13 Aralık 2015, Pazar. Cizre’den bir arkadaşım ile mesajlaşıyoruz, gergin buralar diyor, bir şeyler olacak. Birkaç saat geçmeden, öğretmenlerin ilçeden çıkmalarını isteyen mesajların haberi düşüyor internete, hemen ardından ellerinde eşyaları ile yollara çıkan insan fotoğrafları. Bir tanesi Nusaybin caddesinden hastane dönüşünün olduğu yerde çekilmiş, uzun uzun bakıyorum fotoğrafa, o yolun sonunda evimin olduğunu düşünüyorum.
Demek ki otobüs sayısı yetmedi diyorum, insanlar ilçe çıkışına yürüdüğüne göre. Otostop yapacaklar İpekyolu üzerinde demek, diyorum. O upuzun, o çorak ve ağaçsız yolda sadece kamyonlar kalmıştır artık muhtemelen, insanlar da onlara otostop çekeceklerdir öyleyse…
*
Kaç kişi çıkmıştır şehirden?
Kaçının gidecek yeri yoktur?
Kaçı gitmemeyi tercih etmiştir?
Bizim apartmanda durum ne acaba?
Bipolar bir hastam vardı takip ettiğim, Şeref olsun adı, o gitmiş midir mesela, hastalanmış mıdır tüm bu olanlar sırasında?
*
Hala orada kalan doktor arkadaşlarımı aramaya gitmiyor elim. Haberleşmeyi kesmediğim Cizreliler geliyor aklıma tek tek. Sosyal medya hesaplarına bakıp en son ne zaman bir şey yazmışlar diye kontrol ediyorum.
*
Televizyonum yok benim, ama haberlerde vermediklerini adım gibi biliyorum.
*
14 Aralık Pazartesi oluyor, kör vakitte kalkıp hastaneye geliyorum. Doktor odasında azıcık konuşulur gibi oluyor öğretmenlerin geri çağırılmaları, hızlıca değişiyor konu. Kimse bu haftanın nasıl geçeceğini, tüm haftasonu Diyarbakır’ın en eski mahallesinin neden dümdüz edildiğini merak etmiyor. Ki o memleketin en sevdiğim yeridir Sur. Diyarbakır’ın Sultanahmet’i gibidir biraz, belki de sevmem ondandır, Sultanahmet'te büyüdüm ben.
*
Beklenen haber de gecikmeden geliyor, akşam 23.00’de sokağa çıkma yasağının başlayacağını duyuruyor valilik. Düşüncelerim hızlanıyor, kaygım artıyor git gide.
*
Akşam saatlerinde huzursuzluğum içime sığmaz oluyor artık. Cizre’de tanıştığım, en sevdiğim, canımın içi arkadaşıma yazmaya başlıyorum.
“Ne alemdesiniz?”
“65 uçak seferi yapmışlar dünden beri, bu kez yerle bir etmeye gelmişler.”
“Köye gitmeyecek misiniz?”
“Gitmedik. Annemler arıyor sabahtan beri ama kalacağız, pişman olmamak için kalacağız.”
“Keşke gitseniz be kuzum…”
“Ben de herkes gitsin istiyorum ama ben gidemem.”*
Son cümle kafatasımın duvarlarına çarpıp yankılanıyor.
Herkes gitsin ama ben gidemem! Ben gidemem!
*
Yazarak olmayacak, arıyorum. Usul usul ikna etmeye çalışıyorum aklımca. Daha vakit var diyorum, çıkabilirsiniz. Annenler çok üzülür, çok endişelenir diyorum. Yetmiyor…
“Gidersek nasıl geri döneceğiz, insanların yüzüne nasıl bakacağız peki” diyor, cevap veremiyorum. Sessizlik uzamasın istiyorum, su aldınız mı yeterince diye soruyorum, kaç damacana var? Peki ya ekmek, makarna falan? Merak etme diyor, her şey var. Sakın cama çıkma diyorum, içerde otur lütfen. Tabii sen merak etme diyor ama biliyorum çıkacak. Ki ertesi gün sokaktan bir fotoğrafını gönderiyor bana, bir de köpek gezdiren dört ufaklığın fotoğrafını, sokak boydan boya çarşaf ile kapatılmış.
*
(Biz telefonla konuşurken metrodan bir taraftar grubu iniyor tezahürat yaparak, maç varmış demek akşam.)
*
Belki de sesimdeki kaygıyı hissediyor, merak etme diyor tekrar. Bu da geçecek, biz seninle yeniden görüşeceğiz, sen yine geleceksin buralara. Biliyorum diyorum, geçecek, gerçekten de inanıyorum geçeceğine ya, ne kadar yara kalacak geride onu bilmiyorum işte.
*
Seni çok seviyorum canım arkadaşım diyorum, ben de seni Zeré diyor. Hep öyle der bana.
*
Telefonu kapatıyoruz, haftalık mecburi Nişantaşı yolculuğum başlıyor.
Upuzun ve ışıklı caddeler, sokaklar parfüm kokuyor.
300 liraya geyik desenli yılbaşı kazakları var vitrinlerde, dükkanlardan dışarı müzik sesleri yayılıyor, “jingle bells, jingle bells, jingle all the way.”
Kredi kartı ile piyango bileti satılıyor, borçlanarak umut satın alıyor insanlar.
Henüz 15 dakika önce konuştuğum arkadaşım ile aynı ülkede yaşamıyor muyuz acaba?
*
Yine aynı cümle yankılanmaya başlıyor kafamın içinde, ben gidemem!
*
İki yıl öncesine kadar yaşadığım şehri düşünüyorum, nasıl mutlu olduğumuzu, barışın gelme ihtimalinin kanımızı nasıl kaynattığını…
Ben orada yaşarken olsaydı bunlar ne yapardım acaba diye düşünüyorum sonra, aklımı yitirecek gibi oluyorum. Ne yapardım hakikaten?
Kalabilir miydim?
Gider miydim?
Ne kadar korkardım?
Kalırsam kaç gün dayanabilirdim?
*
Çok korkardım muhtemelen, deli gibi korkardım! Sanırım giderdim de o yüzden, lakin sonra hiçbir şey eskisi gibi olmazdı. İçime kök salan suçluluk duygusu her gün biraz daha derine gider, sonsuza kadar da orada kalırdı.
*
O yüzden çok iyi anlıyorum can arkadaşımı, gidemez, giderse yaşayamaz ama kalırsa yaşayacak mı? Kalanlardan kaçı yaşayacak? (ZO/HK)