Hükümet, Avrupa Birliği’ne üyeliği elzem mesele yapmış görünerek bir yandan “demokratik devlet” dönüşümü adına mevzuatını uyarlamayı sürdürürken diğer yandan günlük atışmalarla Birliği dönüştürme yoluna gidiyor.
Başbakan Erdoğan, insan haklarını ilgilendiren güncel meselelerle ilgili ön saflarda Başmüzakereci Egemen Bağış’ı piyade olarak tutarken, zaman buldukça da özel fırsatlarda bizzat kendisi “hakkaniyetli hak savunucusu” rolüne bürünüyor.
“Van minüt” ve “Kitaptan bomba” çıkışlarından sonra daha bir güveni geldi. Hatırlanacağı üzere, Strasbourg’daki o unutulmaz muhteşem çıkışında “Bazı kitaplar vardır ki bombadan daha tesirlidir” demişti. Bahsettiği, Fethullah Gülen cemaatinin özellikle Emniyet içerisindeki dönüşümünü “000Kitap - Dokunan Yanar” kitap projesinde ele alan gazeteci Ahmet Şık’ın Nedim Şener ile birlikte OdaTV soruşturmasından tutuklanmasıydı.
Tabi, Türkiye’deki sivil toplum örgütleri “terörist” olduğundan, GONGO’lar da ihlalleri hayatın olağan akışından sayıp sustuğu için, Başbakanımıza da “kitaptan bomba” keşfini yapmak düşüyordu!
Uluslararası Kamu Denetçiliği Sempozyumu’nda Avrupa Parlamentosu (AP) üyesi Ria Oomen-Ruijten’in “Gösteri yapma ve protesto etme hakkı önemli bir hak” sözlerine köpürmüş. AP parlamenteri, herhalde Gezi eylemlerinin polisçe şiddetle bastırılması fonunda 1 Eylül Dünya Barış Günü eylemlerinin de Emniyet zoruyla yasaklanmasını kastediyordu.
Oomen-Ruijten’in güvenlik kuvvetlerinin başvurduğu şiddete dair eleştirilerine cevaben olacak, “Ama gerçek mermiyle yaralanan, hatta ölen polisler oldu” demiş. Ya duymadığımız bilmediğimiz ne kadar haber varmış! Ustaca!
Erdoğan, oracıkta ağzının payını vermiş:
“Tutuklu ve hükümlü gazeteciler ve ifade özgürlüğü konusunda Avrupa ve dünya kamuoyu sistematik şekilde tamamen yanlış bir şekilde bilgilendirilmektedir. Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerin kullanılması konularında aynı şekilde dünya ve Avrupa kamuoyu sistemli şekilde yanlış yönlendirilmektedir.
“Bırakın eleştiriyi, bize hakaret etme özgürlüğüne sahip olanlar, şu anda biz ‘bizim düşünce özgürlüğümüz yok’ diye eleştiriyorlar. Küfre varıncaya kadar, bunları yapabildikleri halde, hala özgürlüğümüz yok diyebiliyorlar. Bundan 11 yıl önce her haberi yazmak, her manşeti atabilmek, kalem oynatabilmek mümkün değildi. Özellikle belli çevrelerden devlete sirayet etmiş çetelerden korkuyordu. Hükümetimiz, medya, yazarlar, ifade özgürlüğü üzerindeki tüm bu korkuları ortadan kaldırmıştır…”
Başbakan Erdoğan, ülkenin itibarı için “dezenformasyon”a karşı kora kor müthiş bir mücadele veriyor. Bulunduğu konumda bazı avantajları yok da değil: Ne yargı kanıt isteyebiliyor, ne de muhatapları…
Hatırlayınız, Gezi eylemleri sürerken “bebeği kucağında başörtülü bir kadının taciz edilmesi” ve “Dolmabahçe’de camide içki içilmesi” gibi formüller en azından tabanının yüzüne bakmasına ve içinde bulunduğu darlıktan çıkmasına iyi gelmemiş miydi? Bal gibiydi.
Aslında hafif abartma biz gazetecilere verilmiş bir hak ama bunu en iyi kullanan, manipülasyon ve dezenformasyona vardırma becerisi gösteren yine Başbakana nasip olmuş: “Hükümetimiz, medya, yazarlar, ifade özgürlüğü üzerindeki tüm bu korkuları ortadan kaldırmıştır…”
Kesinlikle(!)
Bir kere, onlarca köşe yazarının kovulduğu “asparagas”, polisin 60’ı aşkın haberciye Gezi’de saldırdığı “zırva”, Facebook sayfalarının kapatıldığı “saçma”, tutuklu gazeteci bulunduğu “aptalca”, RTÜK’ün muhalif televizyon cezalandırdığı “iftira”, gazetecilerin telefonlarının dinlendiği “komik”, oto-sansürün olduğu “püsküllü yalan”… Allah aşkına, medya patronların hükümetçe hizaya getirildiği nerede görülmüş(!)
Aynen, Avrupa ve dünya kamuoyu sistematik şekilde tamamen yanlış bir şekilde bilgilendirilmektedir(!) (EÖ/HK)
*Fotoğraf Evrim Aydın / AA - Ankara