Bu yazıyı, gittikçe koyulaşan, koyulaştıkça gözbebeklerimin büyümesine neden olan ama anlamakta güçlük çektiğim içinde nefes aldığım bu dünyayı anlayamama karşısında bir tür astım krizi yaşamanın duygusu içinde yazıyorum.
Anladıkça rahatlamış insan, anlamak yani rahatlamak istiyorum. Bir yere konumlandırmak, ne olup bittiğini anlayıp göreli ölçüde huzur bulmak istiyorum. Öğrendikçe rahatlamasını beklediğim ruhum, aksine daha da yoğun bir arayışa sürükleniyor. Nerede durduğumu, olan bitenin iç yüzünü görmek ve bir nebze huzura kavuşmak istiyorum. Oysa nafile bir çabaya dönüştü ama Sysphosçasına umut, gayretimize içkin. Çünkü umutsuz yaşanmıyor.
Dünya, ezberlenmiş tüm şemaların sınırlarını aşmaya zorluyor bizi; eski kuramlar, alışılmış kavramlar artık bu yeni zamanın nabzını tutamıyor. Şimdi, geçmişin kalıplarını sorgulayarak başlamak sorumluluğumuz: Bildiğimiz ne varsa, çözülüyor; elimizde ne kadar bilgi, teori, kavram varsa, çağın hızına yetişemiyor. Anlamak için bildiğimiz kavramları tekrar tekrar gözden geçirmekten başka çaremiz yok sanki; çünkü anlam dünyamız eskidi, içinde/n hızla geçtiğimiz bu köklü dönüşümü yakalamakta yetersiz kaldığı aşikar.
Görülmemiş bir bilgi çağında yaşıyoruz; her şey daha görünür, her şey daha ‘saydam’ ama aynı zamanda daha bulanık. Bilincimiz, ruhumuz, bedenimiz, maneviyatımız, hepsi tetikte ve hepimiz farkında olmadan bu bilgi selinin içine çekiliyoruz. Ama anlamlandırma yetimiz, hiç bu kadar zorlanmamıştı. Zaman bize dar geliyor, anlam dünyamız karmaşıklaşıyor. Anlayabiliyor muyuz gerçekten? Yoksa bu dev bilgi denizi, anlam arayışımızı daha da mı daraltıyor?
Dönüşüm artık kaçınılmaz; türümüzün anlama ihtiyacı, hayatta kalmak kadar elzem. Anlayamazsak, karanlık kaygılar üzerimize çökecek. Belirsizlik damgasını vurmuş bu çağda sağ siyasetin yükselmesi, otoritenin yeniden kucaklanması bir semptom; fakat bu semptomu çözümlemek, onu aşmak için felsefenin ışığına ihtiyacımız var. Her şeye rağmen her gün doğan günü karşılayıp yaşamaya devam ediyoruz. Belirsizliklere rağmen, bir hediye olan yaşamı yaşamaya devam ediyoruz. Belirsizlikler, en çok otoritelerin işine yarıyor. Henüz ne olduğunu anlayamadan kendimizi sürekli güncellenen yasakçı rejimler içinde bulunuyoruz. Bir yandan da anlamaya can veren, kavramlarıyla nefes almamızı sağlayan düşünürler var.
Zygmunt Bauman, “Akışkan Modernite” derken durağan olanın çoktan buharlaştığını söyler. Kimlikler, ilişkiler; hepsi değişken, kaygan bir zeminde hareket ediyor. Sabit olan bir şey yok, hatta sabitliği arama çabamız bile değişken. Ulrich Beck’in “Risk Toplumu” olarak tanımladığı gibi, riskler ulusal sınırları da aşmış durumda; adeta dünyanın her köşesine sinsice yayılıyor. Dijital ağların ördüğü yeni bir sosyal dokuda, Manuel Castells’in “Ağ Toplumu” dediği dünyada, göz temasının yerini alan bir dijital “dokunma” var; fiziksel yakınlık azalıyor, ama mesafeler arası iletişim hiç olmadığı kadar yoğun. Ağ toplumunda kim olduğumuz, neler yaptığımız herkese açık hale geliyor ve bu büyük bir mesele. Bu yeni düzlemde anlam, nasıl yeniden inşa edilecek?
Antonio Negri ve Michael Hardt’ın “İmparatorluk” dediği bu çağda, ulus-devletin çatırdayan yapısı, sermayenin her köşeye yayılan gücüyle yeniden şekilleniyor. Bilincimiz, bu görünmeyen imparatorluk düzenine nasıl uyum sağlıyor? İtaatin bu yeni hali, bilincin ince bir ipte nasıl dengede kaldığını gösteriyor.
Dünyanın bugünkü karmaşasını anlamak kaderimiz gibi; anlamak, yeni bir yaşam koşulu adeta. Anlamlandıramazsak, rıza üretilen bu büyük gösterinin figüranlarına dönüşebiliriz. Bu “imparatorluk” çağında yeni bir köleliğin karşısında dimdik durmak ancak sis bulutlarını dağıtacak bir kavrayışla mümkün olacak. Teknofeodalizm de denen bu büyük teknolojik firmaların gözetiminde ve algoritmik manipülasyonuna yaşadığımız hayat kimin hayatı, ya tercihlerimizin öznesi?
Belirsizlik Türkiye’nin de göğünü sarmış durumda. Umut, ürkek bir bekleyişle karışıyor; insanlar, gündemin sürekli değişen, zaman zaman kaotik çehresi karşısında yorgun ve kaygılı. Günlük yaşamın içindeki kısır döngüler –sürekli değişen ekonomi politikaları, hızla artan fiyatlar, gelecek kaygısı, güvencesiz çalışma koşulları– insanların zihnini köreltiyor; bilincimizin keskinliği azalıyor, düşüncelerimiz durulmadan katılaşıyor, donuklaşıyor. Bu keşmekeş, siyasi oyunların da malzemesi olmuş durumda; halkın çaresizlik içinde ‘sıtmaya razı’ edilmesi için gündemde sürekli krizler dolaşıma sokuluyor, korku siyasetinin gölgesi her alanda hissediliyor. Kira fiyatlarının el yaktığı, gençlerin yurtdışında yaşam hayali kurduğu, birçok insanın sosyal medya aracılığıyla bir ses bulmaya çalıştığı bu “bekleyiş” hali, politik bilincin giderek teolojikleşmesine yol açıyor; bir kurtarıcı beklentisi yaygınlaşıyor, özne olmaktan feragat eden toplum, çözümleri kendi dışında arar hale geliyor; bu da kendine bir özne olarak güvenmesine veda ettiğini gösteriyor.
Dijital çağ ile belirsizlik daha da derinleşti. En yalınn göstergesi mahremiyet. Mahremiyetin tehdit altında oluşu, otoriteler için güçlü bir araç haline gelmiştir. Belirsizliğin giderek arttığı günümüzde, otoriteler, bireylerin güvenlik ve düzen taleplerini manipüle ederek yasakları meşrulaştırıyor. Dijital mahremiyetin azalması, otoriter yapıların toplum üzerindeki kontrolünü artırmasına olanak tanıyor; her an, her yerde izleniyoruz ve kayıt altına alınıyoruz. Böylece çevrimiçi aktivitelerimiz gözetlenirken, sokaktaki nasıl ve ne şekilde bulunduğumuz MOBESE ağı tarafından kayıt altına alınıyor; bununla da kişisel sınırlar bulanıklaşıyor.
Dijital ve fiziki anlamda çağımızın gözetim ağı, yalnızca kişilerin mahremiyetini değil, aynı zamanda özgürlüklerini kısıtlayan bir baskı aracı olarak işliyor. Otoriteler, belirsizliği "dış tehdit", "iç güvenlik" ya da son zamanlarda daha çok göçmenlerle özdeşleştirilen “sokaktaki yabancı”lar gibi gerekçelerle çarpıtarak, mahremiyet üzerinde kısıtlamalar koymakta ve özgürlüklerin güvenlik uğruna feda edilmesine “rıza imalatı” ile ikna etmektedir. Bu süreç, insanları otoriteye karşı daha temkinli bir bekleyişe iterken, aynı zamanda direncin kırılmasına da yol açmaktadır. Böylelikle, toplumsal belirsizlik artarken, insanların kendi mahremiyetini koruma iradesi, yasaklar ve kısıtlamalarla giderek daraltılmaktadır. Sonuç olarak günümüzde mahremiyetin yalnızca kişisel bir alan değil, aynı zamanda direnç ve özgürlük mücadelesinin de merkezinde olduğunu vurgulamak, olup bitenleri “olduğu gibi kabul etmeme”nin kapısını aralayabilir.
Bu belirsizlik gölgesinden nasıl sıyrılabiliriz? Adalet, hak ve özgürlük arayışımız artık yalnızca beklemekle değil, bilinçli bir karşı duruş geliştirmek ile mümkün. Baskıcı rejimlerin belirsizliği yönetim aracı olarak kullanmasına karşı, toplumsal hafızamızı yeniden canlandırmak ve dayanışmayı temel alan yeni bir toplumsal sözleşme inşa etmek sorumluluğumuz. Hannah Arendt’in dediği gibi, birey olarak 'eylem'de bulunmak, yalnızca kendi hayatımızı değil, toplumsal dokuyu da dönüştürmek demektir. Bu bağlamda, her birimizin üzerine düşen 'vatandaş olarak sorumluluğu' üstlenmek kişi olmanın gereği.
Belirsizlikten, örgütsüzlükten beslenen içinde bulunduğumuz ve bir tür astım krizine neden olan bu iklimi değiştirip Akdeniz kılmak için geçmişin derslerini unutmamak, yaşanan krizleri hatırlamak ve günümüze taşıyarak çözüm yolları bulmak, geçmişin anılarını koruyarak geleceğe ışık tutmak, toplumsal hafızayı güçlendirir; “Uygarlık hatırlamaktır” sözüne can verir. Paul Connerton’ın “Toplumlar Nasıl Anımsar” adlı kitabı, geçmişle bugünü bağlayarak toplulukların nasıl bir direniş alanı yaratabileceğinin örnekleri bakımından anılmaya değerdir.
Dijital dünyada mahremiyeti korumak ve farkındalık yaratmak adına yerel dijital haklar gruplarını desteklemek, çevrimiçi ekosistemin özgürlüğünü garanti altına alacak mekanizmaları oluşturmak, ilgili oluşumları yerel düzeyde desteklemek, toplumsal özgürlüğün teminatlarından biri olabilir.
Yerel düzeyde sosyal dayanışma ağları oluşturarak toplum olmak bilincini güçlendirebiliriz. Pierre Bourdieu’nun 'sosyal sermaye' kavramı, dayanışma ağlarının kriz anlarında toplulukları nasıl destekleyebileceğine dair önemli bir kavrayış sunar. En son örneğini toplum olarak 6 Şubat depreminde yaşadığımız pratikleri bütün yıla ve topluma yayabiliriz. Böylece dayanışma grupları, dayanıklılık, esneklik ve direnç geliştirmenin, birlikte hareket etmenin referans değerine dönüşür.
Sivil toplum hareketlerinin dijital çağın dinamiklerine göre yeniden örgütlenmesi gerekiyor. Castells’in “Ağ Toplumu”na işaret ettiği gibi, çevrimiçi ağlar aracılığıyla toplumsal değişim yaratabiliriz. Sosyal medya platformlarında hak arayışını örgütlemek, kolektif eylemin gücünü artıracaktır ama çevrimiçi ağların mahremiyeti ihlal eden, özgürlüğü daraltan özelliklerine karşı temkinli olmak da mücadelenin bir parçası kılınabilir.
İfade özgürlüğünü korumak adına bağımsız, geniş anlamıyla medyanın alternatifleriyle desteklenmesinin kamusal bir içerimi olduğunu toplumsal bilince nakşetmek, özellikle yerel gazeteciliğe yatırım yapmak, doğru bilgiye erişim ve bilgiye dayalı direnmenin ve savunuculuk yapmanın temelini teşkil eder. Medya aracılığıyla toplumsal bilinç yaratmak ve iktidar ilişkilerini sorgulamak, demokrasinin en önemli teminatlarından biridir.
Toplumun dijital dünyada daha bilinçli hareket etmesini sağlamak adına, dijital okuryazarlık ve eleştirel düşünme becerileri önem kazanmakta. Temel eğitimin bu tür becerilere yer verilerek, daha da önemlisi “özgürlükçü pedagojileri” gözeterek yeniden kurgulanması, hepimizin dijital alan yanında fiziksel dünyada da daha güçlü ve farkında olmasını sağlayacaktır. Eleştirel düşünme, yalnızca bireysel bir yeti değil, toplumsal bilinç ve direnç -ki ikisi birbirinden ayrılmaz- için olmazsa olmaz bir araçtır.
Her şeyin hızla tüketildiği bu çağda, kalıcı bir anlam, sürdürülebilir bir adalet ve amasız bir özgürlük hayal ediyorsak, bu idealleri somut adımlarla canlandırmak da sorumlulumuz. Bizi nefessiz bırakan bu döngüyü kırmak, yaşamımızı savunmamızın önkoşulu. Şimdi, zamanın ruhunu anlayan ve dayanışma içinde hareket edenlerle hakikati yeniden keşfetme zamanı. Bu döngüyü kırmak, örgütlenmek, dayanışma içinde kolektif bir direnç oluşturmak, özgürlük ve adalet arayışında yeni yollar açmak ile mümkün olacaktır.
(HA)