Akif Beki'nin Oral Çalışlar'ı yanıtlamak adına yayımladığı tefrikalarda, "feminizm ve kavramlarının eskidiği" iddiası en temel savunularından bir olmuş. Dişi ağrıyan dişçiye gidermiş misali, Beki de dönüp dolaşıp her fırsatta sözü siyasal alanda kadınlara pozitif ayrımcılık ve kota uygulanmasının yanlış olduğu savına getirmiş.
Ancak, erkek egemen cinsiyetçi fikirlerini savunmak adına tutunduğu bütün dallar elinde kalmış... Sıkıştığında referans gösterdiği kişileri satmakta, eleştirileri kendi keyfine göre değerlendirip özeleştiri yapmak yerine kendinin haklı çıktığını ilan etmekte de hiçbir sakınca görmemiş.
Ona göre:
"Diğer her şey gibi feminist klişeler de geç gelip geç gidiyor"muş bizden.
"Erkek egemen dil tabiri doğduğu topraklarda modası çoktan geçmiş klişelerden biri"ymiş...(1)
Geç kalmak, demode olmak mıdır?
Feminizmin bu topraklara hayli geç uğradığı saptaması doğrudur. Ki, bu saptama da Beki'ye ait değildir. Ancak, bir düşünce akımı ve pratiğinin; somut olarak da feminizmin dünyada miadını doldurduğunu iddia etmek için Beki'nin üstten ve bilimdışı klişe cümleleri dışında; gerçekten kayda değer, dikkate alınabilecek veriler gerekir.
Yani Beki ya da benzer kumaştan birileri feminizm ve kavramları demode oldu iddiasıyla ortaya çıktığında; hakikaten feminizm ve kavramlarının modası geçmiş olmuyor. Beki gibi birinin her hangi bir şeyin/durumun bu topraklara geç gelmesinin, onun demode olduğu anlamına gelmeyeceğini bilmesi gerekir.
Ayrıca her hangi bir düşünce akımının, fikrinin doğru ya da yanlışlığının yalnızca onun popülaritesi ve kitle gücüyle ölçülemeyeceğini de Beki'nin bilmesi lazım. Fakat tüccar siyasetine yıllarca danışmanlık yapmış Beki için işin "a,b,c'si" diyebileceğimiz basit doğruları hatırlamak böyle anlarda sorun olabiliyor. Yeri geldiğinde, bu türden genel doğrular bile bir kalem darbesiyle ters yüz edilebiliyor.
Bir an için Beki'nin feminizm ve kavramlarının dünyada "demode oluğu" iddiasını kabul etsek bile; yine de Beki'nin bu iddiasını Türkiye'ye monte etme çabasını ve kadınların siyasal alanda temsiliyetine karşı erkek egemen cinsiyetçi savlarını kesinlikle doğrulamaz, haklı çıkarmaz.
Beki istediği kadar sözü evirip-çevirip pozitif ayrımcılık ve kota uygulamasının yanlış olduğu iddiasına getirse de; hayat da, gerçekler de başka bir macerada akmaya devam ediyor, edecek... Bu coğrafyada kadınlar geç başlamış olsalar da, sosyalist kadın aydınlanmasının ışığında, hayatın her alanında eşitlik ve özgürlük mücadelesini büyüteceklerdir.
Hassasiyet mi hazımsızlık mı?
Akif Beki'nin tefrikalarında yer verdiği ve değinmeden geçmeyeceğim diğer orijinallik (!) de şu:
"'Erkek egemen dil' söylemini benimsemek, mefhumu muhalifinden bir 'kadın egemen dil'in varlığını kabul etmektir..." (2)
Diyor ve ekliyor: "Beni ikisine de karşıyım."
Temel itirazının ise "Kadın ya da erkek egemen oluşuna bakmadan, kadınlık veya erkekliği siyasal kimlik olarak kullanan dile" olduğunu belirtiyor.
Beki sık sık bu klişe cümlelerini tekrarlarken kestirmeden gidip, Eleştirel Feminizm Sözlüğü'nden kısa bir pasaj paylaşmak bana daha pratik geldi:
"Cinsiyet sosyolojisi ve antropolojisinde erkeklik ile kadınlık, erkeklere ve kadınlara toplumsal ve kültürel olarak affedilen özellikleri ve nitelikleri belirtir. Erkeklik ve kadınlık, kadınlarla erkelerin karşılıklı ilişkileri içinde ve bu ilişki aracılığıyla, var olur ve tanımlanırlar. Kadınlar ve erkekler için 'normal' olarak kabul edilen ve genellikle 'doğal' diye yorumlanan- [özellikler-G.A.S] erkek egemenliğinin damgaladığı toplumsal cinsiyet ilişkileri tarafından belirlenir."(3)
Beki'nin temelsiz itirazının hangi açıdan bakılırsa bakılsın hayatta bir karşılığı olmadığını görmek için öyle derin bir bilgiye sahip olmaya gerek yoktur. Zira toplumsal cinsiyetin belirlediği kadınlık ve erkeklik rolleri erkeğin egemenliğini garantileyerek toplumsal, siyasal, kültürel yaşamın bütün hücrelerini işgal etmiştir. Ve bütün sınıf ve katmanlardan erkeler de, yine sınıfsal, ulusal, ırksal bölünmüşlük paradigması içinde cinsel bölünmüşlüğün egemen cinsi olarak bütün ayrıcalıkları yaşarlar.
Ayrıca Beki her iki dile de karşı olduğunu söylese de, erkek egemen dili kullanmakla kalmıyor; feminizmin kendi dilini oluşturma çabasına da bir üst perdeden saldırıyor.
"Erkek egemen dili hadım etmeyi amaçlayan feminizmin yanılgısı nerede? Dili cinsiyet körü yapmaktı ise amacı, kadın egemen dilin gözleri niye açıldı? Koyu bir cinsiyetçiliğe kayıyor feministler, dilleri nötralize olmuyor bir türlü."(4)
Herhangi bir yerde, ilişkide egemenden/egemenlikten söz edilirse şayet; egemenliğin olmazsa olmazıdır bir tabiyat ilişkisinin, ezilenin olması... Yani Beki'nin iddia ettiği gibi 'erkek egemen dil'in olduğu yerde karşıtı 'kadın egemen dil' türemez... Ki bugün ancak erkek egemen dilin karşısında cins bilincine sahip kadınların/ kadın örgütlerinin bir kadın dili oluşturmasının gerekliliğinden, ihtiyacından ve çabasından söz edilebilir.
Bütün egemenlerin başvurduğu demagojiye sarılıp; hem erkek egemen dili kullanıyor Beki, hem de kendisini haklı olarak eleştirenleri cinsiyetçilikle suçluyor. Ve ne kadar uğraşırsa uğraşsın onun hassasiyet olarak sunduğu şeyin gerçekte hazımsızlık olduğu Beki'nin erkek egemen dilinde iyot gibi açığa çıkıyor.
Bozacının şahidi şıracı
Feminizme ilişkin en bayağı, demode saldırılardan biridir, feminizmi erkek düşmanlığı olarak tanımlamak. Bir diğer bayağılık da, erkeklerin kadınlara haklarını bahşediyor havasında; kadınlara akıl vermeye kalkışmalarıdır. Her iki durumda da gayet rahat ve pervasız davranmayı kendilerine bir hak olarak gören erkek bakış açısı Beki'de de aynen kendini göstermiş.
Her ne kadar Beki feminizmi direkt "erkek düşmanlığı" olarak tarif etmemiş olsa da; bir biçimde bu tanımı da kullanmış yazısında.
"... Erkek düşmanlığına gelince, o takıntı çürük temellerinden çatırdayalı çok oldu."(5) demiş ve kendince yeni (!) bir feminizm tarifiyle erkek egemen cinsiyetçi çizgiye ideolojik bir katkıda bulunmuş:
"Feminizm, serbest ve kolay eşitliğe sahip bir geleceğe hızla sıçramak isteyen kıt yetenekli kadınların sabırsızlıklarının (Marksizm'dekine) benzer bir istismardır..."(6)
Beki'nin tefrikalarındaki feminizm cehaleti bir noktaya kadar anlaşılabilir. Zira insanın okuyarak-inceleyerek her hangi bir konuda cehaletini gidermesi mümkün... Ancak Beki'nin durumunu yalnız başına cahilin cesaretiyle izah etmeye kalkmak büyük bir yanılgı olur.
Çünkü O, açıkça erkek egemenliğini savunmanın ötesinde, bir de kendi çapında ideolojik-politik katkı sunmanın peşinde. Ve bunu yaparken, parantez içerisinde de olsa Marksizme de dil uzatarak, akıl sıra bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyor...
Beki'de erkek aklı da öğüt de çok... Aynı zihniyeti paylaşan hemcinslerine seslenirken, satır aralarında kadınlara nasihat etmeyi, akıl vermeyi de ihmal etmiyor.
Erkeklere:
"Bari biz erkekler kadınları siyasette kayıralım ama sayıyla saymayalım, nitelikleriyle sayalım..." (7) diye seslenen Beki sözü yeniden pozitif ayrımcılık ve kota talebine getiriyor:
"Pozitif ayrımcılık ve kota talebi ise, özellikle cinsiyetçiliği yeniden üretmeleri başta olmak üzere birçok gerekçeyle tartışmalı alana giriyor. Kadına karşı ayrımcılıkla eşitlik adına mücadele edilirken erkeğe karşı ayrımcılık tuzağına düşülmesi bir sorun..."(8) sözleriyle esasında ağzındaki baklayı çıkarmış ve kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin erkeği tahtından edeceği korkusunu dışa vurmuştur.
Fikirlerindeki sığlık ve cinsiyetçiliği kadın mücadelesinin belirli bir düzeye ulaştığının farkında ki Beki, yazısında referans göstermeyi de ihmal etmemiş.
Beki'nin malum referanslarını Oral Çalışlar ve Ayşe Düzkan yeterince teşhir ettiği için tekrar etmeyeceğimi ilk yazımda belirtmiştim.
Yalnız bu konuda yöneltilen haklı ve yerinde eleştiriler karşısında Beki'nin tornistanına ilişkin birkaç şey belirmek istiyorum.
Çalışlar ve Düzkan'ın eleştirilerini yanıtlayan Beki diyor ki:
"... Tek tek sabıka kayıtlarını incelemem ya da temiz kâğıdı çıkartmam mümkün değil. Ya vereceğim isimlerden biri kadınlara karşı bir kusur işlemişse geçmişinde? ..." (9)
İşte tam da burada "Pardon özür dilerim. Cehaletimin, kurnazlığımın kurbanı oldum" demesi gerekirken, yenilgiye doymayan pehlivan misali bir kez daha demagojiye sarılıyor...
Sorun onun cehaletinin ötesinde bir gerçek olduğundan, düştüğü durumdan şu izahla kurtulmaya çalışıyor:
"Ayrıca iki noktadan sonra gelen tırnak içi metinlerin iktibas olduğu belliyken yaptığım alıntılardan dolayı hesaba çekilmek korkuttu beni. Başkalarının söylediklerini aktardığım için daha fazla hırpalanmayı göze almıyorum..." (10)
Oysa kendisinin de anlamakta zorlanmayacağı bir eleştiri yöneltmişti Çalışlar ve Düzkan... Elbette iki noktadan sonra ve tırnak içerisine alınan cümlelerin başkasına ait cümleler olduğu basit bir dil bilgisi kuralıdır. Ve bir yazıda birilerinden alıntı yapılmışsa bu; ya o fikirleri eleştirmek içindir ya da kendi fikirlerini güçlendirmek adına kullanılır.
Çok açık ki, Beki de yazılarında alıntılar yaptığı kişileri referans olarak kullanmıştı. Ancak aldığı eleştiriler karşısında, gerici, cinsiyetçi, fikirlerinin referanslarıyla birlikte çöktüğünü görünce; referanslarını da "satarak" işin içinden sıyrılmaya çalışmış.
Beki'nin tefrikalarında eleştiriyi hak eden satırlar hayli fazla. Ama bu kadar yeter diyip, Beki'yi "erkek aklıyla" baş başa bırakmak isabetli olacak. (FE/AS)
---
(1) A. Beki/ Oral Çalışlar'ın Feminist şakası / R.G
(2) Agy.
(3) Eleştirel Feminizm Sözlüğü, s.f 236
(4) A.Beki/ Feminizm boş klişeleri / R.G
(5) Agy.
(6) A.Beki/Oral Çalışlar'ın feminist şakası/R.G
(7) A.Beki / Feminizmin boş klişeleri/R.G
(8) A. Beki / Feministlerden Mektup Var / R.G
(9) Agy.
(10) Agy.
* 15 Ağustos 2011, Kandıra 2 Nolu T Tipi Cezaevi