Pekin’de 6 metre karelik ama fazlasıyla kalabalık bir oda, Aziz Nikola adasında sadece bir yaşlının yaşadığı bir köy, Québec’in Kuzey-Kıyı bölgesinde hiçbir insana rastlamadığımız muhteşem bir coğrafya (ve İmroz’dan [Gökçeada] şahsi bir anekdot).
Antikapitalist ve otorite aleyhtarı gençlerin takıldığı, daracık ve tıkış tıkış bir oda düşünün. Ortama hâkim olan devrimci atmosfer kadar muhtelif uyuşturucu ve uyarıcıların sağladığı ruh ve beden halleri de dikkat çekici. Mekânın saykadelik müziğin yanı sıra siyasete ve felsefeye de meraklı esas oğlanı Li Eryang gece gündüz misafir ağırlamaya, uzun tartışmalara ama mutlaka keyifli zamanlar geçirmeye kendini adamış vaziyette.
Sunduğu ikramların da desteğiyle daracık ev-odanın neredeyse sınırsız bir çekim noktası olduğu muhakkak, fakat her şeye rağmen belirli bir düzene, asgari de olsa temizlik derecesine, birbirine hürmet sınırına dikkat ediliyor(mu?)…
Montreal’de geçenlerde düzenlenmiş olan RIDM belgesel festivalinin uluslararası yarışma büyük ödülüne layık görülen Cumhuriyet (Republic), Busan IFF’de en iyi belgesel MECENAT ödülünü kazandı. 2023 Singapur, Çin ortak yapımı 107 dakikalık filmin yönetmeni Jin Jiang seyirciyi bütün bu süre boyunca çıkmaz bir sokağın sonunda, dışarıdan pek az ışığın girebildiği sıkışık ortamda tutup imkânlarımızı epey zorluyor.
Yönetmen, dar alanın getirdiği müşkülatı aşmakta maharetle muvaffak olsa da, klostrofobik bir tecrübe yaşamak için biçilmiş kaftan bir belgeselle karşı karşıya olduğumuza şüphe yok!
Dünya prömiyerini Busan’da gerçekleştirdikten sonra film Berlinale’de, MoMA’da, Cinéma du Réel’de, Docaviv’de ve en son Montreal’de seyirciye ulaştı.
Belgeselin adı kendine has idealist ilkelerden yola çıkılarak mekâna gururla verilmiş isimle aynı. Fakat daha filmin başlarında asma yatakta uyumakta olan genç bir kadının oğlanlar arasındaki belli belirsiz bir mutabakat sonucunda cinsel tacize uğrama ihtimaliyle yüzleşiyoruz. Hür seks prensiplerini kafasına göre yorumlayanların gene erkekler olmasına şaşırdınız mı?
Filmin bir diğer çarpıcı sekansı ise donuk bir haşlanmış pirinç kalıbının tencerede erimeye epeyce direnmesi sonucunda kör bir makasçıkla parçalara bölünerek ısıtılma operasyonu.
Şayet film Türkiye’de gösterilirse, son sığınakmış gibi sunulan ütopik bir istikbalden daha optimist ve mücadeleci ruhun gençlere sirayet etmesi dileğiyle...
Köyde tek başına
Kapkara lav kalıntılarından müteşekkil bir coğrafya tahayyül edin. Devasa dalgaların kükremesi eşliğinde, okyanustan aniden yükselen sarp kıyılar, koca koca kayalar, belli belirsiz patikalar, harabe halinde taş evler. Tanrıların adeta lanetlediği bir coğrafya sanabilirsiniz terk edilmiş vadiyi, hayalet yerleşimi, simsiyah kumlardan müteşekkil kumsalı…
Oysa Ribeira Funda köyünde 1984 yılından beri tek başına yaşayan 76 yaşındaki Quirino kendi için başka bir ihtimal düşünemiyor. Onu şefkatle sarmalayan evcil ve yabani hayvanlar, mütemadiyen açık olan radyo, tabiatın değişken ve muhteşem halleri, ama bilhassa hatıraları…
Muhteşem sinematografi ve coğrafyaya layıkıyla eşlik eden müzik seyirciyi kahramanımızın evrenine muhakkak ki dahil ediyor. Sağlığın günbegün zayıflamasıyla yavaşlayan ritim, azalan fonksiyonlar, sığınılan mazeretler…
Carlos Yuri Ceunink imzalı Omi Nobu, Yeni İnsan (Omi Nobu, l’homme nouveau) bize yalnızlığı seçmiş bir insan portresini sosyolojik referanslarla sunuyor. Hayatının sonuna yaklaşmış bir ferdin her şeye rağmen optimistliğini koruması, bazı hakikatleri kabul etmekte zorlanması, rutinine tutunarak hayatını aynen idame ettirmeye çalışması bana birebir babamı hatırlattı desem yalan olmaz.
Ouagadougou Panafrican Film ve Televizyon festivalinde en iyi belgesel ödülü dışında Hot Docs’ta mansiyona layık görülen 64 dakikalık belgesel en son RIDM’in yarışmasında da şansını denemişti. Yeşil Burun Adaları, Fransa, Belçika, Sudan ortak yapımı biyografik eser IDFA vesilesiyle Hollanda’da, Lüksemburg’da, Almanya’da ve Amerika Birleşik Devletlerinde olmak üzere muhtelif festivallerde de gösterildi.
Karşımızda kahramanıyla çevresine odaklanan klasik ve bildik bir güzelleme var. Fotoğraf yönetimi için de tabii ışığı azami mertebede kullanan cilalı bir işçilik diyebiliriz.
Bunların dışında beni cezbeden Quirino’nun dünyasına nüfuz edebilmem, gidip gelen bilinciyle yüzleşmem, hatıralarına sığındıkça sekansların hipnotik enerjisi sayesinde kahramanımızla özdeşleşebilmem oldu diyebilirim.
Eskiden capcanlı olan köyde artık Quirino’nun yalnızlığı mutlaktır. Koca bir kayanın yuvarlanmasıyla bir genç ölmüş, ahali köyü tamamıyla terk etmiştir. Lakin genel manada İstanbul’un Prens Adaları misali, Yeşil Burun adalarının da “bereketi” geçmişte kalmış, kahramanımıza daralan zamanında parıltılı maziye tutunmaktan başka çare kalmamıştır…
Tabiatla baş başa
Kendimizi tabiatın şefkatli kucağına, insan unsurunu hiç görmeme lüksüyle teslim etmek istediğimiz anlar için diyalogsuz Işığın Arkeolojisi (Archéology de la lumiére/Archeology of light) ideal bir belgesel.
Karşımızda video sanatı örneği sınıflandırmasına yakışan, estetik olarak seyirciyi tatmin eden, insana tefekküre dalma imkânı sunan konforlu bir seyirlik var.
Yönetmen Sylvain L’Espérance asla acele etmeden okyanusu, kıyıya vuran dalgaları, kayaları, bitkileri, bulutları takibine alıyor, bazen usulca kendi etrafında dönen kamerayla, bazen sabit bir bakışla bizi teferruata doyuruyor. Huzur içinde tabiatla baş başa kalıp tecrübe ettiklerini seyirciyle paylaşmakta muvaffak olduğunu belirtmekte de fayda var.
İtinalı ses ve görüntü yönetiminin eşliğinde tempomuzu mutlaka düşürüyor, yönetmenin arada sırada münasip gördüğü estetik müdahaleleri memnuniyetle özümsüyoruz. Maddenin muhtelif hallerini takdir ediyor, Minganie coğrafyasında suyun, kayaların, sazların dokularını adeta tenimizde hissediyoruz.
Montreal’de organize edilmiş 2024 RIDM belgesel festivalinin ulusal yarışmasında yer almış ve deneysel sıfatıyla da betimlenmiş 71 dakikalık film Jüri Özel Ödülüne layık görüldü.
Işığın Arkeolojisi belgeseli hareketli bir fotoğraflar dizisi olarak da nitelenebilir fakat mutlak olan bir şey varsa, o da bir sinema eseri olarak bize sunduğu tecrübe, bir odaklanma, rahatlama, arınma ve yücelme hissi; tıpkı seneler boyunca çok benzer fotoğraflar çekerken şahsen deneyimlemiş olduğum gibi…
Aklıma en karanlık dönemlerimden, yaşama tekrar bağlanmama epeyce katkıda bulunmuş İmroz (Gökçeada) ve coğrafyasını fotoğraflamaya başladığım günler geldi. Kameramla bir şekilde sahiplendiklerim tabiatın belki çok basit şekilleriydi; fakat onlara konsantre oldukça bir çeşit transa giriyor, ardından müthiş bir tatmin ve gevşeme boyutuna adeta terfi ediyordum. O kadar ki, günün birinde iki askerin bana yaklaşıp ne yaptığımı sorana kadar varlıklarını hiç hissetmemiş olmam benim için olağanüstü bir durumdu. Fotoğraf çektiğim belliydi, herhangi askerî bir bölgeye dikenli telleri aşarak girmemiştim ve üstüne üstlük ortalıkta fotoğraf çekmenin yasak olduğunu bildiren herhangi bir tabela da yoktu! Fakat onların gözünde Tepeköy’den Marmaroz sahiline patikalardan yürüyerek ancak inatçı keçiler veya sahiplerini (nedense) çoktan kaybetmiş “rasta” İmroz koyunları varabilirdi.
Adada daima itinayla beslenmiş ajanlık paranoyasının en zayıf hedeflerinden askerleri ikna etmemin mümkün olmadığını bildiğimden isteklerine uygun olarak karakola onların eşliğinde yürüdüm ve adeta gözaltına alındığımı hissettim. Hava kararırken asker dolusu koca bir askerî kamyon beni adanın merkezi Panayia’dan almaya gelmiş, yanına oturtulduğum nispeten yüksek rütbeli asker bana “Aşağıda gününü göreceksin!” dediğinde kanun dışı herhangi bir aksiyonda bulunmamış olmanın rahatlığıyla kendisine cevap bile vermemiştim. Merkezde karşısına çıkarıldığım gayet nazik askerî yetkiliye “orada” bulunmamın sebebini aktardıktan sonra serbest olduğumu öğrenmiş, başıma gelen işgüzarlık hakkında asla söylenmeden “eser”lerimden müteşekkil bir fotoğraf albümünü en kısa zamanda kendisine ulaştırmayı taahhüt etmiştim.
O zamanlar İmroz, malum “talihsiz” tarihî anekdotlardan ötürü, müptelası olduğum “Hayaletada” ruhunu hâlâ koruduğu için, ısrarlı ziyaretlerimden çok kısa bir süre sonraki ilkinde söz verdiğim şekilde hemen garnizona koştum. Albümü kendisine şahsen teslim edemedim çünkü o anda izinliydi. Lakin fotoğraflarımı beğenip beğenmediğini öğrenememem bir yana, tabiatın o basit dışavurumlarını belgelemek için neden bu kadar zahmete girdiğimi epeyce merak ettiğini düşünmeden edemedim. (RL/TY)
58 yaşında hayatını kaybeden sanatçı Volkan Konak için öğle namazını müteakip Levent’teki Barbaros Hayrettin Paşa Camisi’nde cenaze namazı kılındı.
Anadolu Ajansı’nın haberine göre, sanatçının sevenlerinin yoğun ilgi gösterdiği törende, taziyeleri eşi Selma Konak kabul etti.
Cenaze törenine katılan sanatçılar arasında Orhan Gencebay, Erol Evgin, Resul Dindar, Alper Kul, Aylin Kontente, Melek Baykal, Müjdat Gezen, Sinan Özen, Hakan Altun, Berkay ve Hüsnü Şenlendirici de yer aldı.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, törenin ardından basın mensuplarına yaptığı açıklamada, şöyle konuştu:
“Geçen hafta İstanbul’un iradesine yapılan darbeye ilk tepki veren sanatçılardandı. Bugün rakam 2900’ün üzerine çıktı. 3 bine yakın sanatçı imza attı. O, ‘Hepimiz cesaretle bir adım öne çıkmalıyız’ diyen kişiydi. Kampanya 800 imza olduğunda kendi yurt dışındaydı. Bir arkadaşı aramış, ‘Volkan sen de imza koymayı düşünür müsün? diye. ‘Ben oraya imzayı değil kalbimi basarım’ demiş. Volkan Konak bu demek işte.
“Hepimiz onu çok özleyeceğiz”
CHP lideri Özel, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu ülkenin haklı mücadelelerine bütün yüreğini basan birini kaybettik. Dereler, çocuklar, ormanlar, insanlar onu çok özleyecek. Hepimiz onu çok özleyeceğiz. Çok üzgünüz. İstanbul’da, gördünüz, bir cenaze törenini aşan, başka bir duygu var burada. Yarın da Trabzon Maçka’da olacağız.
“Volkan abimiz, Volkan Konak’ı, bu toprakların cesur, devrimci evladını hep beraber, toprağına teslim edeceğiz. Allah gani gani rahmet eylesin. Hakkımız bizden yana helal olsun. İnşallah o da bu kadar onurlu bir mücadeleden sonra hakkını bizlere helal etmiştir. Çok özleyeceğiz. Acımız çok büyük hepimizin başı sağ olsun.”
Konak’ın cenazesi memleketi Trabzon’un Maçka ilçesinde defnedilecek.
Asur ve Babillerden bu yana Asuriler, Keldaniler ve Süryaniler tarafından kutlanan Akitu Bayramı uzun süren kıştan sonra tarımsal faaliyetin başlama dönemini ifade ediyor.
Akitu Bayramı her yıl 1 Nisan'da yeni yılın başlangıcı olarak kutlanıyor. Dünyanın en eski bayramı olan Akitu Bayramı, Sümer, Akad, Babil, Asur, Aram ve Kalde dönemlerinde görkemli etkinliklerle kutlanıyordu.
"Akitu (Kha b-Nisan) kutlu olsun"
Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan yayınladığı mesajda Asuri/Süryani halkının Akitu (Yeni Yıl ve Bahar) bayramını kutladı.
Paşinyan'ın mesajında şu ifadeler yer aldı:
"Ermenistan'daki tüm Asurileri/Süryanileri, Yeni Yıl vesilesiyle içtenlikle kutluyorum. Bu bahar, sevgi ve bereket bayramının, önümüzdeki yıl boyunca size eşlik etmesini dilerim. Önümüzdeki yılın Ermenistan Asurileri/Süryanileri için yeni başarılar yılı olmasını, kadim ve güçlü Asuri/Süryani kültürünün taşıyıcılarının, anavatanları haline gelen Ermenistan Cumhuriyeti'nde ana dillerini ve kültürlerini koruyup geliştirmelerini diliyorum. Ermenistan Cumhuriyeti'ndeki Asuri/Süryani vatandaşlarına ve dünyanın dört bir yanına dağılmış Asuri/Süryanilere refah ve mutluluk diliyorum. Akitu (Kha b-Nisan) kutlu olsun, en iyi dileklerimle"
DEM Parti Akitu Bayramı'nı kutladı
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Halklar ve İnançlar Komisyonu’ndan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Yüksel Mutlu, Asuri, Süryani ve Keldani halkının, yeni yıl ve baharın gelişini sembolize eden, dünyanın en eski bayramı olarak bilinen Akitu Bayramı dolayısıyla yazılı açıklama yayımlandı.
Akitu Bayramı’nın bu yıl 6 bin 775’incisinin kutlandığı hatırlatılan açıklamada, “Tarih boyunca maruz kaldığı pek çok katliama rağmen inancına, kimliğine ve kültürüne sahip çıkan Asuri, Süryani halkının Akitu Bayramı kutlu olsun. Bu yıl aynı zamanda Ramazan Bayramı’na da denk gelen Akitu Bayramı, halklar ve inançlar arasında barış ve kardeşliğe vesile olsun. Ortadoğu coğrafyasında yaşanan çatışma ve savaşlar nedeniyle Türkiye, Irak, Suriye ve Lübnan’da nüfusu azalsa da Asuri ve Süryani halkı hem anavatanında hem de dünyanın dört bir yanında Akitu Bayramı’nı kutlamaya devam ediyor” denildi.
Türkiye'de yaşayan tüm halkların anadil, kültür ve inançlarının korunması için mücadelenin süreceği belirtilen açıklamada, “Akitu Bayramı'nı bir kez daha kutluyor; tüm insanlığa barış ve özgürlük getirmesini diliyoruz” diye belirtildi.