Kokular bizi harekete geçirir. Biz derken hepimizi kastediyorum. Kedileri düşünün misal. Yemek kokusu aldıklarında usulca yanınıza sokulurlar.
İnsanlar için de böyle. Bir ekmek fırınının yanından geçerken, o kokuyla mest olup içeri dalmak ihtiyaçtan fazla ekmek almak gayet mümkündür. Tam tersi de öyle. Kötü koktuğunu düşündüğümüz şeylere mesafeli davranırız. Pırasa, karnabahar, lahana gibi.
Bir çocuk düşünün. Hikâye bu. Bir gün, çarşıdaki bir dükkânın önünden geçerken içeriden gelen kokuyla mest olur. İçeri girip pişerken mutluluk vaat eden şeyden satın alacak parası yoktur. Biçare, döner dolaşır mahallesinin yolunu tutar. Kokunun vaat ettiği tat bir hayaldir.
Şimdi dört çocuk düşünün. Bizimki de bunlardan biri olsun. Akşam o muhteşem kokulu dükkânın önüne gidiyorlar. Camı kırıp içeriden kokunun vaat ettiği o muhteşem baklavalardan çalıyorlar. Baklavacı burası. Haliyle fıstık, fındık da var. Bugün orta kalitedeki Antep Fıstığının kilosu 50 liradan başlıyor. Hazır girilmiş o dükkâna, sınırlar aşılmış, biraz da fıstık çalıyorlar. Çalsınlar. Yenilecek şey bu. İnsan olan, dükkân sahibi, üzülür bu duruma. O çocukları bir şekilde bulur ve der ki: Ne zaman isterseniz gelin, tatlınız benden. Yemeğin hırsızlığı olmaz. “İnsan olan” dedim.
1997 yılının Ağustos ayında Antep’de dört çocuk ünlü bir baklavacının kapısını kırarak baklava ve Antep fıstığı çaldıkları iddiasıyla yargılanır. Her birine dokuzar yıl hapis cezası verilir. Ancak on sekiz yaşın altında olan üç çocuk indirim alarak altışar yıl hapis cezasına çarptırılır. Bu hakikat.
Geriye gidelim. Hakikat olsun yine.
1893 yılının Ağustos ayında New York’ta Union Square’de henüz 24 yaşındaki bir kadın binlerce kişinin toplandığı gösteride sahneye çıkar. Ve şöyle der: “… zenginlerin sarayları önünde sesinizi yükseltin; iş isteyin. İş vermezlerse ekmek isteyin. Eğer ikisini de vermeyecek olurlarsa, ekmeği almakta tereddüt etmeyin. En kutsal hakkınızdır o.” (Hayatımı Yaşarken, 129) O kadın Emma Goldman’dır.
Gösteri Amerika’da 600 bankanın kapanmasına, 56 demiryolu şirketi ve yaklaşık 15 bin firmanın iflas etmesine neden olan 1893 Paniği olarak adlandırılan ve 1897’ye kadar süren ekonomik çöküş döneminin başında gerçekleşir. Binlerce insan işsiz kalmış evlerine gerçek anlamda ekmek getiremez olmuştu. Emekçilerin bu durumu bir şeyleri değiştirecek konumda bulunan kimseyi ilgilendirmemiş gittikçe artan sefalet halkın hınç ve nefretle dolmasına neden olmuştu. Yürüyüşün arkasından yapılan konuşmalarda bu genç kadının cümleleri onu dinleyen kitleyi harekete geçirecek nitelikteydi.
Emma Goldman gösteriden on gün sonra başka bir gösteride yakalandı ve halkı ayaklanmaya kışkırtmakla suçlandı. Jüri tarafından suçlu bulundu ve bir yıl hapis cezası aldı. Avukatı temyiz için bir üst mahkemeye çıkmayı ısrarla önerdiyse de bunu tanımadığı devletten bir lütuf istemek olarak değerlendirip kabul etmedi.
Kimdi bu 24 yaşındaki cesur kadın?
Kızıl Emma diyordu emekçiler kendisine. Gösterilerde kadınlarla birlikte en ön safta yer alır, kızıl bayrağı gururla taşırdı. Hitabeti çok güçlüydü. Tutuklanmasına neden olan konuşmada, karşısındaki kitleyi görüp önceden hazırlamış olduğu metni elinden bırakmış ve gönlüyle, tüm inancıyla konuşmuştu.
Mahkemeye çıkarılmadan önce kendisine bir nevi ajan olması teklif edildiğinde “Ömür boyu hapse mahkûm olsam bile kimse beni satın alamaz” (132) diyecek kadar onurlu; aynı cümlenin başında “Seni sefil köpek!” diyecek kadar da dikbaşlıydı. Muhteşemdi.
1869 yılında Litvanya’da Yahudi bir ailenin kızı olarak doğmuş 13 yaşındayken ailesiyle birlikte St. Petersburg’a taşınmıştı. İlk isyanı muhtemelen babasına karşı gerçekleştirmişti Emma. 15 yaşındayken babası onu uygun gördüğü birisiyle evlendirmeye kalkışınca, tam da geleceğin anarşist kadınına yaraşacak şekilde karşı çıkmış açlık grevine girerek evliliği protesto etmiş, kazanmıştı da. İlk eylemi başarıyla sonuçlanmıştı böylece.
Bundan iki yıl sonra Amerika’ya göç etmiş ve hem burada hem de Avrupa’da tanınan bir anarşist lider olma yolunda emin adımlarla ilerlemiştir. Hapishane’de geçirdiği bir yılı kendisine bir eğitim fırsatı olarak yorumlayabilecek kadar akıllı ve bu dönemde ayrıca hemşirelik yapacak kadar da beceriklidir.
Evlilik yoluyla Amerikan vatandaşlığını alan Goldman ilk kocasından kısa sürede boşandı. O dönemde Amerika’da anarşist hareketin önderlerinden olan Alexander Berkman ile tanıştı ve bir dönem birlikte yaşadı. Berkman, Henry Clay Finch’e düzenlediği suikast sonucu mahkûm edildi. Emma dışarıda anarşizmi anlatmaya ve yaymaya devam etti. Bu dönemde hayatına giren ve kendisi de hüküm giymiş bir anarşist olan Edward Brady ile uzun süren bir ilişkisi oldu.
Bu ilişki Emma’nın erkekler hakkındaki genel fikrinin oluşmasına yardımcı olur. Çünkü Edward, anarşizm sayesinde tanımış ve sevmiş olduğu kadını fikirlerinden koparmasa bile eylemlerinden koparmak ister. Brady evlenip çocuk sahibi olmayı ve Emma’nın da “evinin kadını” olmasını istiyordu oysa Emma “yolunu seçmişti” ve onu “bu yoldan hiçbir erkek döndüremezdi.” Brady’nin bu ısrarcı tavrını Hayatımı Yaşarken adlı otobiyografisinde “Kendinden başka tanrı tanımayan erkeğin sahip olma güdüsü.” şeklinde tanımlayacaktı. (157)
1901’de Başkan Mc Kinley suikastı nedeniyle tutuklanıp, delil yetersizliği nedeniyle serbest bırakıldı.
1916’da yasadışı doğum kontrolü broşürleri dağıttığı gerekçesiyle tutuklandı. Hapishanede hemşirelik yapan Goldman, sonrasında hem hemşirelik hem de ebelik yapmıştı. Kadınların kürtaj olmak için nasıl çaresizce yalvardıklarına tanık olmuş fakat elinden bir şey gelmemişti. Kürtaj yasaktı, doğum kontrolü de öyle. Anne olmayı reddeden bir kadın olarak, tüm kadınların bedenleri hakkında kendi kararlarını verebilmeleri gerektiğine inanıyordu. Yaptığı kitlesel konuşmalarda doğum kontrolünün kadınların cinsel ve ekonomik anlamda özgürlükleri için önemini vurguluyordu. Doğum kontrolü konusunda kadın hareketinin öncülerinden biriydi.
1917’de yeniden tutuklandı. Bu tutukluluk hayatını değiştirecekti. Birinci Dünya Savaşı devam ediyordu. Berkman artık dışarıdaydı. Birlikte hem savaş karşıtı eylemler düzenliyorlar hem de “Zorunlu Askerliğe Hayır” adındaki örgütleriyle zorunlu askerlik politikasını eleştiriyorlardı. Morgan için, Washington için, Wall Street için, Rockefeller için savaşmayı reddettiklerini söylüyor ve “Eğer savaş istiyorsanız, kendiniz savaşın. Bizler sizin yerinize savaşmayacağız” diyordu. (**)
Bu tutukluluk Amerika’dan sürgün edilmelerine neden oldu. Rusya’ya gittiler. Burada yaşadığı hayal kırıklıklarını da daha sonra kaleme alacaktı. 1921’de İngiltere’ye gitti. Berkman intihar ettikten sonra 1936’da 67 yaşındaki o güçlü kadın İspanyol Devrimine katılmak üzere İspanya’ya gitti.
Emma Goldman 1940 yılında Kanada’da öldü.
Antep’teki çocuklar baklava çaldıkları için mahkûm edildiler. “Rahşan Affı” olarak anılan afla en kutsal hakları olan özgürlüklerine kavuştular.
Amerika’da ve hatta Türkiye’de doğum kontrolü artık yasal.
Amerika’da zorunlu askerlik uygulanmıyor, Türkiye’de, İsrail ve birçok Ortadoğu ülkesinde zorunlu askerlik uygulaması geçerli.
Savaş her yerde devam ediyor.
Not: “Dans edemediğim devrim, devrim değildir” çoğumuzun ezberindeki bir Emma Goldman sözüdür. Ancak Emma Goldman’ın herhangi bir kitabında ya da konuşmasında bu cümleye rastlanmıyor. Otobiyografisinde bunu açıklayan, anlatan ifadeleri var. Devrimin (otobiyografide geçen kelime “revolution” değil “cause” yani “dava/ amaç/ gaye”) hayatın neşesini öldürmesi gerektiğini söyler Goldman ve “eğer öyleyse, ben istemiyorum” der. Bu cümle yeniden yorumlanıp, ünlü bir alıntı haline dönüşmüştür. Eğer herhangi bir kaynakta bahsi geçen orijinal alıntıyı bulabilen olursa ben de öğrenmek isterim. Ben devrim ve dansla ilgili sevdiğim başka bir alıntı yapayım siz şiirin tamamını okuyun ama. Tatlıya bağlayayım:
“orda bir yerde dans edebilmek var, devrim de var sonunda birbirimiz hani o” ***
(SK/AS)
* Emma Goldman, Hayatımı Yaşarken, Metis Yayınları, 1996-2011, İngilizce’den Çeviren: Beril Eyüboğlu
** Emma Goldman , “We Don't Believe in Conscription” (1907, Speech)
*** Mehmet Said Aydın, “Roxanne”, Sokağın Zoru, 160. Kilometre, 2013