[Görsel: Huşartsan, 1919'da bugün İstanbul'da Divan Oteli'nin bulunduğu yerdeki Ermeni Mezarlığı'na dikilmiş olan ve 1922 yılında yok edilen ilk Ermeni Soykırımı anıtı.]
İnsan vicdanı en ufak yükü kaldıramaz oluyor 1,5 milyon damladan sonra dahi taşamadıysa. Sekiz yıl önceki kendime sorsam "Bu yaptığın bir diplomata yakışmaz" derdi; bugün bir diplomat olmadığımı biliyorum ve sekiz yıl sonraki halime biraz huzur diliyorum.
2006 yazında Ankara'dayım. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde ilk yılım geride kalmış, diplomat olma hayaliyle bir enstitünün açtığı TBMM yaz stajı programına başlıyorum. Henüz Hrant Dink ile tanışmamıza 4 ay, onun öldürülmesine 5 ay var.
Dışişleri Komisyonu beni stajyer olarak seçiyor, Mehmet Dülger'den Zürcher'li Cumhuriyet tarihi dersleri alıyorum sohbetlerimizde, ziyarete gelen yabancı diplomatları izliyorum, komisyonda görüşülen uluslararası antlaşma metinlerini dikkatle okuyorum... Çok kravatlı günler.
Ofiste bakanlık ile ilgili yazışmalarımızın bulunduğu dosyayı izin alarak okumaya başlıyorum. Aralarından unutamadığım bir tanesi şu: Berlin BE'den gelen İRTEMÇELİK imzalı bir bilgi notu tüm misyonlarımıza zincirleme gönderilmiş, hala özendiğim diplomatik diliyle şunu diyor: Avrupa'da size sözde Ermeni Soykırımı ile ilgili sorular yöneltildiğinde Belçika'nın Kongo'da yaptıklarını hatırlatabilirsiniz.
Çok gizli kalmış bir yanı da yok aslında bu yazdığımın. Ermeni Soykırımı'nın 1998'te resmen tanındığı Belçika'da soykırımın inkarını suç sayan bir yasa teklifi 2005'te meclisten geçmişti. Türkiye de "misilleme" olarak İngiliz-Türk Parlamenter grubunun çabasıyla İngiliz Parlamentosu'nda Belçika'nın Kongo'da işlediği soykırımın tanınması için bir tasarı sunmuştu o yaz.
Aynı yılın Ekim ayında Fransa'da da benzer bir tasarının kabul edilmesi üzerine TBMM'de bunu kınayan konuşmalar yapılmış, Adana'da "Cezayir Soykırımı Anıtı" yaptırılması kararı dahi alınmıştı.
TBMM Dışişleri Komisyonu'nun son yıllardaki faaliyetlerine bakarsanız her sene Hocalı Katliamı'nı tanıyan bildiri yayımlamak ile başka ülke meclislerinin Ermeni Soykırımı'nı tanıyan bildirilerini kınamanın artık rutin haline geldiğini görürsünüz.
Acı gerçek, utanmazlık sözde
Dürüst olalım, bütün dünyanın soykırım olarak tanıdığı bir suçun başına "sözde" koymazsak Doğu Anadolu'yu Ermenistan'ın ele geçireceğini düşünen nesiller yetiştiriyoruz.
Emekli büyükelçilerimiz, bireysel olarak soykırımdan utanç duyan ve özür dileme ihtiyacı hisseden vatandaşların davranışını ihanet olarak niteliyor ve başlığa taşıdığım mantıksızlığı yeniden üretiyor: "Ermeni iddialarını tümüyle haklı görürcesine özür dilemek girişimini bir tarafa bırakıp, öncelikle, yakın geçmişte masum Türk diplomatlarını, görevlilerini ve aile bireylerini acımasızca katletmiş olan Ermenilerin Türk ulusundan özür dilemesini sağlamak gerekir."
Bir de böyle sorayım o zaman: ASALA'nın 1973–1986 arası giriştiği terör eylemleri 1915'te Osmanlı yönetiminin işlediği soykırım suçunu affettirir mi?
Affettirmemiş ve utandırmamış olacak ki, Türkiye ASALA'ya cevaben Abdullah Çatlı gibi kontra-gerillaları MİT desteğiyle Avrupa'ya gönderip Ermeni kültür merkezleri ve soykırım anıtlarına karşı benzeri terör eylemlerini gerçekleştirmişti.
Ben 1915'ten utanıyorum
Devlet mekanizması diplomatından kiralık katiline dek bu büyük suçu inkar etmek için seferber olmuş olabilir. Resmi tarih bu suçun zanlılarını Cumhuriyet'in varlığıyla özdeşleştirmiş, caddelere isimlerini verip milli kimliğe işlemiş olabilir.
Ama ben bugün bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak 1915'te Ermenilere yaptıklarımızdan dolayı utanıyorum. "1915'te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felâket'e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum."
Bunu da her sene 24 Nisan'da tekrar ediyorum. Söylemeye de, oğluma hatırlatmaya da devam edeceğim. Çünkü utancımın kaynağı Ermeni diasporası değil, aşırı milliyetçi Ermeniler değil, Amerika'daki Ermeni lobisi değil, Fransa'daki veya Belçika'daki Ermeni asıllı milletvekilleri değil... Utancımın kaynağı kimliğim. Bu kimliğin henüz geçmişiyle yüzleşemediğini Hrant Dink öldürüldüğünde gördüm ben. Eğer bir katille bir devlet memuru Türkiye bayrağı önünde gülümseyerek poz veriyorsa o bayrağı nasıl benimserim artık? Bir azınlık gazetecisini hedef haline getiren orduya, onun katillerini koruyan hükümete nasıl güvenirim?
Bu toprakların altında sadece Çanakkale şehitleri kefensiz yatmıyor, katledilmiş binlerce Ermeni, Rum, Kürt ve Süryani de var; İstanbul'dan Suriye'ye dek karış karış ölüm. Kendimi en çok ait hissettiğim Gezi Parkı'nın dahi taşları kırılan Ermeni mezarları. Umudum da orada, bir gün Huşartsan'ın altında oğlumla beraber başka çocuklar ansınlar bu günü. Utancım mirasımdır. (EKS/HK)