Bazen insanın kelimelerinin tükendiği anlar olur.
Anne sıfatı taşıyan/taşımayan, cinsel özgürlüğünü yaşayan / yaşamayan / yaşayamayan, bakire olan / olmayan, kendini "inançlı" olarak tanımlayan / tanımlamayan her gruptan kadınların söz dağarcığının tükendiği günler yaşıyoruz.
Kitlenin genişliğini Pazar günü Kadıköy'de "Benim Bedenim, Benim Kararım!" eylemi sırasında fark ettim. "Kadınlar buraya!" sloganını yol kenarından izlerken duyan başörtülü kadınlar alkışlar eşliğinde yürüyüşe katıldı, omzuna çocuğunu almış genç kadınlar da, türbanlı genç kadınlar da oradaydı. İstanbul kadın bedeninin kamusal bir tartışma objesi olmadığını, kamuya ait bir "mal" olmadığını 'birilerine' duyurabilmek adına Kadıköy'e gelmişti.
Kürtajı adeta seks düşkünü kadınların başvurduğu bir doğum kontrol yöntemi olarak gören hükümetin yine, yeni, yeniden nutkumuzun tutulmasına sebep olacak bir zamanlama ve anlayış içerisinde önümüze sundu. "Haziran'da bu yasayı geçireceğiz!" tavrına karşı bir duruş belirleme çabasında iken durum hükümet kanadından gelen her yeni açıklamayla konu "siyasi görüş/inanç/anlayış farkı"ndan ziyade "insan olmak" kavramı üzerinden ilerlemesi gereken bir tartışma halini aldı.
Kürtaj konusunu yoktan var ederek, Uludere'de yaşanan katliam ile arasında insanın tam anlamıyla canını acıtan bir ilişkilendirme kuran Recep Tayyip Erdoğan'ın açıklamasıyla tartışmalar başladı.
İlk tepkiler tecavüz mağdurları üzerinden olduğunda, kişisel olarak benim bu tartışma şekli ile alakalı rahatsızlığım oluştu. Konu bu düzlemde tartışılırken aklımdan geçen soru "Şimdi çıkıp 'Tecavüz mağdurlarının kürtaj hakkı olacak' dense, susmamız mı gerekecek?" idi. Yani tecavüz mağdurlarına bu hak tanınsa, bir kadının hazır olmadığı halde "Anne" olması "sorun değil" miydi?
Daha ben bu sorunsalı düşünürken hükümetten yeni açıklamalar geldi. TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün insanın kanını donduran Bosna benzetmesi ile tecavüz mağdurlarının da doğurması gerektiğini 'bildirdi'. TBMM Sağlık Komisyonu Başkanı Cevdet Erdöl'e göre ise kadın tecavüze uğrarsa çocuğa devlet bakardı.
Biz henüz bu insanlık dışı benzetmeleri, dâhiyane önerileri sindirememişken Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melik Gökçek tecavüz mağduru bir kişiyi kastederek "Anası olacak kişinin yaptığı hatadan dolayı çocuk niye suçu çekiyor? Anası çeksin! Anası kendisini öldürsün!" dedi. Tüm bu tartışmaların yapıldığı programlarda kürtajın yasaklandığı ülkelerde 68.000'i bulan anne ölüm oranları ile alakalı sorular ise "geçiştirildi".
Bu bir insanlık tartışmasıdır çünkü Bosnalı kadınların dramını siyasi malzeme yapan bir hukukçunun varlığını kabul etmiyorum. Kadını damızlık bir inek gibi gören ve tecavüze uğramış bir kadına "Sen doğur, devlet baba bakar" diyen zihniyeti ben kendime muhatap almıyorum. Tecavüze uğramış bir kadından bahsederken "Anası kendisini öldürsün" diyebilen bir vicdana ben 'insan' diyemiyorum. Bu kişilerin bırakın benim "yöneticim" olduğunu kabul etmeyi; kendileriyle aynı havayı soluduğumu dahi düşünmek istemiyorum.
Bir adım ileriye götürürsem; ben bu kişilerin (varsa) eşlerinin, kızlarının, yeğenlerinin, komşularının vicdanını, insanlık anlayışını da sorguluyorum. Bahsi geçen kişiler eve gittiklerinde onların bir kere daha düşünmesine sebep olacak bir söz söyleyemeyenleri de anlayamıyorum. Bir kadının bedeni üzerindeki tasarrufunu kaybediyor oluşuna karşı sessiz ve/veya onaylayan bir tavır takınmasını yorumlayacak söz bulamıyorum.
Bu süreçte ana muhalefet partisi CHP'nin oynadığı üç maymun rolünün de göz ardı edilmemesi gerekiyor. Kadıköy'deki eylemde desteğini sunan CHP milletvekili Melda Onur haricinde bu süreçte herhangi dişe dokunur bir açıklamaya rastlamadım. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun tartışmayı "yapay" bulduğunu söyledi ve kendisine yöneltilen, "Başbakanımızın kızı, kötü bir hamilelik geçirse kürtaj olmayacak mı?" sorusuna, "Başbakan yarın cevabını verir. Uzmanlık alanı biliyorsunuz kadın doğum uzmanlığı" diye cevap verdi.
Kısacası ana muhalefet lideri bu denli can alıcı, can acıtıcı bir konuda bir görüş belirtmek yerine konuyu sadece "gündem değiştirme çabası" olarak tanımladı ve detaylı bir soru sorulduğunda ise tek yaptığı topu başbakana atmak oldu.
Kürtaj bir suç, cinayet değildir ancak kürtajı bu şekilde tartışmak ve bu tartışmalara bu şekilde sessiz kalmak nazarımda büyük bir insanlık suçudur.
Durum bu olunca; Pazar günü Kadıköy'de Batı'ya öykünürken her nedense sosyal devlet anlayışı içinde sunulan imkânlar yerine cımbızla çekilen "kürtaj yasağı" anlayışına karşı ve bu yazıda ismi geçen Recep Tayyip Erdoğan, Ayhan Sefer Üstün, Cevdet Döler ve Reşat Çalışlar'a karşı bir ses çıkarıldı, varlık gösterildi.
Birbirinden anlamlı dövizlerin içinde en çok dikkatimi çeken: " Kürtaj benim seçimim, cinayet erkeğin yöntemi"ydi. İlk defa bir eyleme katılan, hatta kendi deyimiyle katılma cesareti gösteren arkadaşımın yorumu; "İnsan biraz olsun umutlanıyormuş böyle eylemlere katılınca" oldu.
"Zaten bir şey değişmiyor" diye susmak, korkuya kapılıp sinmek asla bir çözüm değil.
Eylemin en güzel özeti olduğunu düşündüğüm Ajda Pekkan şarkısı ile durmak gerek bu tavrın karşısında:
"Hür doğdum hür yaşarım kime ne kime ne
Köle miyim sana ben ay Sana ne sana ne!!" (ES/HK)