Ulusların binlerce yılın süzgecin geçirerek yarattığı anadilden hiçbir toplum feragat etmez. Çünkü anadili kaybedildiğinde veya terk edildiğinde, koca bir “geçmiş” silinir gider. Bunun farkında olan uluslar, anadillerini korumak için her türlü fedakarlığı yapmışlardır. Çünkü bir ulusu ortadan kaldırmak isteyenler daima ilk önce o ulusun anadiline saldırmışlardır. Buna karşılık birçok ulus da kendilerine yönelik saldırılar doğrudan anadiline vardığında harekete geçmişlerdir. Bu uluslardan biri de toprakları Hindistan ve Pakistan arasında bölündüğünde sesini çıkarmayıp da anadilleri yasaklandığında harekete geçen Bengallilerdir.
Bengal halkının anadili yasağına karşı ilk tepkisi “Bengal Dil Hareketi”ni kurmak olmuştu. Anadili mücadelesinde birçok kayıp da verdiler. Tam da bu yüzden bugün Uluslar arası Anadil Günü olarak kutlanan 21 Şubat, Bangladeş’te “Dil şehitleri Günü” adıyla anılmaktadır. Aynı şekilde dilleri saldırı altında olan diğer uluslar da 21 Şubat’a daha çok sahip çıkmakta. Ama aynı ilgiyi anadilleriyle ilgili sorun olmayan egemen uluslarda göremiyoruz. Çünkü her insan gibi her ulus da en nihayetinde kendi yarasından kanıyor. Belki de bu nedenle Uluslar arası Anadil günü, sadece belli ulusların ilgilendikleri bir gün olarak kalmaktadır.
Tekrara düşen anadili tartışmaları
Türkiye coğrafyası çok dilli ve çok kültürlü olmasına rağmen anadiline yönelik politikaların kapsayıcı olmadığı aşikar. Çünkü Türkçe dışındaki dillere ilişkin herhangi bir dil koruma programı mevcut değil. Belki de bu nedenle 21 Şubat, devlet katında gerekli hassasiyeti yaratamıyor. Genellikle icra makamı ve muhalefet, anadil talepleri karşısında ya susmakta ya da ülke gerçekliğinden kopuk açıklamalar yapmakla yetinmekte. Bunun temel sebebi, ne bugün ne de yakın gelecekte bir politikalarının olmayışıdır. Tabii uluslar arası sözleşmelerin belirttiği kıstaslara uygun bir anadili politikasının olmayışı, Kürt sorununu da çözümsüzlüğe sürüklemektedir. Çünkü Kürt sorunu, en temelde bir anadili sorunudur.
Oysa anadili, çatışmalı süreçlerden ve kriminal kodlamalardan bağımsız olarak en nihayetinde insani ve vicdani bir haktır. Ama ne yazık ki anadil hakkı bile güvenlikçi politikalarda bir argüman olarak kullanılmıştır. Bu nedenle anadili politikasında yıllardır “kendini tekrarlayan bir süreç”in içindeyiz. Bu durum, anadili mücadelesi verenleri de belli bir noktadan sonra tekrara düşürmüştür. Bu da her 21 Şubat’ta birbirini tekrarlayan söylem ve etkinlikleri görmemize neden olmuştur. Dolayısıyla anadili mücadelesinde yenilikçi bir yol açmak zorunluluğu kaçınılmazdı. Tam da bu noktada Demokratik Bölgeler Partisi’nin kazandığı belediyelerde anadiline ilişkin açtığı kurumlar, başlattığı kampanyalar ve düzenlediği festivaller anadiline adeta nefes aldırmıştır. Dolayısıyla 96 DBP belediyesine kayyum atanmasından en çok Kürtçe başta olmak üzere diğer dilleri etkilenmiştir.
Belediyeler anadili için şans olabilir
Bu anlamda DBP belediyeciliği Kürtler başta olmak üzere bölge halkları için bir umut olabilmiştir. Çünkü DBP, daha başından itibaren yerel yönetimde bütün kültürleri koruyacağına yönelik bir perspektiften yanaydı. Bu kapsamda birçok il ve ilçede düzenlenen doğa ve kültür festivalleri, sinema ve tiyatro günleri; anadilde eğitim veren kreşler ve okullar; çok dilli tabelalar ve hizmetler şüphesiz anadilin biraz olsun nefes almasını sağlayan çabalardı. Tabii Kürt coğrafyasında anadiline yönelik bütün çalışmalar, kayyum uygulamalarıyla tamamen ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla kayyumlarla birlikte Kürtçe başta olmak üzere diğer diller adeta belediyelerden çıkarılmış ve belediyelerin “yerel”le bağı kesilmiştir.
Oysa devletin idari yapılanmasında tanımlanan “yerel yönetimler” doğrudan demokrasinin birer adresi olarak halka ilk elden dokunan kurumlardır. Dolayısıyla hiçbir yerel yönetim, içinde bulunduğu toplumun özgünlüğünden farklı davranamaz. Çünkü toplum görünmez değildir; ve her toplum, sahip olduğu özellikleriyle vardır. Dolayısıyla 31 Mart belediye seçimleri bir yönüyle Kürtçe başta olmak üzere anadillerin belediyelerde tekrar yer almasının seçimidir. Çok dilli ve çok kültürlü bir belediyeciliği savunan yerel yönetimlerle birlikte kısırdöngüye dönüşen anadili tartışmaları da bitebilir.
Çünkü anadili, en nihayetinde barınabileceği ve kendini geliştirebileceği bir yuvaya sahip olacaktır. Tam da bu noktada Halkların Demokratik Partisi, bütün renklerin bir arada yaşadığı perspektif anlayışıyla yerelin özgünlüğüne göre davranarak çok dilli ve çok kültürlü bir belediyeciliğiyle dikkatleri üzerine çekecektir. Dolayısıyla bütün halkları kucaklayacak bir belediyecilik anlayışıyla yerel yönetimleri renklerin ve dillerin bahçesine çevirecek bir anlayışa ihtiyacımız var. Aksi takdirde kamplaştırıcı ve kutuplaştırıcı politik bir zihniyet dünyasında farklı dillerin de bir arada kardeşçe yaşamasına imkan olmayacaktır. (İG/HK)