Kısa ve öz olarak ifade edersek yemek israfına karşı olan, başkaları tarafından yenmeyen ve gözden çıkarılan yiyecekleri yiyerek yaşayanların temel aldığı hayat felsefesine deniyor friganizm.
En ideal frigan ya da friganistler yemek alışverişlerini, marketlerin son kullanma tarihi geldiği ya da tezgahın görünümünü bozduğu için attığı mallarını çöp konteynerinden toplayarak yapıyor (Dumpster diving).
Malum, 'son kullanma tarihi' tabiri İngilizcede 'best before' olarak kullanılır. Yani o tarihten önce yense iyi olur anlamında, sonra yenilirse zehirlenirsiniz gibi bir mesaj içermez.
Çöp kutusundan yemek alışverişi yapan friganistler Allah vergisi beş duyu organından birkaç tanesini kullanarak yiyeceğin bozulup bozulmadığına konteryner içinde karar verip sepete atıyor. Bilindiği kadarıyla da uyguladıkları bu diyetten dolayı da hastalık ve ya zehirlenmeye maruz kalmıyorlar.
Friganistlerin aslında yeteri kadar paraları vardır, yani gönüllü olarak çöpten yiyorlar. En geniş friganist nüfus, kapitalizmin en güçlü ve tüketimin en fazla olduğu ABD’de bulunuyor.
Türkiye'de de bu şekilde karnını doyuran binlerce insan var, ama onların klasik friganistlerden farkı, bu işi felsefesini bilmeden ihtiyaçları olduğu için yapmaları.
Friganistlerin felsefi olarak yapmaya çalıştıkları şey aslen; hiçbir yeni ürün almadan, halîhazırda satın alınmış yiyecek ve eşyaları kullanarak, kapitalizmi ve aşırı tüketim toplumunu protesto etmek, başka bir deyişle; geleneksel ekonomiye en az seviyede katılıp, doğadaki kaynakları en az şekilde tüketmektir.
Temel mantık; dünyada şu ana kadar üretilmiş şeylerle ya da doğada var olan kaynaklarla hayatımızı sürdürebileceğimizdir. Gerçekten de birçok aile eğer dolaplarını, garajlarını, kilerlerini boşaltıp incelerlerse ortaya yıllarca kullanabilecekleri kıyafet, kırtasiye ve bilimum malzeme çıkacaktır. Mesela dünyadaki tükenmez kalem imal eden fabrikalar üretimlerini sonsuza kadar durdursalar, tükenmez kalem sıkıntısı çekilmez.
Friganistler yemek israfına karşı gösterdikleri hassasiyeti aslında her konuda uyguluyor. Kağıt, giyecek, barınak hatta emek ve zaman da israf edilmemesi gerekenler arasında.
Yaşadığımız bu dünyada açlıktan ölen insanlar varken çöpe yemek atmak, sokakta yaşayanlar varken yaşamaya hazır evleri boş tutmak, ayakkabısız gezen ya da kışın okula terlikle giden çocuk varken odaları dolduracak kadar ayakkabıya sahip olmak friganistlerin vicdanının kabul edemeyeceği şeyler.
Hem friganistler hem de çevrecilerin ortak inancı yaşadığımız gezegenin canlı bir organizma olduğu ve özen gösterilmesi gerektiği. Dolayısıyla, friganistler aynı zamanda iyi bir çevrecidir, zira kendileri ekstra çöp üretmemekle birlikte mevcut çöp miktarını azaltırlar. Mümkün mertebe ambalaj kullanmaz, örneğin deterjanı veya sütü yanlarında getirdikleri kaba doldurarak alır, geri dönüşüme özen gösterir, yiyemeyecekleri yiyecek artıklarını hayvanlara sunar ya da gübre olması için toprağa gömerler. Hemen hemen bütün yiyecek artıkları toprağa gömüldükleri takdirde iki gün içinde toprağa karışarak ya da toprak içindeki hayvanlar tarafından yenilerek yok olur ve aynı zamanda gübre görevi görerek toprağı zenginleştirir.
Friganist ilkeler
Kırsal kesimde yaşayan veya tarımla uğraşanlar için olağan bir uygulama olabilir ama, ben çöp miktarını ve dolayısıyla metan gazı salınımını büyük ölçüde azaltacak olan bu işi annemden başka yapana rastlamadım.
Annem yazlık evine taşınıp kendine ait bahçesi olduğundan beri tüm organik artıkları bahçeye gömüyor, ama ne var ki bu iş komşuları tarafından banal ve anlamsız bulunuyor.
Bence yakında çöp alanları dolup insanlar ürettikleri çöp oranına göre yüksek vergiler ödemeye başladığı zaman, aynı komşular anneme gelip işin püf noktalarını soracak.
Vahşi doğada yiyecek (mantar, meyve, eceliyle ölmüş hayvan) arama (wild foraging), market çöplerindeki yiyecekleri kullanıp yemek yaparak sokakta bedava yemek dağıtmak, takas yöntemiyle alışveriş yapmak, sürdükleri vasıtaya otostopçu almak, sokakta buldukları atılmış bozuk bisikletleri tamir edip olmayana hediye etmek, kullanılmayan binaları işgal edip (squatting), oralarda halk yararına faaliyetlerde bulunmak ya da buraları evsizler için barınak haline getirmek icra edilen diğer friganist faaliyetlerden.
Friganlara göre çalışmanın da bir anlamı olmalı. İhtiyacımız olmayan malları üretmek için bütün gün fabrikalarda yorulmak ya da sıcak para dönsün diye kimseyi mutlu etmeyen gereksiz bürokratik işler yapmak onların prensiplerine aykırı.
İnsanlar enerjilerini daha ziyade karşılık beklemeden çevresindekilere yardım ederek veya doğaya ya da insanlığa zararı olmayan işlerde kullanmalı. Diğer amaçlara hizmet eden işçilik bir şekilde dünyanın sosyal ve ekolojik dengesini bozuyor.
Friganizmin “yan etkileri”
Freeganlar materyalizm, ahlaki duyarsızlık, rekabet, konformizm ve hırsa dayalı bir toplumun tersine paylaşmayı, cömertliğin, sosyal farkındalığın, özgürlüğün ve işbirliğinin öne çıktığı bir ülkede yaşamak istiyor.
Bu yaşam tarzı aslında birçok din ve öğretide de öğütlenen en doğal ve insani yaşam şekli ama küreselleşen ve materyalistleşen dünyada yavaş yavaş unutulmuş anlaşılan.
Bugün dünya üzerinde birçok insana yetecek doğal kaynak mevcut ama bu durum benim çocuklarım büyüdüğünde muhtemelen aynı olmayacak. Belki bir gün Yağmur Ormanları'nı bile maddi ihtiyaçlarımızı karşılamak için yok etmek zorunda kalacağız.
O yüzden çok küçük de olsa, bu sonun gecikmesine katkıda bulunmak vicdanımı rahatlatıyor ve beni mutlu ediyor. Bilimsel çalışmalar mutluluğun harcamalarımızla ya da sahip olduklarımızla değil iç huzurumuzla doğru orantılı olduğunu söylüyor zaten.
Ayrıca dünyadaki kaynaklar azaldığında ve bugün sahip olduğumuz rahat hayatı kaybettiğimizde azla yaşamaya kendini alıştırıp şımartmamış insanlar bu zor hayata daha çabuk ayak uyduracaktır.
Friganizim aslında bazı temel prensipleri altında toplamış, ileri kapitalist toplumlara unuttukları değerleri veya kanıksadıkları hayat tarzını göstermek için icat edilmiş sembolik bir kelime.
Unuttuğumuz bu temel değer "saygı". Doğaya, insana, emeğe ve kendimize saygı. Ayrıca çok güçlü, etkili ve geniş kitlelere ulaşabilecek bir felsefe de değil.
Mesela benim burada çöpe atmadığım bir ekmek dilimi Somali'deki aç çocuğun karnını doyurmayacak. En fazla yerel bir etkisi olabilir, bir mahallenin havasını değiştirir ya da emsal teşkil eder. Ama zaten bir toplumu düzeltmek ya da değiştirmek için o toplumun en küçük birimlerinden başlamak gerekmez mi?
'Biri yer biri bakar, kıyamet bundan kopar' mantığıyla da düşünürsek bu yaşam felsefesi benimsenirse açlık, eşitsizlik, hırsızlık hatta terörün bile azalacak olması zor görülen bir sonuç değil bence.
Refleksler
Aslında ben de uzun zamandır friganistmişim ama bunu iki, üç yıl önce bir Norveç dergisinde karşılaştığım makaleyi okuyunca farkettim.
Ne kadar rahatladığımı anlatamam. Artık, yemek tabağımı ekmekle sıyırırken, yere düşmüş ya da artan yemekleri yerken, garsondan kalan yemekleri paketlemesini rica ederken, hediye paketlerinin kağıtlarını tekrar kullanmak için yırtmadan açmaya çalışırken veyahut eskimiş kıyafetlerimi giyerken utanmama gerek kalmadı.
Zira artık tüm faaliyetlerimi dayandıracağım beynelmilel bir felsefem var: Daha önce ismini bile duymadığım Friganizm.
Mutfak alışverişimi marketlerin çöp konteynerinden yapmasam da ben de kendimi iyi bir friganist addediyorum. Çünkü ben yiyecekleri çöpe düşmeden bir önceki aşamasında atıyorum alışveriş sepetime. Yani ürünün son kullanma tarihinde.
Norveç’te son kullanma tarihi gelmiş ya da yaklaşmış ürünler yarı fiyatına satılır. Bunun dışında rengi solmuş sebzeler, kabuğu ucundan soyulmuş muzlar, ambalajı deforme olmuşu da, eğer market görevlisi benden önce farkedip çöpe atmamışsa, sepetimde yerini alır. Dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Norveç'te friganist eğilimleri yoksa genelde kimse böyle ürünlere tenezzül etmez.
Bunun dışında evde dünden kalan yemek bitmemişse yeni yemek yapmam, geri dönüşebilecek her türlü atık malzemeyi temizleyip ilgili kutuya atarım; gereksiz su, elektrik, enerji ve malzeme kullanmaktan kaçınır, bozulan bir aleti yenisiyle değiştirmeden önce tamir etme yollanırını ararım; marketten poşet istemem, alışveriş torbamı yanımda götürürüm, kısa mesafeleri mümkün mertebe yürüyerek ya da bisikletle giderim, yiyemediğimiz yemek artıklarını fjorttaki balıklara veya bahçeye gelen kuşlara atarım.
Bir de Norveç'te kullanılmayan kayak ve doğa sporları ekipmanlarını toplayıp Erzincan'da bir spor kulübüne göndermemi de kaydadeğer friganist bir faaliyet olarak görüyorum.
Ama bunların yanında gazeteyi ekrandan değil de fiziki olarak okuma keyfimden vazgeçmeyerek kağıt; zarurî ya da keyfî biraz fazla seyahat etmem dolayısıyla enerji israfına sebep olmam beni rahatsız etmiyor değil.
Gene de gazetelerin ben okumasam da aynı sayıda basılacağını ve uçağın içinde ben olmasam da uçacağını bilmek içimi biraz rahatlatıyor.
Gel de friganist olma!
Figanist olduğumu Norveç’te farketmemden ziyade, friganist oluşumu bu ülkede yaşamama borçluyum, sanırım. Atılan yemekler konusunda bu kadar hassas değildim buraya gelmeden önce. Özellikle Türkiye'deyken sanki yenmeyen tüm yemekler ya bir fakire ya aç bir hayvana ulaştırılacak, ya da dükkan sahibi başka bir şekilde değerlendirecek diye düşünürdüm.
İki yıl yaşadığım İsviçre'de ise israf edilen pek bir sey gözüme batmadı. Adımbaşı oluk oluk akan çeşmeler beni önce çok rahatsız etmişti ama bunun dolan barajları boşaltmak ve suyun devirdaim olması için yapılan bir işlem olduğunu öğrenince içim rahatlamıştı.
Norveç'te her yıl toplam 50 bin ton yenilebilir durumda yiyecek çöpe gidiyor. Yani her Norveçli yılda ortalama 100 kilo yiyeceği zayî ediyor. Bunların içine daha önce bahsettiğim, tüketiciye ulaşmadan market rafından doğrudan çöpe giden ürünler dahil tabii.
Norveç'te ne kadar çok tüketim yapıldığını istatistikçiler şöyle açıklıyor: "Eğer bu dünyada herkes Norveçliler kadar tüketseydi, 3,5 tane dünyaya ihtiyacımız olurdu."
Aşırı israf ve tüketim sadece sayısal olarak değil günlük hayatta da çok bariz görünen bir durum. Norveç'te yaşayanların çoğu evde ya da kamuda özellikle tuvaletten çıkarken ışığı kapatmaz, elini kurulamak için en az dört tane peçete çeker, yemek bitiminde sofrada kalanlar komple çöpe atılır ve ekmeklerin kabuk kısımları yenmez.
Gelirleri de yüksek olduğu için harcama ve tüketim otomatikman yüksektir. Sanırım uzun süren soğuklar ve karanlık günlerde alışveriş yapmak hem vakti geçirmelerine hem de stres atmalarına yardımcı oluyor. Ne kadar haklı bir mazeret olduğu tartışılır tabii.
Beni bu ülkede en çok üzen, her markete gidişimde gördüğüm, insanların ekmek dilimleme makinelerinde bıraktıkları ekmek dilimlerinden oluşan çöp yığını.
Burada ekmeğin sağlıklı ve kaliteli olmasına çok dikkat edilir ve bir somun ekmek içeriğine göre 20-60 Norveç Kronu'na satılır. Yani 6-19 TL değerindeki ekmeklerin beşte biri daha paraları ödenmeden israf edilir. Ve bu ekmekler prensip gereği hayvan çiftliklerine de gönderilmez, doğrudan ana çöp konteynerine gider.
Her gün sıklıkla gördüğüm bu manzaralar zamanla küçük de olsa bir travma yarattı bende ve bir süre sonra kendimi milletin ardından tuvaletlere girip ışığı söndürürken, ekmek dilimleme makinelerindeki ekmekleri toplarken, hatta kırmızı 'stand by' ışığı yanan elektronik aletleri fişten çekerken bulmaya başladım.
Bu davranışlarımın bazen rahatsız edici ve sinir bozucu olduğunu da görüyorum ama dediğim gibi, takıntı haline geldi.
Bazen tek başıma koca ülkenin yaptığı israfı telafi edebilirmişim gibi geliyor. Çok safça bir düşünce ama elimde değil.
Gene de ufak tefek faydaları oluyor bu tür davranış veya konuşmalarımın: Benim böyle düşündüğümü bilenler en azından yanlarında ben olduğumda çöpe yemek atmıyor ya da çocuklarımın müsrif olmamalarını istediğimi söylediğim yuva ve okul görevlileri bazı düzenlemeler yapıyor.
Saf friganist
Norveç'teki ikinci yılımda geçici olarak yardımcı öğretmelik yaptığım sınıfın öğretmeni, din ve kültür dersinde benim çocuklara Müslümanlığı ve Türk kültürünü anlatmamamı istemişti.
Ben de Müslümanlıktan bahsederken, bizde yemeğin özellikle de ekmeğin kutsal olduğunu, çöpe atmanın günah olduğunu, mesela yerde ekmek parçası bulsak önce öpüp başımıza sonra kenara koyduğumuzu, bu yüzden Norveçlilerin neden ekmeğin dış kısımlarını yemediğini anlamadığımı söylemiştim.
Ben gerçekten biraz safım sanırım. Bu dersi verdikten sonra her Türkiye ziyaretimde etrafımı daha dikkatli gözlemlemeye başladım ve yanıldığımı farkettim.
Aslında o kadar zengin bir ülke olmasa da, Türkiye'nin de farkı yoktu Norveç'ten. Dikkat edince gördüm ki, Türkiye'de de birçok insan evde veya lokantada yenebilecek durumdaki yemekleri çöpe atıyor, özellikle parası kendisinden çıkmıyorsa kağıt, peçete, su ve elektriği fazladan kullanmaya özen gösteriyor, aynı alışveriş çılgınlığı bizde de yaşanıyor.
Bütün bunlar kişiyi zengin göstermekten ya da ben daha çoğuna daha pahalısına lâyıkım diyerek ego tatmin etmekten başka ne işe yarar ve buna değer mi?
Farklı derecelerde iki ülkede de insanlar paranın yetmediğinden, borçlarının çokluğundan bahsederken neden para verip aldığı şeyleri çöpe atarlar? Şu hayatta çözemediğim diğer birçok sorudan sadece ikisi. (DAH/YY)
Yazarın notu: Bu yazıyı yazarken Hey-jun Lee’nin 2009 yapımı "Castaway on the Moon" (Ayda Bir Deniz Kazazedesi) filminden esinlendim.