Fatma, sancılarının yeterince sıklaştığına karar verip doktoru aradığında ve o da bize hemen hastaneye gitmemizi söylediğinde, sanki aylardır bu anın geleceğini bilmiyormuşum gibi ürperdim.
Okuduğum onca kitaba, dinlediğim onca nasihate, bu anı kafamda belki onlarca kez canlandırmış olmama rağmen, vakit geldiğinde elimin kolumun boşalmasını nasıl açıklayacağım? Galiba insan hiçbir zaman yaşamadan öğrenmiyor, beynini eğitse de kalbine söz geçiremiyor. Teori-pratik diyalektiği!
Hamilelik esas olarak kadının hayatını değiştirse de, erkek de –eğer tamamen umursamaz biri değilse- bunun dışında kalamıyor. Beslenme alışkanlıklarınızdan, günlük ritminize, hayatınızdaki olayların önem sıralaması değişiyor. Bir süre sonra da buna alışıyorsunuz doğrusu.
Sanki hep diyetinizdeki et-balık-sebze-meyve dengesini gözetmiş, her sabah portakal suyu ve omlet yemiş, hayatta sigara içmemiş ve alkollü içecekleri sadece bir sosyalleşme katkısı olarak görmüşsünüz gibi.
Sevdiğiniz kadının karnının burnuna varmış olmasını, orada yaşayan, kıpırdayan, tekme atan hatta hıçkıran küçük bir insan bulunmasını yadırgamamaya başlıyorsunuz. Doktorun sizi hastaneye davet etmesi, kurduğunuz bu yeni küçük dünyanın, status-quo'nun yeniden değişmesi demek. Ve değişim, insanı heyecanlandırıyor.
Ön hazırlık
Doğum için yapılması gereken, gerekmese de, o an hayatınızı kolaylaştıracak bir dizi hazırlık var. Bir hastane çantası oluşturmak ve onu evden fırlarken unutmayacağınız bir köşeye koymak bunlardan ilki. Çantanın içindekiler çoğunlukla anneyi ilgilendiren malzemeler: gecelik, pijama vesaire...
Babanın sorumlulukları arasındaysa, zorunlu olmamakla birlikte, ufaklığın ilk saatlerini kaydetmeye yarayacak fotoğraf makinesi gibi cihazların hastaneye taşınması var.
Erkek tarafını hastaneye bağlayan bir şey olmasa da, normal doğumda bir-iki, sezaryen halinde iki-üç gün sürecek hastane ziyareti sırasındaki refakatçilik kısmını eğlenceli hale getirecek bir kitap ya da dergi, temiz kıyafetler de çantaya eklenebilir.
Doğum öncesinde doktordan yaşayacaklarınızı öğrenmek de önemli. Hastanede hayatın nasıl sürdüğünü bilmek işleri kolaylaştırıyor. Hastaneye ulaşımı planlayıp arabada benzin olduğunu, taksi durağının numarasının elinizin altında bulunduğunu da garantilerseniz, hazırsınız demektir. İlahi çağrıyı gönül rahatlığıyla bekleyebilirsiniz.
Doğumhanedeki erkekler
Bunların yanı sıra vermeniz gereken bir karar daha var: Doğuma girecek misiniz, girmeyecek misiniz? Birçok doktor sezaryen ya da normal doğum olsun, erkek eşin doğuma katılmasına izin veriyor. Ama bu hak çoğu zaman eşle sınırlı, ikinci-üçüncü dereceden akrabalar ya da yakın arkadaşların böyle bir şansı yok.
Şimdi, ben bu konu üzerinde o ana kadar çok fazla düşünmemiş de olsam, doğuma girme konusunun toplumsal ve kültürel alanda geniş yankılar bulan bir mesele olduğunu gelen yorumlardan anladım.
Bu konuda da, herkesin deneyimi olmasa da bir fikri var ve taraflar kendi pozisyonlarını can siperane savunuyorlar.
Erkeğin doğuma girmesine karşı olanların öne sürdüğü sav, insanın sevgilisini "o halde" görmesinin hem onun için hem de insanlık alemi için doğru olmadığı yönünde.
Daha çok, önceden doğum yapmış kadınlar tarafından savunulan bu görüş bir yandan duygusal bir gerekçeye dayanırken, çok açıkça dillendirilemese de cinsellikle ilgili varsayımlar da içeriyor.
Yani, ne de olsa doğum sancılı bir iş, sezaryen de bir ameliyat, her halükarda kadının acı çektiği, bedeninin sınırlarının zorlandığı bir durum. İnsan, değil sevdiği kadını, tanımadığı üçüncü şahısları bile bu şekilde acı çekerken ve bunu dindirmek için elinden bir şey gelmez halde görmek istemez.
İşin cinsel yaşamla ilgili, dillendirilmeyen kısmı da, bu deneyimin bir daha asla iki sevgilinin gözünün önünden gitmeyeceği, bunun da libidoyu öldüreceği varsayımına dayanıyor.
Erkekler bebekten başkasını tanımıyor
Çoğunlukla bu deneyimi yaşamış erkeklerin iddiası ise, yaşanmadan anlaşılamayacak bir mucizeye tanık olmak isteyen herkesin doğuma girmesi yönünde.
Onları dinlerken, doğum sırasında orada doğum yapan bir kadının olmadığını, bir yerlerden bir bebeğin çıktığını sanabilirsiniz.
Hikayeleri tamamen bebeğin dünyaya gelmesine, dokuz ay boyunca görmedikleri için varlığına inanmadıkları bir insanın ortaya çıkmasına duydukları hayret üzerine kurulu.
Tanıkların muhtemelen nutku tutulduğundan, kendi pozisyonlarını savunacak detaylı bilgiler iletemiyorlar, ağızlarından çıkan tek cümle: "İnanılmaz bir şey!.."
Arada tek tük, eski racona bağlı sinema tutkunu da var. Onlar, doğumhanenin önünde volta atıp cigaralarını tüttürmeyi tercih ettiklerini söylüyorlar ama maalesef bugün bu çok mümkün eğil.
Malum, hastanelerde sigara yasağı başlayalı çok oldu, ayrıca ultrason icat olunduğundan beri, artık "beyefendi, kızınız oldu" diyen hemşireler de yok!
Kim doğuracaksa, o karar versin
Ben, kararı Fatma'ya bıraktım. Doğuracak olan oysa, ne şartlarda doğurmak istediğine de kendi karar verme hakkı vardı.
Doktorun emrinden sonra, çantayı arabaya attık, hızla hastaneye vardık. Bizim tonton göbek kordonunu üçüncü kez boynuna doladığından, dışarı çıkarken kordonun fazla gerilip kan akışının bozulması riskini almamak için doğum sezaryenle olacaktı.
Hemşireler Fatma'yı hazırladı, hastabakıcı sedyeye yatırdı ve ameliyathaneye doğru yola çıktık.
Epidural anestezi uygulanırken yakın aile üyeleri bir salona alındı, ben de ameliyathaneye girmek üzere uygun kıyafetleri giydim.
Ne kadar geçti bilmiyorum, bir hastabakıcı ayağımda sabolar, üzerimde önlük, başımda da bone olduğu hale beni Fatma'nın yanına götürdü.
Aylar önce hayatmızın değişmesine sebep olan sevgili küçük arkadaşın dışarı çıkması fazla sürmedi, herhalde 10-15 dakika olmalı. Doktoru Figen Hanım'ın, onu önümüze çektikleri perdenin üzerine kaldırdığını ve gördüklerimi Fatma'ya anlattığımı hatırlıyorum.
Hemen sonra bir viyaklama. Doktor, hastane dilinde "bebek Üstündağ"ın sağını solunu kontrol eder ve kaybolmaması için etiketlerken yanına gittim.
Dünyaya geldiği için çok mutlu görünmüyordu ama orası burası silinirken huzurlu bir şekilde yatıyordu. Ufaklığı sarıp sarmaladılar ve Fatma'nın koynuna koydular.
Bebek Üstündağ'ın, annesinin rahminden koynuna tam tamına 39 hafta 4 gün süren yaklaşık 40 santimlik yolculuğu sağlıklı biçimde sona ermişti. Heyecanım yaklaşık bir saat sonra Fatma'yı da odasına getirdiklerinde ancak yatıştı.
Yorucu bir gündü, ama şimdi geriye dönüp bakınca, ancak gelecek güzel günlerin habercisi olduğunu anlıyorum! (EÜ/TK)
* Haftaya: Kimlik meseleleri