Sağlık hizmetlerine artık bu ülkede "karşılıksız" ulaşmak mümkün değil! Her gün buna dair haberleri daha sık okuyoruz. Sigortaları iptal edilen insanlar, koruyucu diş bakımından yoksun olan yeşil kartlılar, aslında herhangi bir karşılık ödenmeden alınması gereken hizmetlere ulaşılamaması bunlardan bir kaçı. Ancak bir tanesi var ki "bu kadarı da olmaz" denilecek cinsten. Spotta sunduğum bu habere inanılması gerçekten güç. 10 ekim tarihli, İHA kaynaklı ve habercilerinin adı da verilmiş "Başkasının yeşil kartıyla doğum yaptı, 3 yıl hapis" başlıklı bu habere göre "Gaziantep'te yeşil kartlı bir anne 10. çocuğunu dünyaya getirmek için hastaneye yanlışlıkla akrabasının yeşil kartı ile gidince dolandırıcılıkla suçlanmış ve 504 TL para cezasına çarptırılmış. Aile istenen parayı ödeyemeyince, 10 çocuklu anne cezaevine konulmuş."
Hem mevcut yasalar, hem de uluslar arası sözleşmelerle ifade edilmiş "sağlık hakkı"yla ilgili düzenlemeler, "sağlıklı doğum"u bir hak olarak tanımlamıştır. Bunun için anayasasında "sosyal devlet" olduğu yazılı bir ülkede herhangi bir sağlık kurumunun bir "bedel" talep etmesi, bu en temel hakkın ihlâli demektir.
Sağlık Bakanlığı daha önce İdare Mahkemesi'ne yapılmış bir iptal başvurusunda yazdığı savunmasında, 1982 Anayasası'nın 56. maddesine, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine ve Avrupa İnsan Hakları Sistemi'ne atıf yaparak, "sağlıklı yaşama hakkı"nın bir "pozitif statü (isteme)" hakkı olduğu belirtiyor ve buna dayanarak "bu çerçevede, bireylerin sağlık hizmetlerinden layıkı ile yararlanması, çağdaş demokrasilerin ortak anlayışı ve amacıdır. Dolayısıla, sağlık hizmetinden yararlanmak ve sağlıklı yaşamak bireyler için temel bir hak olup Devlet'in bu hakkı güvence altına almak ve yaşama geçirmek amacıyla pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır. Kuşkusuz ki bunun anlamı; 'pozitif' nitelikteki bu hak bakımından Devlet'in, sadece bu hakkı tanıması değil, bu hakkın kullanılabilir olması yani, sağlık hizmetlerinin tesis, işleyiş ve organizasyon bakımından noksansız sunulması için her türlü önlemi almasıdır" diyor!
"Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar sözü" bu kez de doğru çıkmamış, söz konusu olayda mahkeme de "şaşmış" ve 10 çocuklu bir kadını "hürriyeti bağlayıcı" bir cezaya hükmetmiş. Haberi netten okursanız, oradaki fotoğraflardan "utanabilirsiniz". Bir ailenin 10 çocuğu olması başlı başına çok ciddi bir sağlık sorunu ve aslında çok ciddi bir insan hakları ihlâlidir. Eğer bunun gerçekleşmesinde birilerinin, özellikle de yukarıda belirttiğim savunmada "baş harfi büyük yazılan ve ekinden önce kesme işareti" konulan devletin yapmadığı, eksik bıraktığı ya da yerine getirmediği bir hizmet yükümlülüğü varsa, bu aynı zamanda yine yasaların tanımladığı bir "suç"tur. Sorumluları belirlenmeli, gerekli yaptırımlar uygulanmalı, sorumluluktan kaynaklanan mağduriyetler tazmin edilmeli, ama daha önemlisi bunun tekrarlanmamasını sağlayacak düzenleme ve organizasyonlar gerçekleştirilerek, söz konusu eksik hizmet terine getirilmelidir.
Aynı şey kuşkusuz cezaevine konulan "on çocuk annesi ve ailesi" için de yapılmalıdır. Bu olayda da doğum için başvuran hastaya "sosyal güvence/yeşil kart sorulması", yanlışlıkla getirilenin başkasına ait olduğu ortaya çıktığında, bununla ilgili işlem başlatan, işlemi sürdüren, yargıya aksettiren, yargılama sırasında bu temel hakları göz ardı ederek konuyu basitçe bir "dolandırıcılık" çerçevesinde değerlendiren ve böyle bir cezayı kesen, bu cezanın infazı için işlem yapan ve nihayet tüm bunlar olurken bunu olay haline getirmeyen medya için de gerekenler yapılmalı, en azından bunun "neden böyle olduğu" araştırılmalı, anlaşılmalı ve mağdurların mağduriyetlerini en hızlı bir şekilde giderecek çözümler bulunmalıdır.
Hiç değilse başında olduğu bakanlığı yukarıda yer verdiğim savunmayı yapan bir bakan bu aileyi ve o anneyi olduğu yerde ziyaret ederek onlardan özür dilemeli ve mağduriyetlerinin giderileceği sözünü vermelidir.
İlk harfi büyük yazılan "devlet"in organizasyonun ve ona dair algının artık değişmesi gerekmektedir. Bir "bakan"ın görevi artık eskiden olduğu gibi tâbi ve bağlı olduğu "başbakan"ın vekilliğini yapmak değildir. Ona bu adın "millete yönelik sorumluluğu"nu belirtmek için konulduğu bilinmelidir. Birisine "vekillik etmenin" ne demek olduğunu öğrenmek için de "avukatlık kanunu"na bakmak yeterli olacaktır: "Vekaleti verenin gereksindiği her neyse, bu hizmetin en az onun gibi, ama ek olarak sahip olduğu bilgi, beceri ve donanımla yerine getirilmesi" demektir. Bu ülkenin artık başbakanın yerine işlere "bakan" bakanlara değil, "vatandaş"ın gereksindiğini onun yerine yapan, "o işlere bakan" bakanlara gereksinimi vardır. Öyle bakanları, bakmayanları da göstermek, kuşkusuz medyanın görevlerinden birisidir. (MS/TK)