Gazeteci Bekir Coşkun, 16 Mart 2008 Pazar günü yazdığı köşe yazısında şunları söylüyor:
"...üst kattakiler gürültü yaptığında dilekçe ile koştuğumuz savcı, cumhuriyet rejiminin tepesine çıkmış tepinenleri ve şikayetçi çığlıkları duymazlıktan gelecekti...
Yargıtay Başsavcısı; bütün Batı ülkelerinde olduğu gibi, yasaların verdiği 'laik cumhuriyeti koruma ve hesap sorma görevi'yle hesap soruyor.
Ki o yasalar demokrasimizin ürünüdür.
Elbette durup dururken değil...
Şikayetimiz vardı...
Şikayetçiyiz..."
Aramızda Yargıtay Başsavcısı’na gidip böyle bir şikayette bulunan var mıydı bilmiyorum, ancak bildiğim tek bir şey varsa, milyonlarca oy alıp iktidara gelmiş bir partinin "atanmışlar" eliyle kapatılmak istenmesini, üst kattakiler gürültü yapınca dilekçe yazarak "koştuğumuz" savcıya benzetme rahatlığını göstermek, bariz bir demokrasi hastalığına işaret ediyor.
Demokrasi hastalığı
Buna "demokrasi hastalığı" adını takmış olmamın bir sebebi var: Sevgili Bekir Coşkun, yine aynı yazısında demokrasiyi tanımlarken, "demokrasinin öbür adının hukuk olduğunu" söylüyor. Bu çok acı bir tanımlama değil mi?
Burada tutup da demokrasinin ne olup ne olmadığına dair bir tanım vermeye gerek yok, ancak tek bildiğimiz şey, demokrasinin "hukuk"tan ibaret olmadığı. Demokrasi, insanlık tarihinin yüzyıllar boyunca edindiği birikimin bir sonucu olarak, insana ait, insandan beslenen bir kavram. Yani olsa olsa, demokrasinin bir diğer adı insan olabilir, özgürlük olabilir.
"Hukuk" ise, yönetimdeki egemen kadroların kendi dünya görüşlerine, ideolojik bağlılıklarına, toplumsal bilincine göre yazdığı metinlerdir ve en başta "adil" olması beklenir.
Demokrasinin bir diğer adının hukuk olduğunu iddia etmek, günümüzün fazlasıyla devletçi, her bir toplumsal sorunda ordudan, Danıştay’dan, Yargıtay’dan çözüm bekleyen, halkın kimi konularda daha da politize olup sözünü söyleme hakkına saygı duymayan kişiler için pek de şaşırtıcı bir tutum olmuyor aslında…
Oysa biz demokrasinin diğer adının hukuk değil, adalet olduğunu duymak isterdik bazı kalemlerden… Adaletin, dünyanın her yerinde aynı anlama geldiğinin bilincinde olan kişilerden, onun temel bir insan hakkı olduğunu ve devletlerin kendileri için değil, içinde yaşayan insanlar için bir anlam ifade etmesi gerektiğini duymak isterdik.
Bize bahşedilen: Siyasi komedi!
Bu kadar isteğin arasında, bize bahşedilen tek şey, siyasi bir komedi olabiliyor ancak...
Yüz binlerce oy alıp meclise girerek büyük bir cesaret örneği gösteren ve Kürt sorununa dair meşru bir siyaset zemini yaratmayı amaçlayan Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) kapatılmak istenmesine alkışlarla destek verenler, bugün başlarına gelen akıbetle birlikte aynı sevinci yaşayabilecek mi?
Basının karşısına geçip gerine gerine "Ben PKK’yi terör örgütü ilan etmeyen kimseyle görüşmem" diyen ve DTP’nin kapatılmak istenmesine dair en ufak bir tepki vermeyen Sayın Başbakanımız, kendi başına gelen olay karşısında aynı sakinliği gösterebilecek mi? Görüyoruz ki, gösteremeyecek.
Haykırma zamanı geldi.
Özgürlüğün, kendi nasırına basıldığı vakit bas bas bağırılarak istenen bir şey olmadığını, bir bütün olarak ele alınması gerektiğini haykırmak zamanı. Kılık-kıyafet özgürlüğünün yanına üniversitelerde örgütlenme hakkını, parti kapatmak gibi bir garabetin Anayasa’dan kaldırılmasının yanına düşünce ve ifade özgürlüğünü koymanın zamanı.
Şikayetçiyiz...
Yönetimdeki kişiler, kendi siyasi tabanlarının talep ettiği özgürlükler söz konusu olduğunda harekete geçip, diğer her konuda üç maymunu oynadığı sürece, o hep arzulanan "özgürlükler noktasında toplumsal mutabakat" söylemi hiçbir zaman gerçekleşemeyecek.
Diyalogun ve meşru siyasetin yolu kapanmadan bir an önce harekete geçmek ve toplumun her kesimi için özgürlük talep etmenin tam zamanı. Ancak o zaman Bekir Coşkun gibi isimler çıkıp kendi şikayetlerini sevgili Yargıtay Başsavcıları’na değil, halkın kendisine anlatmayı başarabilir.
Bilmiyor musunuz Sayın Bekir Coşkun; biz de şikayetçiyiz! O kadar şikayetçiyiz ki, gırtlağımız yarılana, sesimiz çatlayana kadar özgürlük taleplerimizi haykırmış olduğumuz halde, bıkmadan usanmadan herkes için adalet ve özgürlük talep etmeye devam ediyoruz.
Biz de şikayetçiyiz, ama bizi dinleyen bir Yargıtay Başsavcımız ya da ordunun üst kademelerinden komutanımız yok!
Sizin var diye kendinizi şanslı hissediyor olabilirsiniz, ancak tıpkı bugün Başbakanımızın başına geldiği gibi, yarın bir gün o çok güvendiğiniz “hukuksal silah” size yöneldiğinde, kaçacak delik ararsınız, bizden uyarması... (SM/GG)