"Sosyalizmin işine yaramayan tek bir nota yazmıyorum!"
Komünist partiye üyeydi, siyasi ülkülerin yayılması için şevkle çalışıyor ve istikbale iyimserlikle bakıyordu. Davaya hizmet etmeye baş koymuş iyi bir organizatördü; sınırlarını daima genişletmeye meyilli olduğu sanatında öncü ve yenilikçi bir profil çiziyordu. Barış şarkıları veya 1 Mayıs şarkılarının yanı sıra aşk şarkıları besteleyip onları söylemekten de zevk alıyordu.
Gayet inançlı ve üretken bir sosyalist olarak memleketi Çekoslovakya'da muhtelif ödüllere layık görüldükten sonra Jan Kapr'a 1951'de Sovyetler Birliği tarafından verilen Stalin Ödülü, varabileceği en üst nokta olmuştu.
O artık rejimin propagandasında besteleri layıkıyla kullanılan bir yıldızdı.
Klasik müzikte bile deneyselliğe yer olduğunu kanıtlarcasına çalışmalarına ömrü boyunca istikrarla devam edecek, kendi tonunu ve ses düzenini araştırırken yeni kodlara, şifrelere dalacak, yaratıcılığını polifoninin yanı sıra tenafürle yoğrulmuş eserleriyle de taçlandıracaktı.
Fakat bilhassa Stalin Ödülünü almasından sonra rejim onu daha da yakından takip ediyordu. Swing Kralı olarak tanınan ahbabı Rudolf Antonín Dvorský vatan hainliğiyle suçlandığında Kapr'ın affedilmesine yönelik talebi kabul edilmiş olsa da rejimle karşılıklı güvenleri sarsılmaya başlamıştı...
Hayatının özel anlarının kaydedildiği amatör filmler sayesinde enerji dolu Kapr'ın ne kadar sevecen bir eş ve yeri geldiğinde baba olduğunu, aynı zamanda her fırsatta şaklabanlığa meylettiğini, tabiata, bahçeciliğe ve kuşlardan bilhassa baştankaragillere ne kadar çok vakit ayırdığını görüyoruz.
Mümkün olabilecek seviyede tanırmış hissine kapıldığımız Kapr'ın renkli dünyasını opera formatındaki bir belgeselle keşfetmek çok zevkli. Yönetmen Lucie Králová Çek Cumhuriyeti/Slovakya ortak yapımı 91 dakikalık filmi televizyon belgeseli estetiğine asla oturtmak istemediği için opera yönetmeni Jiří Adámek'le işbirliğine girip Kapr'a hakkını vermiş.
İsviçre'nin Nyon kentinde yıllardır düzenlenmekte olan Visions du Réel belgesel festivali sırasında, prömiyeri daha geçenlerde gerçekleşmiş olan "Kapr Kodu" (Kapr Code) yaratıcılığın politik bir harekete nasıl dönüşebileceğinin de ispatı.
Karşımızda John Cage'in Komünist versiyonu denebilecek bir müzik dehasının olduğunu unutmamakta fayda var.
Kendine has belgesel
Filmin bütünü, görüntülerin seslerle gayet uyumlu biçimde eşleştiği, müzikal estetiğin ritimle coştuğu, insan sesinin müzik enstrümanlarıyla mütemadiyen paslaştığı akıcı bir montaja sahip. Muhtelif sesleri çıkarmakta ustalaşmış icracılar kâh tek başlarına, kâh koro halinde kulaklarımızın pasını sildikleri gibi Kapr'ın sürprizlerle dolu evrenini de layıkıyla tanıtıyorlar. Seyirci olarak biz de hem bestecinin hem de filmin yönetmeni Králová'nın arayış ve keşiflerine ortak oluyor, klasik biyografik belgeselin sınırlarını hep beraber aşıyoruz.
Oyuncaklı belgesel dedikleri bu olmalı!
Birbirinden eğlenceli aile arşivi filmleri sayesinde kahramanımızın ömrü boyunca muzdarip olduğu sağlık problemleri bir yana, muhtelif mutsuzlukları olduğunu sezinliyor, iki ayrı eşten olan çocuklarının tümüne aynı alakayı göstermemiş olduğunu tahmin ediyoruz. Kadınlarını deli gibi sevdiği, sıcakkanlılığını tüm çevresine yaydığı da aşikâr. Her şeye rağmen bitmez tükenmez yaşam enerjisine, neşesine hayran olmamak ne mümkün!
Film boyunca Kapr'ın rejimle kademe kademe bozulan ilişkisine de şahidiz. Bir koreografi gibi tasarlanmış belgeselde rejimin nefesini gittikçe artan bir dozda Kapr kadar biz de ensemizde hissediyoruz.
1968 yılında memleketi işgal edildiğinde vaziyeti açık açık bildirmek üzere meşhur Rus besteci Dmitri Şostakoviç'e yazdığı mektup bardağı taşıran son damla oluyor.
İşgale, haksız tutuklamalara, bitmez tükenmez baskılara karşı dolduğu isyan hisleri Stalin Ödülünü iadeyle, parti üyeliğinden istifayla sonuçlanacak, müzik akademisinden atıldığı gibi eserleri kara listeye alınıp artık icra edilmeyecekti.
Başta politik olarak konformist bir profil çizerken sonradan bir isyankâra dönüşmüş Kapr'ın hikâyesi, müziğindeki gelişim kadar ilham verici. Kahramanımız baskı ve sansüre rağmen mümkün olduğunca ödün vermemeyi ve yaratıcılığına ket vurmamayı başarmıştı. Kariyerinin olgunluk döneminde ortaya çıkardığı kodlu müzik formunu ve daha fazlasını merak edenler için Králová'nın filmi Kapr'ın çok yönlü dünyasına estetik bir giriş sağlayabilir...
Kızıl Afrika
Bu sene 7-17 Nisan tarihleri arasında organize edilmiş Visions du Réel'de dünya prömiyeri gerçekleştirilen filmler arasında Sovyetler Birliği çağına dönmemizi sağlayan bir film daha vardı. Günümüzde daha çok Çin'in yayılmacı politika ve icraatına benzetilebilecek Afrika çıkarması 1960-1990 arasında gerçekleşiyor; seyirci bu uğurda S.S.C.B.'nin muhtelif kaynaklarını nasıl seferber ettiğine detaylarıyla şahit oluyor.
Birbirinden renkli ve neşeli, propagandaya yönelik arşiv filmleri asık suratlı komünist klişesini altüst ediyor, gayet estetik restorasyon ve ritmik montajın güçlendirdiği atmosfer sayesinde kendimizi adeta vadedilmiş cennetler diyarında buluyoruz.
En başta eğitim olmak üzere, istihdama yönelik büyük yatırımlar, hammaddelerin en modern teknolojiyle kullanılır hale getirilmesi ve daha birçok atılım Afrikalı halklar için zamanında büyük ümitler doğuruyor.
Film genelde gencecik Brejnev'in sanki ev sahipliğinde, dönemin Afrika devletleri liderlerinin resmigeçidi haline geliyor; halk mevzubahis olduğunda Afrikalı erkeklerin teşhir etmekten çekinmedikleri vücutları perdeye herhangi bir sansüre ihtiyaç duyulmadan, homoerotik nüanslarla yansıyor. Güçlü bedene sahip insanların ne kadar verimli olabildiğine dair yüreklendirici imajlar rejim tarafından layıkıyla kullanılmaktaydı.
Yönetmenliğini Alexander Markov'un üstlendiği 2022 Rusya-Portekiz ortak yapımı 65 dakikalık belgesel "Kızıl Afrika" (Krasnaya Afrika/Red Africa), kıtada sosyalizm adına heba edilmiş fırsatları, kapitalizm namına yok edilmiş umutları hatırlattığı gibi sömürgecilik hülyalarının, ne türden olursa olsun eninde sonunda buharlaştığını da teyit ediyor.
(MT/AÖ)