Baştan söyleyeyim; bekar bir kadınım. Ancak bir gün bir “hata” yapar da evlenirsem bile az sonra okuyacaklarınıza inanacağım. Yazacaklarım evliliğin kadını köleleştirmesi üzerine kurulu değil. Buna inanmadığım için değil, çoğu örnekte doğrudur da hatta.
Başka bir açıdan bakalım istiyorum “bekâr olmak” üzerinden. Bana kalırsa, bir toplumda kadını kısıtlayan kuralların ana kaynakları din ve ahlaktır. Bu yazıyı okumaya niyetliyseniz bilin ki ne din ne de ahlak bir dayatma sebebi olmalıdır kadın için. Sizinle ya da toplumun büyük bir bölümüyle aynı dine sahip olmayabilir kişi, belki ineğe belki de kelimelere tapıyordur. Bilemezsiniz. Ahlak anlayışına gelince birinin ahlak anlayışı size göre ahlaksızlık sizin ahlak anlayışınız ise ona göre saçmalık olabilir. Şimdiden olumsuz bir yargı geliştirdiyseniz devam etmeyin derim.
Dedim ya bekâr bir kadınım. Yani şu meşhur “evli, mutlu, çocuklu” anlayışına tersim. Ters derken karşıyım demiyorum. Birisi de “ben hem evli, hem çocuklu, hem de mutluyum” derse saygı duyarım- ha inanmakta biraz zorlanırım doğru, ama buna karşı olmam. Nasıl mı tersim? Bekâr, mutlu ve çocuksuzum. Bu şu şekilde de olabilirdi bekâr- mutlu ve çocukluyum. Olamaz mıydı? Bizde olamayabilirdi, doğru. Bekâr ve çocuklu olunca çok ünlü biri değilsen seni ‘mutlu’ bırakmayabilirlerdi. Toplumun en dini ve en ahlaki değerlerine ters düşmüş, karşı çıkmış ve en iyi ifadeyle ‘öteki’ kadın olmuş olurdun.
Ben çocuk sevmiyorum. Çocuk seviyorum aslında da başkalarının olunca. Öyle ağlayınca annesine babasına verebildiğim, okulda başarısız olursa sadece yönlendirmeye çalışacağım, hastalandığında “geçmiş olsun” demeye gideceğim çocukları seviyorum. Benim olmayanları yani. Bu açıdan “duygusuz” olduğumu düşünenler ve hatta söyleyenler de oldu. Gerekli cevapları verdim, veririm. Bu nedenle çocuklu ve mutlu olma arasındaki bağıntı çöküyor benim durumumda.
Ama şu bekâr kadınlar için “yalnız” ve dolayısıyla “mutsuz” yakıştırması yapan, onlara acıyan gözlerle bakan, “neden evlenmiyorsun?”, “e bir çocuk doğurursun”, “evini kurarsın” diyen özellikle de aslında hayattan bezmiş, eşi hakkında sürekli şikayet eden, çocuklarının geleceği endişesiyle kendi hayatlarından olan, baktığında yaşından fazla olgunlaşmış insanlara bir çift laf etmeden bu dünyadan göçmek istemiyorum doğrusu.
Bana kalırsa bekar kadınlara “ah yazık!, bekar erkeklere “hayatını yaşıyor” diyen tüm kadınlar ve erkekler cinsiyetçidir. Eğer evliliği bu kadar mükemmel bir kurum olarak görüyorsan ya da eleştiriyorsan, her iki grup için aynı şeyleri söyleyeceksin. Ya “ah yazık “ ya da “hayatını yaşıyor”. Birine biri, diğerine biri değil. Buradan şöyle sonuçlar çıkıyor çünkü; bekâr kadın hayatını yaşayamaz. Yaşayamaz çünkü bekâr kadın dedin mi evinde oturan, gece dışarı çıkmayan, sevgilisi olmayan, sevişmeyen, bunalımda bir kadın figürü var ortak algıda. O yüzden evli değilsen, erkek yok, erkek yoksa “ah yazık!” Oysa evli olmamak yukarıda bahsettiğim gibi olmak anlamına gelmiyor. Bekâr ve bir sevgili sahibi olabilir kadın.
Toplumda bekâr erkek için yapılan ilk yorum ise “hayatını yaşıyor.” oluyor. Çünkü erkek dediğin özgürdür, her şeyi yapabilir!!! Kadınlarla birlikte olabilir, sevişebilir, gezer, tozar, istediği yaşta da baba olur. Ne ala memleket! Evet, biyolojik olarak kadınların zamanları kısıtlı ancak toplumun koyduğu kurallar ve oluşturduğu baskılar da kadının anne olma yaşını dilediği gibi seçememesine bir sebep değil mi? Belki kadın anne olmak istiyor ama toplum ya da aile baskısı nedeniyle kendini evlenmek zorunda hissediyor. Bekâr bir anne olmayı istiyor olamaz mı kadın? İlla ki evlenip, gerekiyorsa boşanmayı mı seçmeli? “Bir çocuk doğurayım, sonra olmazsa boşanırım.” diyen kaç kadın tanıyorsunuz, bir düşünün. Farklı bakalım, evlenmeden çocuk sahibi olan bir kadının yaşadığı travmanın bir bebeğin açlıktan ölümüne sebep olduğunu hatırlayalım. Sadece kadını suçlayarak vicdanlarımız rahat etti mi? O babanın anne kadar sorumluluğu yok muydu? Toplum kurallarının, sözde ahlaki değerlerinin kadına yaşattığı baskıları göz ardı edebilir miyiz?
İkinci konu ise “yalnız ve mutsuz” durumu. Bekâr kadın olmanın ikinci bir zorluğu insanların sizi hep yalnız, evde pijamalarını giymiş, mutsuz, hatta depresyonda,anti sosyal biri olarak görmeleri. Bekâr olmak yalnız olmak anlamına gelmeyeceği gibi, yalnız olmak da mutsuz olmakla eşdeğer değil. Yani bir insan yalnız ve mutlu olabilir dilediğince. Evini de kurabilir. Yalnız olunca düzen kurulmaz, eve mobilya alınmaz, yerleşik hayata geçilmez mantığından kurtulunmalı artık. “Bekâr evi” tanımlamasının dışında düzenli, yerleşik hayata geçebilen insanlar var dünyada, valla. Bekâra ev verilmez, - çünkü çok gürültü yapar, sevgilileri gelir, ah apartmanımızın ahlakı bozulur- durumları da hep aynı kaynaktan besleniyor. Evlenin, çocuk yapın, mümkünse de üç tane!
Ezcümle, aile denilen kurum, iyi kurgulanmış ve düzenli yürüyorsa, taraflar mutlu mesut yaşıyorsa ne ala! Değilse bile bekâr bir kadın olarak bana laf düşmez. Aynı şeyi evli insanlardan da bekâr kadınlar adına talep etmek ise boynumun borcu. Sizin dini ya da ahlaki normlarınıza uygun değil diye kişiyi özellikle de kadını evlenmeye yönlendirmek de size düşmez. Bırakın kim nasıl isterse öyle yaşasın! Gelip senin evinde yatmadıktan sonra!
Bu yazıda sözü geçen kişiler anne ve babalar olmasın ister(d)im. Çünkü çoğu anne ve baba çocukların mürüvvetini görmek ister. Yani hep bu cümleye sığınırlar. Eğer samimilerse onları tenzih ediyorum. Annemi en başta. Üzerine alınması gereken kim varsa, onlar alınsın ama!
Bir de “aman bu yazı çok outdated *olmuş (outdated özellikle İngilizce çünkü tarzları böyle bu arkadaşların) ben sevgilimle yaşıyorum, geceleri de çıkıyorum, kimseyi de takmıyorum” diyecek olanlar vardır, eminim. Ben de “kimseyi” umursamıyor ve hayatımı yaşıyorum ancak herkes bu kadar şanslı olmayabiliyor. Algıyı değiştirmek için “kimseyi de takmıyorum” demek yeterli olmuyor maalesef. Namus kavramına sığınılarak kadınların öldürülmesini engelleyemiyor, misal, bizim özgürlüğümüz. (SK/HK)
* outdated: modası geçmiş, süresi dolmuş, çağdışı