Bunun tek istinasıysa bebekler olmalı. Onlar, nasıl topluluk içinde gök gürültüsünü andıran pırtlar yapabiliyor, istedikleri yerde çişlerini edebiliyor ve bu durumda tepki görmek bir yana alkışlanıyorlarsa, sizi istedikleri sürece kaale almamakta da özgürler.
Bu babamın sesi!
Bebeklerle konuşmak, oldukça dallı budaklı ve üzerine yazılıp çizilen bir konu başlığı. Burada esas olarak içeriksel değil işlevsel bir sohbetten bahsediyoruz. Yani sizin ne dediğinizden çok bir şeyler söylüyor olmanız önemli.
Bu karşılıksız konuşmalar daha bebek anne karnındayken başlıyor. Günümüzde oldukça yaygın olan bir inanışa göre, bebek anne karnında da çeşitli sesleri ayırt etmeye ve bellemeye başlıyor. Bu durum, o dönemde zaten gittiği her yere bebeğini de götüren ve kendini dinleten anne için çok önemli değil ama babanın dünyadaki altı milyar insandan kendini ayırıp bir tanışıklık kurması için fırsat sunuyor.
O zamanlar deneyimli yeni babaların gözleri ışıldayarak ve altını kalın şekilde çizerek bildirdiği üzere, içerideyken kendisiyle konuşulan bebekler dışarı çıktıklarında babalarının dizinin dibinden ayrılmak istemiyordu.
Orta direği yıkan ayı ve diğer öyküler
İtiraf etmeliyim ki, bilimsel bir kanıt görmemiş olsam da, ben de bir dönem her akşam Fatma'nın karnına doğru demeçler verdim. Herhangi bir konu başlığı belirlemeden ya da yazılı bir metin olmadan uzun süre mantıklı şekilde konuşamayacağımı hesaplayıp, hasretle beklediğimiz Melih Yusuf'a kitap okumayı kararlaştırdım. Amaca uygun kitapları tespit etmek için kütüphaneye doğru seğirttim.
Burada püf noktası, aslında okumak istediğiniz bir kitap yerine, okurken çok da yoğunlaşmayı gerektirmeyen, tabiri caizse hafif kitaplar seçmeniz. Çünkü, bir göbeğe doğru yüksek sesle okuduğunuz kitabın ne dediğini anlamak çok kolay değil; fazla teklemek de daha doğmamış çocuğunuzun sizinle ilgili hayal kırıklığına uğramasına yol açabilir. İkinci bir nokta da, okuyacağınız metinlerin uzunluğu. Okuma süresi ne çocuğunuzun günde beş kere dinlemek zorunda kaldığı imamla sizi karıştırmasına yol açacak kadar kısa, ne de sonunu getiremeden ses tellerinizi heba edecek kadar uzun olmalı.
Şahsen ben çocukluğumdan beri pek sevdiğim Muzaffer İzgü kitaplarını bu iş için biçilmiş kaftan buldum. Her gece bir öykü. Yalnız, sonlara doğru okumaları aksattığımı da eklemem lazım.
Sezen Aksu, Serdar Ortaç, ben...
Doğumdan sonra da konuşmak bebeğin dil ve zeka gelişimi için çok önemli. Sevgili pratik tıp kitaplarının ve doktorların önerileri şöyle: Bebekle konuşurken gözünün içine bakın. Ona adıyla seslenin. Basit cümleler kullanın. El kol jestleri, yüz mimikleri kullanın. Cevaplayamasa da ona sorular sorun. Şarkı söyleyin. Sesinizin tonunu değiştirin.
Bu kısım nasıl konuşacağınızı anlatıyor. Ne hakkında konuşacağınızsa size kalmış. İşte, bir kez daha, size karşılık vermeyen biriyle ne konuşacağınız muammasıyla karşı kaşıyasınız. Bu noktada, Melih Yusuf'un aylarca dinlediği retro komik İzgü hikayelerinden sıkıldığını varsayıp farklı bir yöntem geliştirdim. Her gün işten eve döndüğümde ona günümün nasıl geçtiğini anlatıyorum. Her ayrıntısını. Yediğim yemekleri, yaptığım haberleri, arkadaşlarımla konuşmalarımı, havayı, suyu, trafiği, yolda gördüklerimi... Böylece günümü de bir gözden geçirmiş oluyorum.
Şarkı söylemeye gelinceyse, durum karmaşıklaşıyor. Müzik kulağımın pek güçlü olmaması ve hafızamın henüz anlayamadığım ilginç bir şekilde çalışması yüzünden, şarkı repertuarım hiçbirini tam olarak bilmediğim birkaç nameyle sınırlı. Ne bir ninni, ne bir türkü... Yalnız bu eksiklik, evrim kanunlarına da uygun olarak seneler içinde bir başka yeteneğimin gelişmesine yol açtı: Şarkı uydurmaca.
Şimdiye kadar "Çıksın kakalar çıksın / Kakalar kakalar çıksın" başlıklı presto bir bestem ve birkaç pop çalışmam var. Ayrıca halk arasında yaygın olarak bilinen ve bir dinleyince bütün gün insanın diline takılan güftelere için anın ruhuna uygun türettiğim sözler de bulunuyor.
Zeytin gözler
Yetişkinlerin dünyasında anlamsız görünen bütün bu çabaların ödülüyse, hem bebek hem de büyük ölçeğinde hiç küçük değil. Başlangıçta yüzüme bile bakmayan Melih Yusuf, zaman içinde gözlerini odaklamayı becermeye başladı. İlk defa kömür gözleriyle gözümün içine baktığında susup kala kaldım. Korkmadan, çekinmeden; sadece merakla bakıyordu.
Sonra, kısa bir süre için de olsa gözleriyle yüzümü takip etmeye, başını bana doğru çevirmeye başladı. Ve bir gün, sanırım öğle yemeğinde yediğim İzmir köfteleri anlatırken gülümsedi bana.
Artık beni dinlediğinden eminim, o yüzden sözlerimi de, şarkılarımı da daha özenle seçiyor, en güzel sesimle söylüyorum. Onu ne kadar sevdiğimi ona söylemeyi öğreniyorum. Günü gelince, o anlatacak ben dinleyeceğim; anlatacak güzel hikayeleri olsun.(EÜ)