Türkiye’de 22 yıllık AKP hükümetlerinin, “çıkan” sandık sonuçlarıyla da kaybettiği bir yıl olan 2024’ün en popüler konularından ve tartışma başlıklarından birisi haline gelen belediyeler-yerel yönetimler, özel bir hizmet sunum alanında yapılması gerekenler ve gerekçeleri üzerinden tartışılacaktır. “Belediyeler, sağlık ve sağlık hizmetleri” başlığındaki bu alanın gerekçelerini daha kolay ifade edebilmek için; konu, biraz fazla sayıdaki alt başlık dizgesi ile bir grup yazıda ele alınacak. Bunun için de belediyelerin kapitalist toplum biçimindeki varlık gerekçesi ve bunun kapitalizmin gereksinimine uygun olarak zaman içindeki değişim süreci ile “belediyelerin özerkliği” konusu sınırlı bir çerçevede de olsa tartışılmaya çalışılacaktır.
İdari yapı
Bilindiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin idari yapısı merkezi ve yerel yönetim yapıları olmak üzere, iki ana gruba ayrılır. Ve Anayasa’nın 123. maddesinde yönetimin kuruluş ve görevlerinde “merkezden yönetim ve yerinden yönetim” ilkelerinin uygulanacağı belirtilir. Bununla birlikte, yönetime egemen olan “merkezden yönetim ve yerinden yönetim” ilkeleri, tek başına uygulanmaz. Çünkü, merkezden yönetim ve yerinden yönetim birbirlerini tamamlayan ilkelerdir. Özellikle de “idare”nin nihai ve gerçek amacı toplumun refahı ve mutluluğu ise bu ilkelerin “birbirini tamamlama” ‘gereksiniminin’ tümüyle bir ‘zorunluluğa’ dönüştüğünü belirtmek gerekir.
Tarih boyunca ülkeler, siyasal, toplumsal ve ekonomik yapısına göre ya merkezden yönetime ya da yerinden yönetime ağırlık vererek yönetsel yapılarını düzenlemiştir. Türkiye’de yönetsel yapı, merkezden yönetime ağırlık verilerek örgütlenmiştir. Hizmetlerin sunulması için gerekli yetkiler devlet merkezindeki idare tarafından kullanılmakta, tüm kararlar devlet tüzel kişiliği adına alınmaktadır. Hizmetlerin gerektirdiği gelir ve giderler de devlet bütçesinden tahsis edilmektedir.
Türkiye’de “yerinden yönetim” iki grup altında incelenebilir. İlki, “yer olarak yerinden yönetim”; yerel topluluklara tüzel kişilik kazandırılarak, ortak gereksinimlerini giderecek bir idareye sahip olmayı ifade eder. Örnek olarak köyler, mahalleler ve belediyeler gösterilebilir. İkincisi, “hizmet olarak yerinden yönetim”dir. Bazı kamu hizmetlerinin özellikleri gereği, genel idare faaliyetleri çerçevesinde yürütülmesinin olanaksızlığı ya da güçlüğü karşısında hizmetin ayrı bir tüzel kişilik şeklinde örgütlenmesidir. Üniversiteler, kamu iktisadi teşekkülleri (KİT’ler), Karayolları Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri ve Orman İşletmeleri Genel Müdürlüğü bu grubun örnekleri arasında sayılabilir.
Bu bağlamda muhtarlık ve ihtiyar kurulları, il genel meclisleri, belde, ilçe, il ve büyükşehir belediyeleri ile belediye meclisleri de “yer olarak yerinden yönetim”in asli birer parçasıdır. Öyle ki muhtarlar, ihtiyar kurulu üyeleri ile belde, ilçe belediye meclis üyeleri ve il genel meclisi üyeleri ile belediye başkanları beş yıllık süreler için halk tarafından seçilir. Günümüzde sayıları 30’a ulaşan büyükşehir belediye başkanları da doğrudan halk tarafından seçilirken, büyükşehir belediye meclisi o büyükşehirdeki ilçe belediye meclis üyeleri arasından aldıkları oy oranına göre belirlenir.
Yer olarak yerinden yönetimin işlevi
Sınıflı toplumsal yaşantının neden olduğu eşitsiz gelişim, devletin kendi içinde işlevsel ve coğrafi-topraksal farklılaşma olarak kendini göstermiştir. Yerel yönetim yapılanmaları, bu duruma bir yanıt olarak ortaya çıkmıştır. Yerel yönetim bir yandan merkezi yönetimin yerel düzeydeki temsilcisi olarak yukarıdan aşağıya doğru empoze edilen politikaların uygulanmasına aracılık ederken, diğer yandan yerel güçlerin kendi çıkarlarını savundukları bir araç̧ olarak var olmuştur. Başka bir ifadeyle, yerel yönetim, merkezi yönetimin yerel düzeydeki temsilcisi olarak "ulusal" bütünlüğün kurulmasını sağlarken, yerel güçlerin temsilcisi olarak da yerel düzeyde "görece özerk" bir yapının oluşturulmasına katkıda bulunmuştur.
Kapitalist toplum biçiminde belediyelerin işlevi
Emperyalist ülkelerde yaklaşık 400, bağımlı kapitalist ülkelerde de yaklaşık 200 yıl boyunca kent nüfusunun büyük çoğunluğu sanayi ve kamu çalışanları ile ailelerinden oluşmuştur. Bu dönemde kentlerde belediyeler, temel olarak sanayi patronlarının maliyetini azaltabilmek üzere yapılandırılarak bu işlevi yerine getirmiştir. Belediyeler söz konusu işlevini ulaşım, su, elektrik, doğal gaz, konut, ısınma, kreş, sosyal ve kültürel vb. gereksinimleri düşük ücretler karşılığında kamusal olarak sağlayarak hayata geçirmiştir.
Başka bir ifadeyle, kentlerde yaşamanın, emekçiler için maliyetinin görece düşük olabilmesi için belediyeler tarafından sunulan hizmetler, belediye kaynaklarıyla sübvanse edilmiştir. Daha sonradan sosyal, toplumcu, Keynesçi vb. belediyecilik olarak adlandırılan bu uygulamaların esas amacı, sanayi patronlarının emek-gücü maliyetini azaltabilmektir. Böylece, belediyeler aracılığıyla kentlerde yaşamanın maliyeti, özellikle de çalışanlar için asgari düzeyde standart bir günlük yaşamın maliyeti, azaltılarak, emek gücünü satarak yaşamak zorunda olanların ücret artışı talepleri dolaylı yoldan da engellenmeye çalışılmıştır.
Kapitalizm, yetmişli yıların başında belirginleşen yapısal krizinin ardından yeniden yapılanmaya başlayınca, sömürünün-kârın kaynağı sanayiden finans ve hizmet alanına kaydı. Belediyeler de diğer üst yapı kurumlarıyla birlikte yeniden yapılandırıldı ve işlevi değiştirildi. Kent arazisi üzerinden öncelikli olmak üzere, kent rantı üretimi, dolayısıyla spekülasyonu ve paylaşımı öne çıkan işlevleri haline getirildi. O zamana kadar kamusal olarak sunulan hizmetler (su, elektrik, doğalgaz, ulaşım vb.) özelleştirildi ya da taşeronlar eliyle sunulmaya başlandı. Ulusötesi sermayenin ülkelere giriş çıkışının önündeki engeller de kaldırıldığından, “neoliberal belediyecilik” olarak adlandırılan bu dönemde belediyeler, küresel ekonominin parçası haline getirildi.
Türkiye’de 30 yılı aşkın süreden beri özellikle büyükşehir belediyelerinin mali bilançoları incelendiğinde; temel alt yapı faaliyetleri de dahil olmak üzere pek çok alandaki yatırımlar için merkezi hükümetten bağımsız olarak uluslararası finansman kuruluşlarıyla doğrudan ekonomik ilişkilere girmiş oldukları görülecektir. Bu nedenle, söz konusu dönemdeki uygulamalarla, dünya genelinde olduğu gibi, Türkiye’de de çoğu belediye hizmetlerinin, toplumun gereksinimlerinin karşılanarak toplumsal refah ve mutluluğun sağlanması için planlanması hedefinden uzaklaşıldı. Topluma yönelik hizmetlerin sübvanse edilmesi adeta yasaklandı.
Özellikle Dünya Bankası vb. uluslararası kuruluşların hazırlayıp sunduğu yasal değişikliklerin ülkeler tarafından hayata geçirilmesiyle birlikte, belediyelerin “finansal kaynak sağlama” gerekçesiyle, ulusötesi sermeye gruplarının gereksinim ve önerilerini dikkate alarak yeni kentsel planlama ve düzenlemeler yapmasına ve hızla uygulamasına neden oldu. Bunların sonucunda da günümüzde; insan ve canlı yaşamının öncelenmediği, kolaylaştırılmadığı, herkesin parası kadar gereksinimini karşılayabildiği bir kentsel yaşantı ve bunu yöneten bir belediyecilik modeli oluşturuldu. Öyle ki bazı ülkelerde, yaşamsal bir zorunluluk olan, “su” satın alabilecek parası olmayanların yağmur sularını biriktirmelerinin dahi zor kullanılarak engellendiğine bile tanık olduk.
(OH/AS)