlarına çalışırlarken, devlet de bir denge unsuru olarak topluma mı çalışmaktadır? Onun hissedarları, "vatandaşlar" mıdır?
İmalat sektöründen farklı olarak küçük işletmelerin çok yaygın olduğu tarım sektöründe, "serbest piyasa" politikaları ile "bir türlü yeterince verimli olamayan" (bu "verimli" lafı daima "kârlı" anlamında kullanılmaktadır) küçük üreticiler arasında bir çelişki bulunmaktadır. Serbest piyasa politikalarını uygulamaya çalışan bir devlet için de, zengin olanın daha da zenginleşmesi, orta halli çiftçilerin ise toprağını satıp ekmeğini şehirde aramaya gitmesi ya da büyük tarım işletmelerinin taşeronu haline gelmesi, sadece olması gerekenin olmasıdır.
Milliyetçi bakandan ilk büyük adım
1 Haziran 2000 tarihinde, Milliyetçi Hareket Partili (MHP) Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp zamanında kabul edilen 4572 sayılı "Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun", IMF ve Dünya Ticaret Örgütü kriterlerine uygun olarak serbest piyasaya geçen Türkiye için tarımda yeni bir dönemin miladı gibidir.
Kanunun geçici 1. maddesinde şöyle denmektedir: "Kooperatif ve birliklere, genel bütçeden yeniden yapılandırma amacıyla 2000 Yılı Bütçesinden tahsis edilen ödenekler ile uluslararası finans kuruluşlarınca desteklenen projeler için sağlanan doğrudan ya da dolaylı malî kaynaklar ve kredi teminatları dışında Devlet veya diğer kamu tüzel kişilerinden herhangi bir malî destek sağlanamaz."
Bu kanunun çıkmasından yaklaşık bir yıl sonra, "Tarım Reformu Uygulama Projesi" için Dünya Bankası'ndan 600 milyon dolar kredi alınması kesinleşmiştir.
Özetle destek alımlarına, piyasanın altında çiftçi kredilerine son verilmesi, tarım ürünleri ticaretinden devletin perde perde elini çekmesi ve tarım sektöründe serbest rekabetin, yabancı borsalara tâbi fiyat hareketlerinin hakim kılınması anlamına gelen bu "reform" harekâtı, koalisyon hükümetinden sonra şimdi AKP tarafından sürdürülmektedir.
Büyük ekonomik sistemleri temsil eden devletler açısından durum nedir peki?
30'larda küçük işletmelerin desteklendiği, 50'lerden itibaren uygulanan "liberalist" politikaların ise milyonlarca tarım üreticisinin topraksızlaşmasına, şehirlere göçmesine yol açtığı Amerika Birleşik Devletlerinde (ABD), bugün koruma politikaları geçerlidir.
Küçüklerin ayıklandığı, büyüklerin daha da büyüdüğü tarım sektörü şimdi bir yandan milyarlarca dolar sübvansiyon, bir yandan da ithalatta uygulanan yüksek gümrük vergileri ile desteklenmektedir.
Avrupa Birliği (AB) üyeleri açısından da durum farklı değildir. Üstelik zenginler için, başka konularda kanlı bıçaklı olsalar da, iş fakirlere geldiğinde bir dayanışma söz konusudur. İngiltere, Japonya, Fransa ve Almanya'dan ithal ettiği tarım ürünlerine yüzde 1 gümrük vergisi uygulayan ABD, gelişmekte olan ülkelerden ithal ettiği ürünlere yüzde 14 - 15 vergi uygulamaktadır. Ama işte bir yandan da, korumacılıkta kendisinden daha da ileri gittiği için AB yönetimini kıyasıya eleştirmekten geri durmamaktadır .
Kanlı bıçaklıların ittifakı
Zenginlerle fakirler, 10 - 14 Eylül arası Cancún'da (Meksika) düzenlenen Dünya Tarım Zirvesi' nde buluşuyorlar. Ama bugün dünya "nesnel olarak" iki cepheye ayrılmış olsa da, fakirler arasında zenginlerin politikalarını destekleyenler az değil, belki fazla.
Bu desteği veren fakirler, "deregülasyon", "liberalizasyon", "serbest piyasaya geçiş" gibi adlar altında kendi tarım sektörlerini uluslararası rekabette yalnız bırakırlarken "Asıl rekabet gücü müdahelenin olmadığı, serbest piyasa koşullarında oluşur" derlerken... Zenginler "korumacı" politikalarından bir milim geri adım atmadan Cancún'a geliyorlar.
Cancún'da devam edecek ticaret görüşmelerinin bir önceki raundunda, "gelişmekte olan ülkeler açısından önem taşıyan tarım ürünlerine uygulanan gümrük vergilerinin gözden geçirilmesi" sözü verilmişti. Bu konuda bir belge oluşturmak için saptanan tarih sınırı ise 31 Mayıs 2003'tü. Tarım ihracatı teşviklerinin kaldırılmasına yönelik bir belge oluşturulması için saptanmış olan sınır da, 31 Mart 2003'tü. Zenginler verdikleri sözleri tutmadılar; belgeler oluşturulmadı .
Bunun yerine 28 Temmuz 2003'de ABD ile ABnin en yetkili temsilcileri Robert Zoellick (ABD) ile Pascal Lamy (AB) Montreal'de buluşup kapalı kapılar ardında zirve için ortak politikalar geliştirdiler . Destek politikalarından genetik olarak değiştirilmiş ürünlere kadar tarımla ilgili bir dizi konuda kanlı bıçaklı olan ABD ile AB yönetimleri, hissedarlarından da yakın gördükleri ve hayati sorumluluk hissettikleri şirketlerinin daha da palazlanması için "serbest piyasa" baskısını fakirlere uygulamaya devam edecekler.
Bu arada, "Bizim duvarların inmesini o kadar istiyorsanız" diyecekler, "O zaman kendi serbest piyasalarınızda bir de bizim şirketlere yer açın. Ürün gamlarınızı bizimkilere göre tadil ve tanzim edin. Özelleştirmeler yapın ve bizimkilerin istediği KİT'leri, ehven fiyatlara bırakın alsınlar. Sizin tarım ve tarıma dayalı kimya, besin, vs. endüstrileriniz bizim kontrolümüze girdiğinde, görün bakalım biz de gümrük duvarlarımızı indiriyor muyuz indirmiyor muyuz.."
Mısırın pancara "serbest piyasa" zaferi
90'ların sonlarından beri Türkiye bu alanda da üstüne düşeni yapıyor. Şeker üretiminde pancarın yerini mısırın alması mesela... Besin endüstrisinde kullanılan glükoz ve früktoz şuruplarının elde edildiği mısırın, şurupları ancak "light" ürünlere yeten pancara tercih edilmesi... Şurupluk mısır üretiminin teşvik edilmesi... Dünyanın en büyük şurup üreticilerinden Cargill'e pazarın hazırlanması ... Bu arada pancar üretiminin hızla düşmesi , üreticilerin fakirleşmesi, topraktan kopuşu... Bu süreçte devre, şeker üretiminin özelleştirilmesiyle tamamlanacak.
Ve bizler... "Son mâmûl"le marketlerde karşılaşanlar.. Belki bir gün ansızın, aldığımız gofrette tatlandırıcı olarak kullanılan şeyin mısırdan elde edilen glikoz ya da früktoz şurubu olduğunu fark edeceğiz. Gofrette, kolada, dondurmada, gazozda, reçelde, baklavada, çiklette, helvada... Tatlı olan her şeyde Mısırdan elde edilen şurupla şeker pancarından elde edilen arasındaki farkı sorgulayacağız... Damarlarımız açısından birinin diğerinden daha tahripkâr olup olmadığını... Sonra neden artık şeker pancarı yetiştirilmediğini merak edeceğiz. Yediğimiz, çiğnediğimiz, içtiğimiz şeylerde kullanılan şurubun elde edildiği mısırların, genleriyle oynanmış mısırlardan olup olmadığını...
Sonra, pancar üretimi istatistiklerindeki zikzakların tersine, şeker tüketimi istatistiklerinde bir değişimi, kırılmayı, "kaza"yı temsil etmeksizin yaşamaya ve tüketmeye devam edeceğiz. Belki içimizden birkaçı "tüketici bilinci"nden söz edecek.. Hatta belki acar davranacaklar ve sağlıklı beslenmeyle ilgili bir "sivil toplum kuruluşu"nda çalışmaya başlayacaklar... Belki o sivil toplum kuruluşu, şurup mısırını pancarımız üzerinde muzaffer kılan "tarım reformu politikaları"nı hükümetimize başarıyla empoze eden ittifakın "toplumsal sorumluluk" fonları ile çok yıldızlı bir otelde günlerce sürecek bir "beslenme, sağlık ve etik" veya "ekolojik tarım" sempozyumu organize edecek.. Bilimadamlarıyla işadamları gelip temiz konuşmalar yapacaklar.. Kim bilir?
Cancún'da büyük devletler sadece "Toplumun Allah belasını versin. Biz hissedarlarımız için çalışıyoruz" demiyorlar; "Dünyanın Allah belasını versin" diyorlar. Bizimkilerin de dahil olduğu "serbest piyasacı" fakirler grubunun şiarı ise, "Toplumun Allah belasını versin. Biz büyük devletler ve onların hissedarları için çalışıyoruz!" (ŞA/BB)