3 Mayıs'ta Meclis'te oylanan "parti kapatmanın zorlaştırılması" diye bilinen Anayasa değişikliği teklifinin anılan amaca hizmet etmediği açıktır. Hükümetin bu 69. Madde üzerindeki değişiklik teklifini okuyan ve ayakları bu ülkenin toprağına basan birisi bunu anlar.
Teklifte parti kapatma konusunda Yargıtay Başsavcısı'nın Anayasa Mahkemesi'ne dava açma talebi, Meclis'te grubu bulunan partilerin herbirinden beş üyenin bulunacağı bir komisyonun iznine bağlanmakta ve bu komisyonda karar üçte iki çoğunlukla alınmakta idi.
Bugünkü Meclis bileşimine göre örnek vermek ister isek, grubu bulunan dört partiden 20 üye ile toplanan bu komisyon, örneğin Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) kapatılması için Yargıtay Başsavcısı'nın dava açma talebine pekala dörtte üç çoğunluk ile izin verebilir. Mecliste yüzde 10 seçim barajının yerinden kımıldamaması için üç düzen partisi arasında kutsal bir bağlaşıklık olduğunu biliyoruz. Aynı kutsal bağlaşmayı BDP'nin kapatılması davasına izin vermek biçiminde bir gecede bir kez daha tesis etmeyeceklerini kim garanti edebilir..
Biraz düşünelim; bu kutsal ittifakın kurulmasına ortam hazırlamak için, örneğin bu partilerden birinin lideri çıkar, BDP'den "PKK'yi terör ögütü olarak tanımlamasını" ister, bunu teklifte tariflenen Meclis Komisyonu'ndaki tavırlarına koşul olarak öne sürer. BDP'den tabii olarak alacakları red cevabı üzerine üç düzen partisi de, kararlarının meşruiyetinden duyacakları vicdan rahatlığı! İçinde partinin kapatılması davasına izin vermeyi, pek sevdikleri demokratik nizamın gereği sayarlar ve öyle de davranırlar..
Teklifi okuyan ve biraz bu ülkede yaşayan biri bunu görür.
BDP'de bunu görmüştür ve gereğini yapmıştır. Hükümetin hiçbir temelli demokratik esasa sahip olmayan, içinde "tatlandırıcı" niyetine temel haklar düzenlemelerinden, en süfli politik cambazlıklara kadar bir çeşitlilik! içeren değişiklik tekliflerini toptan reddetmemiş, bunları tek tek ele almış, mümkün olduğunca halkın yararına, kabul edilebilir hale getirebilmek için çalışmış, üzerlerinde düzeltme taleplerini yazmış ve bu çalışmasını kamuoyu ile paylaşmıştır.
Örneğin üzerinde durduğumuz "parti kapatmayı zorlaştıran" 69. madde de BDP'nin teklifi:
Yargıtay Başsavcısı'nın "bir partinin hazine yardımından kısmen veya tamamen mahrum bırakılması için" Anayasa Mahkemesi'ne dava açma talebinin teklifte anılan Meclis Komisyonu'nca izne bağlanması şeklindedir.
Daha açık olmaya çalışırsak; hükümetin teklifinde savcı "parti kapatma davasını açmak için" izin istemektedir.
BDP'nin teklifinde savcı "partiyi hazine yardımından mahrum etmek davasını açmak için" izin istemektedir.
Şüphesiz ki iki teklif arasında çok esaslı / temelli bir fark var ve şüphesiz ki parti kapatmaya imkan tanımayan teklif BDP'nin teklifidir.
69. Madde'de hükümetin ve BDP'nin olmak üzere iki teklif arasındaki fark burada bitmiyor; BDP'nin teklifinde gerçek demokratlığın ve halk adına diğerkamlığın nişanesi olan şu düzenleme de bulunuyor:
"Hakkında dava açılan siyasi parti mecliste grubu bulunan veya mecliste temsil edilen partilerden biri değilse, TBMM'de oluşturulacak komisyonda, aleyhine dava açılmak istenen parti de 5 üye ile temsil edilir."
Halk için Anayasa talebi ve diğerkamlık işte tam budur. Hükümetin teklifinde olmayan ve kimi aydınlarımızın dönüp bakmadığı okumadığı şey de budur.
BDP, Anayasa değişikliği görüşmelerinin başında taleplerini sıraladı, görüşmeler boyunca bunların müzakeresini / pazarlığını yapacağını belirtti. Bu onun halk adına haklı ve meşru talebi idi. İlk tur oylamalarda 69. Madde'ye sembolik olarak verdiği desteğin anlamı da bu idi.
Hükümete "Benim haklı taleplerimi dikkate alır, benimle bunları müzakere eder isen ben buna açığım, desteğimi veririm" dedi.
Bu yapıcı tutum hükümet tarafından asla dikkate alınmadı. Geçen gün TV'de izlediğim programda Sedat Ergin'in saptaması bu anlamda doğrudur: "Benim dışarıdan bir göz olarak gördüğüm" dedi Ergin "hükümet, BDP'nin önüne getirdiği müzakereye açık bütün önerileri baştan dikkate almamak tavrında oldu. Çünkü bu değişikliklerde BDP ile bir mutabakat resmi çizmek istememektedir. Bunun kendisine konum ve oy kaybettireceği kaygısına sahiptir. Bu da çok sağlıksız ve samimiyetsiz bir tavırdır."
Kendisini "dışarıdan bir üçüncü göz" olarak tanımlayan Ergin'in bu çok doğru saptamasından sonra gelelim bizim gözümüz (!) aydınlara.
İlk örnek - esasen yanlış bir örnek olarak - Ahmet Altan olsun. "Yanlış bir örnek" çünkü Ahmet Altan'ı "aydın" sıfatı ile değil, AKP'ye eklemlenmiş bir yeni liberal patron olarak çağırmak işin doğrusudur.
Maddenin düştüğü oylamanın ertesi günü Altan köşesinde şunu yazdı:
"BDP'lilerin öncelikle kendi partilerini hedef almış ve hedef alacak bir "yasakçılığa" neden destek olduklarını doğrusu ben kavrayamıyorum."Yüksek siyasete" akıl erdiremeyen bir salak olduğum için olabilir. Demek ki BDP'liler, bu yasakçılıkta "Kürt halkının çıkarına" bir şeyler görüyorlar."
Altan'ın "bir salak" olduğunu düşünmüyorum, ama açıkçası kötü bir insan olduğunu düşünüyorum. Yukarıda izaha çalıştığım değişiklik tekliflerini okuyarak gerçekte yasakçılığa karşı olan tarafın BDP olduğunu anlamasını Altan'dan beklemiyorum da. Esasen bu yetisi vardır. Ama Altan okuyup anlasa da bunu okuruna itiraf etmez. Ama bununla yetinmeyip "BDP'lilerin yasakçılıktan medet umduklarını" söylemesi ise, onun kelimenin hafif anlamıyla kötü birisi olduğunu anlatıyor bana. Bunca bilgi kaynağının, olgunun ortasında birisinin gerçeği bu şekilde çarpıtabilmesi, dilsiz kaldığınız, sözün bittiği yerdir.
Geçelim Ahmet Altan'ı, Ahmet İnsel, aynı gün köşesinde şunu yazdı, konu hakkında, Ufuk Uras üzerinde odaklanarak:
"Özgürlükçü solun destekleyeceği değişikliklere evet oyu vermeyerek, hatta daha ileri gidip, Meclis'in yakın tarihindeki siyasal olarak en anlamlı oylamalardan birinde Meclis salonunu terk ederek, hesapçı ve ilkesiz siyasete alet oldu."
Altan gibi bir yeni liberal düzen savunucusu ile İnsel gibi "özgürlükçü solcu" bir aydını aynı kefede tartmak zorunda kalmak doğrusu insana iyi gelen bir şey değil. Ama durum bu; ikisi de kocaman bir ortak paydadalar. İnsel de hükümetin ve BDP'nin değşiklik önerilerini gayet iyi okumuş, anlamış, tıpkı Altan gibi!
Hükümetin bu oyunu meğer "Meclis'in yakın tarihindeki siyasal olarak en anlamlı oylamalardan biri"imiş..
Yazdığına bakıp tam emin olamayınca, geçen gün Ahmet İnsel'i Beşiktaş'ta ayaküstü gördüm ve sordum: "Siz bu parti kapatma konusunda BDP'nin ne dediğini biliyor musunuz, okudunuz mu"
"Okudum" dedi.
"Peki" dedim "AKP ile BDP teklifleri arasında bir karşılaştırma yaptınız mı, bir fark gördünüz mü"
"Pek bir fark yok" dedi
Sözün bir kez daha bittiği yer yine burası işte.
Onun için bir hafta boyunca üzüntü ile kıvranıyorsunuz. Biten sözünüz içinizde uğulduyor ama kağıda dökemiyorsunuz. Bu kıymet biçtiğiniz insanlara birşey anlatmak istiyorsunuz ama öyle köşeliler ki gerçekte.. Yılıyorsunuz.
Ne Meclis'te takınılan onurlu, ilkeli tavırlar, ne verilen bunca emek, yapılan mesai, ne şu ne bu, onların Kürt hareketine karşı besledikleri köşeli yargılarını yerinden oynatmıyor. Görmüyorlar, duymuyorlar, okumuyorlar.
Derken geçen pazar günü geliyor, Radikal İki'de bu sefer Fuat Keyman'ın 'okumuşluğu'nu okuyorsunuz.. "İşlevsiz siyasetçilik" yapılıyormuş.
İki gün önce de Aydın Engin, web'deki köşesinde yazısını "BDP'nin AKP ile kapalı kapılar arkasında pazarlık etme ilkesizliğini ayıplayarak" bitiriyordu.
Bu Anayasa görüşmeleri sürecinin en başında, gelen tüm teklifleri kendi teklifleri ile birlikte müzakere edeceğini açıklamış ve sonuna kadar bunu yapmış bir partiyi bu sebeple "ayıplamak" anlaşılmaz.
Bu devlet bu halkın insan gibi yaşama tutkusuna nasıl bir imha ve inkar tutkusu ile yaklaşıyor ise, bu aydınlar da bu halka, siyaset yapmayı çok gören, yaptıkları siyaseti de görmeyen eş bir inkar ve hakir görme duygusu ile yaklaşıyor.(HA/EÜ)