Melih Yusuf doğdu, Fatma biraz iyileşti; bol bol ziyaret, tebrik ve ürkek antrenmanlarla geçen üç günlük hastane macerasının ardından elimiz boş, karnımız şiş girdiğimiz binadan kucağımızda bir bebek olduğu halde eve dönüyoruz.
Aylar boyunca kimisini dinlediğimiz, kimini kulak arkası ettiğimiz nasihatler, kitap sayfalarından süzülen bilgiler, hemşirelerin hızlı talimleri şimdi sınanacak.
Derken o da ne?! Kanuna göre benim sınanmam mümkün değil, Fatma'nın her şeyi tek başına yapması gerek. Çünkü babalar için doğum izni yok! Devlet, ağır sayılabilecek bir ameliyat da geçirse, kadının hem bebeğine bakmasını, hem –her zamanki gibi- ev işlerini, alışverişini yapmasını, hem de, örneğin Nüfus Müdürlüğü'ne gidip bebeğin kaydını yapmasını bekliyor.
Neyse ki, ben sadece kanunlara değil insani ihtiyaçlara göre de düzenlenen bir işyerinde çalışıyorum da, bir hafta evde kalabildim. Böylece, hayatın kanuna her zaman sığmadığını da bir kez daha ilk elden tecrübe edebildim. Yine de, sayılı gün çabuk geçti ve ben bir sabah elimde fotoğraflarla işin yolunu tutarken, yeni bir düzen kurmak üzere Fatma ve Melih Yusuf'tan ayrıldım.
Yeni bir iş, yeni bir hayat
Çocuk sahibi olmak, yeni bir dizi sorumluluk ve bu sorumlulukların iki eş arasında paylaşılmasına göre yeni bir düzen demek şüphesiz. Bir bebeğe bakmanın ne kadar fazla yeni iş çıkardığını insan ancak bunu doğrudan tecrübe edince anlayabiliyor. O zamana kadar çocuk sahibi arkadaşların, akrabaların ya da komşunun kurduğu düzenin işe yaramazlığı hakkında edilen kelamlara da yeni bir ışık altında bakmaya başlıyor.
Bebek deyince, her şey yolunda gitse bile hemen her iki saatte bir acıkan, karnını doyurmanın heyecanı içinde bol miktarda hava da yutan, yuttuklarını sindirince ortaya çıkan fazlalıklardan kurtulmak için ıkınıp sıkınan, en sonunda bunu becerince de yeninden acıktığını anlayan bir insandan bahsediyoruz. Bütün bunları sadece ve sadece bağırarak anlattığını ve arada bol bol uyuduğunu, pek kastetmese de gülücükler saçtığını, modern dansla mim arasında gidip gelen orijinal el ve ayak figürleri yaptığını da eklemem gerek.
Buradan anne ve babaya çıkan işler şunlar: Bebeğin karnını doyurmak, gazını çıkarmasına yardım etmek, altını değiştirmek, uyumasına yardımcı olmak. İlk görevi –tıp biliminin önerileri doğrultusunda- en azından altı ay boyunca sadece anne gerçekleştirebilir ama diğerlerini pekala baba da yerine getirebilir. Bunlara bebeğin üstünü başını değiştirmek, iki günde bir yıkanmasını sağlamak, üşümediğinden veya sıcaktan pişmediğinden emin olmak ve onu rahatsız eden başka bir şikayeti bulunmadığını anlamak da eklenmeli.
Yukarıdakiler sadece bebeğin yaşamsal ihtiyaçları. Ama yeni işler bunlarla sınırlı değil, evin düzeni de aniden değişiyor. Alışveriş, yemek, temizlik, çamaşır, bulaşık ve eğlence; bunlar da anne ve babanın yaşamsal ihtiyaçları. Annenin bebeği doyurmak için harcadığı enerjiye karşılık baba da bu işlerin en az yarısından fazlasını üzerine almak zorunda.
İskele babasından ev babasına
Bundan 20-30 sene öncesine kadar işbölümünün tek hakimi olan "kadın her şeyi bilir ve yapar" yaklaşımı belki bir miktar değişmiş olabilir ama hala pek de yadırganmıyor. Değişimin en önemli kaynağı, bin bir mücadelenin sonunda kadının hayata –özellikle de çalışma hayatına daha fazla katılmasının önünün açılması.
Bu durumun sonucunda "hem çocuk, hem de kariyer" yapması beklenen ve bu arada stresten patlayan anne ve canı istediğinde yardım eden "ilgili" baba modeli ortaya çıktı. Madem ki kadın bağımsızlığını kazanmak istiyordu, hem çalışsın para kazansındı tabii ama doğal olarak ona ait olan ev işleri ve bebek bakımını bırakması düşünülemezdi.
Yakın geçmişte de insanlık bir adım daha attı ve gazetelerin hayretle bildirdiği üzere, numunelik olarak "ev babaları" görülmeye başlandı. İşi bırakıp geçim derdini kadına paslayan erkekler, ev işleri ve çocuk yetiştirmenin hazlarıyla baş başa kalıyordu. Böylece baştaki resim tersine dönmüş oldu. Olacak iş değil!
Başka bir babalık mümkün!
Bu modellerin hiçbiri ideal değil aslında, öyle ya da böyle, çocukları olduğu için kadın veya erkekten birinin hayatının, hayallerinin, vaktinin, tutkularının eşine göre daha fazla elinden kaymasını öngörüyor.
Oysa pekala bir orta yol bulunabilir; hem bebeğin sorumluluğunu eşit paylaşmak, onun hayatını da eşit paylaşmak olacak. Başta da anlattım, bu konuda sevgili kanunlar pek yardımcı olmuyor, örnek alacak pek bir model de yok ama "seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu" deyip buluşan iki kişinin bir icat için çalışması gerekir.
Böylece, mesela bundan 20 yıl sonra Melih Yusuf'a "amma da çabuk büyüdün" demenin ötesinde, gecenin bir yarısı altını değiştirirken nasıl üzerime çişini yaptığını, sabaha karşı uyandığında gözlerini nasıl cin gibi açıp yüzüme baktığını, gazını çıkaramadığımda alt dudağını titreterek nasıl ağladığını, banyo yaptıktan sonra nasıl üşüdüğünü, kurulanınca mutluluktan çıkardığı küçük sesleri, göğsümde uyumaya çalışırken burnumu emmeye çalışmasını, bir hafta önce giydiği tulumun nasıl küçük gelmeye başladığını da anlatabileceğim.
Şimdi, Fatma'yla birlikte daha fazlasını anlatabilmenin yollarını bulmaya çalışıyoruz. İtiraf etmeliyim ki, bu çok kolay değil ama içimden bir his mümkün olduğunu söylüyor. Bir becerebilirsek, sonrası iyilik güzellik...(EÜ/EZÖ)