Hatırlama ve unutma meselesine kafayı takmış bir insan olarak, ilk olarak sorguladığım şey "Ne kadar çabuk unutuyoruz" ve "Neleri, nasıl unutuyoruz"du. Bu toplumda her şeyin hızla unutulması sorunu, Türkiye'de artık günde üç-beş kez tekrarlanan bir özlü söz haline dönüştü, biliyoruz!
Elbette kendi geçmişimiz, iyi, kötü anılarımız değil bahsettiğim, daha geniş bir boyutta, yaşadığımız toplumla, sosyal çevreyle ilişkili olan hatırlama ve unutmalar. Toplumsal hafıza olarak ele alınan ve bir toplumun ortak paylaştığı anıları, geçmişi; yani bütün varoluşunu dolduran şey.
Kişi bir parçası olduğu toplumu hatırladıkları ve unuttuklarıyla şekillendiriyor; ya da hatırlanıp unutulanlar o toplumu şekillendiriyor. Bir anlamda ideolojinin, tarihin, ulus kimliğinin, ayrımcılığın yeniden üretimi ve pekişmesi de bu bağlamda hafıza ile işbirliği yapıyor.
Toplumsal hafıza ile ilgilenirken ele alınan, hatırlanmaya çalışılan elbette "şanlı tarihimizin" muhteşem olayları değil. Zaten bunu dikte eden resmi tarih, kendini sürekli olarak üretecek ve yayacak kurumlara sahip. Resmi tarihin silmek istediği, yok saydığı, görmezden geldiği ve bastırarak geçiştirdikleriyse tam da toplumsal hafızanın o, derin, acılarla yüklü, baş edilmesi imkânsız travmatik yaşantılarına denk gelir.
Geçmişle hesaplaşma
Mithat Sancar, toplumsal hafıza çalışmalarında "Geçmişle hesaplaşma" terimini kullanır. "Hesaplaşılan geçmiş, herhangi bir geçmiş değil, 'negatif bir geçmiştir' ve geçmişle hesaplaşmak demek bir tercih demektir; geçmişle kurulan ilişkide unutma ve bastırma değil, hatırlama ve hesaplaşma tercihidir" yapılan.
Toplumsal hafıza çalışmalarında hesaplaşma çerçevesinde karşımıza çıkan travmatik anılar, geçmişte yaşanmış, acı veren, kişileri ve toplumu etkilemiş, yaraları sarılmamış ve dolayısıyla da travmatik etkilerin sürdüğü olaylara işaret eder. Travma mağdurları toplumda belli bir kesim, belli grup ve sosyal çevreden kişiler olabilir.
Genellikle azınlıkta olan, ezilen, güçsüz kalan, farklı düşünen, farklı etnik veya dini kökene ya da farklı cinsel yönelime sahip olanlar şiddet mağdurları olmaktadır. Travmatik etkiler bırakan bedensel veya psikolojik şiddet ya da her ikisinin birlikte uygulanmasıdır; çoğunlukla sistematik, planlı (ve bazen devlet eliyle) uygulanan şiddet olaylarıdır.
Travmatik süreç, yaşanılan şiddet ve yaralanmayla (bedensel ve daha çok da psikolojik) başlar; bu süreçte, yara izlerinin silinmesi ve tamir edilmesi için zorlu bir uğraş gerekir. Birçok çalışmada belirtildiği üzere bu derin sarsıntıdan tamamen kurtulmak, iyileşmek neredeyse mümkün değildir. Bedensel yaralar iyileşse de, psikolojik olanların geçmesi daha uzun zaman gerektirir ve üzerinden ne kadar zaman geçse de, bilinçaltında derinlerde bir yerde bu iz kalır.
Zaten gerçek anlamda iyileşme için öyle çok çaba gerekir ki!
Travmanın iyileşme süreci
Yaralarının sarılabilmesinde gereken çaba sadece mağdurun/kurbanın çabası değildir, olaylara tanık olanlar (destekleyenler) ve faillerin (şiddeti uygulayanlar) de ortak olarak tesis etmesi gereken bir ortam vardır. Çünkü aynı zamanda toplumsal açıdan bakıldığında bu yara sadece mağdurun değil, buna tanıklık edenlerin de yarasıdır.
Nasıl "Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur" diyorsa yazar, tanıklar da bu sorumluluğun verdiği acıyla, şiddeti uygulayanla bir paylaşırlar bu acıları. Öncelikle yaşananların kabul edilmesi, şiddet olaylarının, baskı ve zulmün yol açtığı bedensel ve psikolojik yaraları açanların bu olayları kabul etmesi ve bununla birlikte konunun konuşulabilir olması (bazen bu bile imkânsızdır) için çevrenin güvenli olması gerekir.
Daha sonra şiddeti uygulayanlar tarafından ya da onlar adına birilerinin özür dilemesi ve travmatik yaşantının anlatılması ile gerçekleşen yüzleşme gelir. Bu, cidden zor ve çaba gerektiren bir süreçtir.
Türkiye'de toplumsal travma öyle çok ki! Ve her gün yeni bir katliam, faili meçhul cinayet, işkence haberi bu sonu gelmeyen listeye ekleniyor. Bunun yanı sıra geçmişte yaşanan ve tarihin bir yerlerinde saklı duran diğer sayısız benzer olaylar...
Dersim katliamı, Maraş Olayları (her an yeni versiyonuyla karşılaşabileceğimiz!), Ermeni Techiri, 6-7 Eylül Olayları, Faili Meçhul Gazeteci Cinayetleri, Madımak Oteli Yangını, Hrant Dink Cinayeti... Yazarken durup, "Başka ne vardı?" diye düşünmeye gerek bile duymuyor insan.
Öyle çok ki birini unutsan bile aklına şıp diye bir başka olay geliveriyor. Toplumsal hafıza konusunun da son dönemde popülerleştiğini görüyoruz bir yandan. Geçmişte yaşanan acılarla ilgili örneğin 12 Eylül'le ilgili yargılamaların başlaması, "Evet, bakınız hesaplaşıyoruz geçmişimizle" hissini yaratıyor. Fakat gerçekte hesaplaşıyor muyuz, elbette hayır.
Bir travmayla hesaplaşarak temizlenmenin mümkün olabilmesi için, bugün hâlâ benzer travmaların yaşanmaması, üzerinde konuşulan travmatik olaylarla ilgili gerçekçi olunması ve olayların görmezden gelinmemesi, üzerlerinin kapatılmaması gerekiyor.
Gerçek anlamda yapılması gereken hesaplaşmanın henüz yapılmadığı ve buna yönelik ufak tefek adımların bile atılmadığını ise çok açık bir biçimde görüyoruz. Ne yazık ki, çok geriye gitmeden, bakıyoruz ki hesaplaşma bu ülkede neredeyse imkânsız. Hrant Dink cinayetinin üstünün örtülüp olayın suçlularının korunması ve Madımak Oteli'nde yakılan 37 kişinin ardından davanın insanlık suçu olarak görülmediği için düşmesi, hepimizin içindeki insani duyguları yok etmeye devam ediyor.
Yanmış İnsan Kokusu Unutulmaz
Toplumsal hafıza konusunda hassaslık nedenimi düşündüğüm zaman birden aklıma 2 Temmuz 1993 tarihi geliveriyor. 19 yıl önce Sivas'ta, "Aziz Nesin'i görmeye gideceğiz! Yaşasın o güzel kitaplarımı imzalatacağım" diyen bir çocukken, televizyondan izlediğim o yangın görüntülerini unutamıyorum.
Şehrin üzerine çöken, yanmış bedenlerin külleri ve kokusunu solumuş hiç kimsenin de unutamayacağını sanırdım. Bir yığın dindar, sakallı, takkeli adamın içindeki bu büyük nefreti o gün korkuyla karışık öğrendim. O gün, bunca korkunç insanla aynı şehirde yaşıyor olduğumuzu, hatta birilerinin gelip, bizi de yakabileceğini de dehşetle hissettiğimi hâlâ hatırlıyorum. Yangından bir gün sonra çarşıya inip Madımak Oteli'nin önündeki büyük caddeden geçerken duyduğum; binalara, sokaklara ve tüm şehre sinmiş, insan yanığının kokusunu unutamıyorum.
Ben o zaman küçük bir çocuktum ve sanıyordum ki ileride bazı şeyler düzelecek, bu olayla ilgili mutlaka çeşitli kararlar alınacak, bir daha benzer şeyler olmayacak ve suçlular cezasını çekecek.
Evet, gerçekten çocuktum ve büyüdüğümde gördüm ki bu ülkede bu beklediğim şeyler olmuyor. 19 yıl önce gerçekleşen Madımak Oteli yangınıyla ilgili dava zaman aşımına uğrar ve insanlık suçu olmadığı gerekçesiyle kapanır. İşte bu da diğer birçok benzeri gibi toplumsal hafızadaki travmalarla yüzleşemediğimizin apaçık bir kanıtıdır.
Devlet ve mahkemeleri yüzleşmek değil kapatmak, yok saymak istiyor, ancak dediğim gibi "Yanmış insan kokusu" unutulmaz ve unutulmamalıdır, çünkü unuttukça ve üstünü kapattıkça her an yeni 37 kişinin yakıldığı haberlerini duyabiliriz!
Hatırlamak, unutmamak bir çabadır elbette ancak acıların ve yaraların tamiri için asıl gereken ciddi hesaplaşmadır.. (SS/ÇT)