“İnsanların ‘feminist’ kelimesini desteklememesinin iki sebebi var: Birincisi ne anlama geldiğini bilmiyorlar. İkincisi, ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlar.”
Gloria Steinem
Bir zamanların kötü kelimesiydi “feminizm”. Kadın hakları için mücadele edenlerin büyük bir kısmı kendini “feminist” diye tanımlamaya çekinir ille de “kadın hakları savunusuyum” derdi.
Feminist mücadelenin içinde olup kendini “feminist” olarak tanımlamama nedenlerinin bireysel olduğu kadar toplumsal nedenleri de vardı elbette.
Şimdilerde ise “feminizm”, “feminist” kavramları, oldukça yaygınlaştı, özellikle kadın ve LGBTİ+ mücadelesi ile feminist hareket büyük kentlerin “ünlü caddelerinden” çıkıp ülkenin en ücra köşelerine kadar uzandı.
Bu nedenledir belki de hemen herkesin kendisine has, özel bir feminist olma yolculuğu var. Kimi çok sevdiği bir yakınını erkek şiddetiyle kaybedince feminist mücadele ile tanışıyor kimi daha çocukken fark ediyor eşitsizlikler düzenini.
Bir zamanlar ABD’de sivil toplum kurumlarında “kaynak geliştirme uzmanı” olarak çalışan Elif Doğan da kendi feiminizm yolculuğunu paylaştı. Elif Doğan, bugünler de ikinci kitabıyla yeniden okurla buluştu: “Meğer Ben Feministmişim”
İlk kitabı “Annelik Her Zaman Tozpembe Değil” kitabında “annelik yolculuğunu” anlatan Doğan’ın bu kitabı birçok kadına ilham olacak gibi görünüyor.
Kitap özetle şöyle tanıtılıyor:
“Blogcu Anne Elif Doğan kendi feminist aydınlanma yolculuğunu anlatırken feminizmi hayatın tam ortasına yerleştiriyor; bizleri evimizi, partnerimizle iletişimimizi, çocuklarımızla ilişkimizi, aşka bakışımızı, kısacası hayatı yaşayış biçimimizi değiştirmeye davet ediyor. Şimdi bırakın ev dağınık kalsın, siz bu kitabı okuyun. Dansınız değişecek.”
Ayrıca kanaviçelerden oluşan kitap kapağı da çok dikkat çekiyor. Doğan, kendi blog sayfasından kitap kapağına dair şu bilgiyi veriyor:
“Bundan birkaç sene önce, Almanya’da yaşayan bir okurum bana bir mesaj gönderdi ve bir kanaviçe işlediğini, bana göndermek istediğini söyledi. Burcu Uçaray Mangıtlı’nın işlediği kanaviçe, benim küçük feminist isyanımı dile getiren ve ben farkında olmadan slogan haline dönüşen bir etiketi yansıtıyordu.
“Burcu’nun bu işlemesinin, zarif ve emek isteyen bir el işi olmasının ötesinde bir anlamı vardı. El işleri, özellikle nakış işleri, yüzyıllar boyunca kadınlara ait bir emek olmuş, Batı’da sanayi devrimiyle birlikte eve kapatılan kadının “hoşça”, “uysalca”, kısacası “kadınca” vakit geçirmesine fırsat verirken, aynı zamanda ona kendini ifade etmek için bir kapı da aralamış, bir çeşit direniş ve isyan aracı olmuştu. Bugünlerde “feminist nakış” olarak adlandırılan bu zanaat, kadınlara atfedilen çiçek, böcek, kalp gibi işlemelerin ardında, ataerkiye dönük isyanları dile getiriyordu.
“Burcu’nun, bana gönderdiği günden beri evimizin başköşesinde duran bu zarif işlemesi, zarafetin ardında barındırdığı direnişle birlikte yeni kitabımın kapağına ilham verdi. Feminist aydınlanma yolculuğumu anlattığım, “kendi küçük feminist manifestom” dediğim kitabımın kapağı da böyle olmalıydı.
“Uzun araştırmalar, tartışmalar, hesaplamalar ve tasarımlar sonucunda, babamın büyük bir dikkatle oluşturduğu şablonu annem aynı dikkatle işledi. Tasarımcı Serçin Çabuk, bu işlemeyi hayalimden de güzel bir kitap kapağına dönüştürdü.”
Doğal, samimi, okurla içtenlikle iletişim kuran bir kitap. Okuyucusu bol olsun…
(EMK)
*Fotoğraf: Evrim Kepenek/bianet