Yaklaşık 12 yıl önce çeşitli tartışmalara neden olan ve kitap olarak yayınlanan 19 Mart 2001 tarihli Türkiye Ulusal Programı (UP) ile siyasî, idarî ve yargı reformlarının gerçekleştirileceği taahhüt edilmiştir.
Kısa, orta ve uzun dönemde yapılacak işler sıralanmıştır. Ulusal Programa göre, saptanan siyasi kriterlerin ilk sırasında düşünce ve ifade özgürlüğü yer almıştır. Kısa vadede Anayasa ve diğer yasalar değiştirilmek suretiyle AİHS’nin 10.maddesi çerçevesinde düzenlemeler yapılması hedeflenmiştir.
3 Ekim 2001’de 1982 Anayasasının 34 maddesi değiştirilmiştir. Anayasanın hak ve özgürlükler üzerindeki “genel olarak sınırlama” düzenlemesi kaldırılmıştır. 13. maddede bütün temel hak ve özgürlüklerle ilgili sınırlama sebepleri olarak gösterilen “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, milli egemenlik, Cumhuriyet, milli güvenlik, kamu düzeni, genel asayiş, kamu yararı, genel ahlak ve genel sağlık” gerekçeleri madde metninden çıkarılmıştır. Her temel hak ve özgürlüğün, kendi özel maddesinde gösterilecek sınırlama sebeplerine dayalı olarak kısıtlanabileceği ilkesi benimsenmiştir. Tek başına bu değişiklik dahi temel hak ve özgürlüklerin korunması anlamında çok önemli ve büyük bir değişikliktir.
Düşünce ve ifade özgürlüğünün sağlanabilmesi için Anayasanın 26 ıncı ve 28 inci maddeleri değiştirilmiştir. Anayasanın 28.maddesindeki “Kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dilde yayım yapılamaz” şeklindeki dil yasağı kaldırılmıştır. (Geniş Bilgi. İfade Özgürlüğünün 10 Yılı. Emek Çaylı ve Gülsüm Depeli. BİA. İPS Vakfı Yayını)
Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı çerçevesinde çeşitli yasalarda değişiklik yapılmış ve Anayasada yapılan değişikliklere uyum sağlanmıştır.
2003 yılında yani on yıl önce ifade özgürlüğü yeniden gündeme gelmiştir. Bakanlar Kurulu 2003/5930 sayılı “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı” ile “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar” aldı.(R.G. 24.07.2003 tarih 25178 sayı Mükerrer.)
Bu kararda Hükümetin Haziran 2004’e kadar gerçekleştirmeyi açıkladığı siyasi kriterlerin başında yine “Düşünce ve İfade Özgürlüğü” vardı.
Adına 2. Ulusal Program diyebileceğimiz bu kararda Hükümet ifade özgürlüğüne verdiği önemi şöyle ifade ediyordu: “İfade özgürlüğünün evrensel değerlere dayalı olduğunu ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10. maddesi çerçevesindeki toprak bütünlüğü ve ulusal güvenliğin korunmasını da öngören ölçütler ile laik ve demokratik Cumhuriyeti, üniter devlet yapısını ve milli birliği koruma kriterleri temelinde bir yandan genişletilmesine, diğer yandan da sürdürülmesine öncelik ve önem vermektedir.”
2008 yılında Bakanlar Kurulu, 2008/14481 sayılı “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı” ile “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar”ını 10.11.2008 tarihinde aldı (Resmi Gazete 31 Aralık 2008 tarih 27097 - 5. mükerrer sayılı). Bu kararı Üçüncü Ulusal Program olarak adlandırabiliriz.
Bu karar Türkiye Ulusal Programı ile belirlenen ilkeler doğrultusunda Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım sürecinde öngörülen çalışmaları kapsamaktadır.
Siyasi Kriterler ile ilgili olarak yapılan tespitin girişinde işkencenin önlenmesinde “sıfır hoşgörü” politikasının benimsendiği ifade edilmiştir.
Devamında ise; “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” (AİHS) hükümleri ile “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi” (AİHM) içtihadı ile uyumlu olarak düşünce, ifade ve basın özgürlükleri genişletilmiştir. (…) İfade ve basın özgürlüğü ile AİHS çerçevesinde, şiddet içermeyen eleştiri mahiyetindeki ifadelerin cezalandırılmamasına yönelik tedbirler alınacaktır. Gerekli olan yasal değişiklik de yapılacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. Maddesi çerçevesinde, AİHS ve AİHM içtihatlarının uygulamaya tam ve yeknesak olarak yansıtılabilmesi için mülkî idare amirleri, kolluk personeli, hâkim ve Cumhuriyet savcılarına bu konuda yoğun bir şekilde verilen eğitimler artarak devam edecektir.”
4. Yargı Reformu Paketi olarak adlandırılan tasarının gündeme gelmesi ve şiddet içermeyen eleştirileri suç olmaktan çıkarmak için 2008 yılından itibaren yedi yıl geçmesini beklemenin bir gereği yoktu herhalde. Çünkü on iki yıl önce kabul edilen Türkiye Ulusal Programının gerçekleştirilmesinde siyasi kriterlerin hayata geçmesi herkesi rahatlatan bir yol haritasıdır. Sorun, devlet sorunu. Bu sorun siyasi parti mensuplarının propaganda malzemesi değildir.
Yavaş yavaş da olsa bütün bunlar önemli gelişmelerdir.
Katılırsınız veya katılmazsınız ama ülkemiz hukuku AİHS’ye ve AİHM içtihatlarıyla uyumlu olan yasal düzenlemelere ve uygulamalara sahip değildir.
Yukarıda yazılı olduğu üzere bu uyumu uygulamaları ile sağlayacak olan “mülkî idare amirleri, kolluk personeli, hâkim ve Cumhuriyet savcılarına uygulama için yoğun bir şekilde verilen” eğitimlerin artarak devam etmesi zorunluluktur. Bu zorunluluğa avukatlar, savunma makamı dahildir.
Aksi takdirde hiçbirimizin ifade ve basın özgürlüğü hukuki güvence altında değildir.
Bu yüzden günlük politikaları için ifade ve basın özgürlüğünü siyasi parti propaganda malzemesi olarak kullanan iktidar ve muhalefet parti mensuplarının tümü sevimsizdir.
Bazen 1 Nisan şakası yapar gibi konuşsalar da onlara sadece “politikacı” deyip geçmek ve “anlayışlı” davranmak gerekir. (Fİ/HK)