9 Kasım öğle suları
Baş-boğaz ağrısı, geniz akıntısı ve üşüme hissi başladı birdenbire.
Oysa birkaç saat önce hiçbir yakınmam yoktu. Hatta 14 yataklı COVID servisinin sorumluluğunu üstlendiğim iki hafta boyunca da yakınmam hiç olmamıştı.
Ve hatta iki gün önce servis sorumluluğunu başka bir meslektaşıma devretmiş ve kontrol PCR testi bile yaptırmıştım. Evet, şanslı bir hekimim: Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu Üyesi’nin “pratik olmadığı” için sağlık çalışanlarına PCR takibinin yapılmadığını açıkladığı bir ülkede, çalıştığım hastane sekiz aydır kendi çalışanlarının PCR takibini yapıyor.
Ne çok erken hasta yakaladık bu sayede bir bilse, bir görse, bir fark etse...
Daha iki gün önce COVID servis sorumluluğunu üstleneceğim için kiraladığım odada kalırken “negatif”tim. COVID’e yakalandığı için evde tedavi alan enfeksiyon hastalıkları uzmanı arkadaşım, bizzat bildirmişti sonucu. Ne çok sevinmiştim. “Bu dönemi de hasarsız atlatacağım galiba” demiştim kendi kendime.
Sonra hiç tıbbi ve N95 maskemi çıkarmadığım aklıma geldi. Biraz rahatladım. Başka bir viral enfeksiyondur dedim –biraz da dileyerek...
Kiralık oda
Şimdi bana soracaksınız neden oda kiraladın diye...
Sebebi basit: Çünkü pandeminin ilk döneminden farklı olarak bu dönemde sağlık çalışanlarına misafirhane tahsis edilmiyor.
Hal böyleyken sorayım: Evde 88 yaşında bir annem var, nasıl gidebilirim COVID servis sorumlusuyken akşam eve? Ya ona bulaştırırsam korkusu uyumama izin verir mi? Ve dahası ya bulaştırırsam. Baksanıza Türk Toraks Derneği’nin yaptığı araştırmada sağlık çalışanlarının önemli bir kısmının evde birlikte yaşadığı yakınlarına virüsü-hastalığı taşıdığı gösterildi. Ya ben de anneme taşırsam? 50’sine ramak kalmış bir insan olarak ben ayakta atlatabilirim pek muhtemelen, ama ya o?
Pekiyi ama neden kimse sağlık çalışanlarına misafirhane tahsis etmiyor bu dönemde?
Bu dönemde COVID servis sorumluluğunu üstlenmeden önce sordum soruşturdum, belediye sordurdum, “Sağlık çalışanı olarak kalabileceğim bir misafirhane falan var mı” diye... Nisan-Mayıs döneminin aksine bu dönemde futbol karşılaşmaları başladığı için misafirhane tahsis edilmemiş sağlık kurumlarına ve dolayısıyla sağlık çalışanlarına.
Zaten hatırlarsanız sağlık çalışanlarına yapılmayan PCR takibi de futbolculara yapılmakta. Misafirhane bulamadığım o anlarda düşündüm kendi kendime; nedir acaba sağlık çalışanlarını bu derece değersiz yapan? Son kertede futbol yaşamsal bir gereklilik değil, oysa sağlık çalışanları hayati bir görev ve sorumluluk üstleniyor kendilerini de riske ederek. Ama yine de futbolcular kadar değerli değiller. Neden acaba?
Transfer fiyatı ve bonservis mi belirliyor değeri?
Evden çalışma
Dikkat ederseniz biraz önce, 7 Kasım’daki test sonucumun negatif olduğunu, COVID olduğu için evde izolasyona tabi olup tedavi alan enfeksiyon hastalıkları uzmanı arkadaşım verdi demiştim.
Size de garip gelen bir sorun yok mu bu cümlede? Hani biz sağlık çalışanlarından başka COVID tanısı konulmuş hangi meslek grubu sorumluluğunu bu düzeyde devam ettiriyor hastayken dahi –sıklıkla kendisini örseleme pahasına?
Evet açık sözlülükle ifade edelim ki, sekiz aydır özellikle göğüs ve enfeksiyon hastalıkları uzmanları, yoğun bakım ve acil sağlık çalışanları, filyasyon ve COVID servis ekip üyeleri ancak COVID olunca dinlenme hakkına kavuştular. Ama bu hakka rağmen, özellikle hafif-orta düzeyde geçirenler, hastaya dair sorumluluklarını evden takip ettiler.
Gaddar ve kahhar devlet de onlara PCR incelemesi yapmayarak, bir misafirhane bile tahsis etmeyerek, “istifa edemezsiniz” yazılı bir paçavra yazı yayınlayarak ve hak ettikleri özlük haklarını vermeyerek ödüllendirdi. Salgın pik üstüne pik yaparken halkına “maske, mesafe ve temizlik” öğütü vermek ve parmak sallamak dışında bir şey yapmayan devletten başka ne beklenebilirdi ki...
9 Kasım öğleden sonra
Herkes seferber oldu ve hızla tetkiklerim yapıldı.
Herkesin gözünde “acaba” ve “hayır olmasın” kuşkuları ve dilekleri vardı. Tetkik için kanımı alan hemşire “Bu hastalık şahımızı da mı aldı yoksa?” dedi.
Sadece yutkundum bu kadirşinaslık karşısında. Tek kelime edemedim.
Sonra acil hekimi bir meslektaşım geldi, burnundam ve boğazımdan sürüntü almaya. Ne riskli bir iştir bilir misiniz? Düşünsenize COVID olduğu için hiç temas etmeseler dahi apartmandan atılan, eve alınmayan, etiketlenen ve dışlanan insanların olduğu bir ülkede, o burnum ve boğazımdan sürüntü alacak ve bu işlem sırasında refleks olarak öksüreceğim için (varsa) virüslerime maruz kalacak.
Eli hiç kıpırdamadı, hiç “Acaba” demedi, “Ucundan kıyısından alıp öksürtmeyim de kendimi koruyayım” demedi –her gün onlarca hastasına yaptığı gibi. Nasıl hakkı ödenebilir ki bu özverinin?
Sonra görüntüleme... Herkes elinden gelenin fazlasını yapıyor. “Derin nefes alın hocam” diyor teknisyen arkadaşım.
Derin bir nefes alıyorum, gözlerimi kapıyorum ve gözümün önüne çok yaygın akciğer tutulumu olan hastaların görüntüleri geliyor. “Acaba” sorusu insanın içini kemiriyor. Ama daha inceleme odasından çıkarken radyolog meslektaşım “Akciğer tertemiz” diyor. Meğer ben içerdeyken o eş zamanlı izlemdeymiş...
Sevinmek gerek bu sonuca kuşkusuz. Ama aklıma uzak, çok uzak bir kentteki diğer meslektaşım geliyor. Bir dönem asistanımdı. Şimdi yapay akciğerde yaşama tutunmaya çalışıyor. Çünkü akciğeri tamamen virüs tarafından işgal altında –onlarcası gibi.
Hal böyle olunca akciğerlerimin “temiz” olmasına nasıl sevinebilirim ki. Yüzü aşkın sağlık çalışanının akciğerleri iflas ettiği için kaybedildi. Ben nasıl sevinebilirim ki. Sadece teşekkür ederek çıkıyorum radyoloji bölümünden.
Şimdi sırada kan ve PCR sonucunu beklemek kaldı. Uzun bekleme başladı.
9 Kasım akşamüstü
Arabada yol alırken çaldı telefonum.
Akıllı telefonlar her türlü sürprizi bozuyor. Misal; arayanın ismini gösterdiği için neden arandığını da anlıyor insan. Şimdi de öyle; enfeksiyon uzmanı arkadaşımın ismini yazdı arayan olarak akıllı telefon.
Az sonra “pozitif” ya da “negatif” bir sonuç söyleyenecek bana ve o karar kısa dönemde hayatımı doğrudan etkileyecek...
Açtım telefonu. İçten, samimi, dost bir ses: “Hadi bekliyoruz seni, ilaç başlayacağız, pozitifsin.”
Bir insana COVID olduğu bu kadar iyi söylenebilir mi diye geçirdim içimden...
Sonra aslında kendimi(zi) bu sonuca hazırladığımı(zı) anladım. Kan tetkikleri iyi kötü pozitifiğe işaret etmiş ve bizi hazırlamıştı. Pekiyi bundan sonra ne olacak?
O an insanın aklına kendi sağlığından çok, sana ihtiyacı olanların bu olaydan nasıl etkileneceği geliyor. Peşi sıra “Acaba kime bulaştırdım?” kaygısı düşüyor. Sonra “Herkese haber vereyim, hızla test yaptırsınlar kendilerini” düşüncesi kaplıyor zihni. Sağlık çalışanlarının kaderi bu olsa gerek.
Ama öte yandan dışarıda arkanı toplayacak birisinin olduğunu bilmek, dostlarının seni izleyeceklerini öngörmek, her birisinin “buradayız, destek olacağız” mesajlarını almak ve nitelikli bir sağlık hizmetine erişebilir şanslı bir azınlık içerisinde olduğunu fark etmek iyi geliyor.
Oğlunun sesini duymak, onunla hastalığını paylaşmak, birbirimize karşılıklı moral vermek çok iyi geliyor.
Ve hepsinden önemlisi bir limana sığınır gibi sığınmak.
Macera başladı, bakalım nasıl sürecek...
Not: Hastalığımı bilmeyen tanıdıklarımı gereksiz yere paniğe sevk etmemek için isimsiz yazılmıştır.