“Hayatın olduğu yerde savaşmak istiyorum.”
Savaş karşıtıydı Clara. Şimdinin sözde devrimcileri gibi değil, sokakta da gösteriyordu karşıtlığını. Bu nedenle defalarca tutuklandı. Savaşmak istiyorum derken yaşam için, hayat üzere savaşı kastediyordu; mücadeleyi. Mücadele içinde yaşadı, öyle de öldü. Dilediği gibi.
Kadınlar için öğretmen olmanın zor olduğu yıllarda öğretmen olmak istedi. Oldu da. Sıradan bir öğretmen olmadı: binlerce, yüz binlerce insanın sesi ve sözü oldu. Önce feminizm ile tanıştı, annesi Josephine Vitale Eissner kadınların eğitimi, eşit haklar elde etmeleri ve ekonomik özgürlükleri için mücadele eden oluşumların içindeydi. Clara bu hareketin içinde büyüdü. Büyüdükçe, farklı okuma ve deneyimleri sonucu hayatını öncelikle sınıfsal mücadeleye adamaya karar verdi. Sonrasında bu iki yolu birleştirmeyi de bilecekti.
Devrimciydi, radikaldi, Marksistti. Hayatı boyunca sosyal demokrat kadın hareketini geliştirmek için didindi. Konferanslara katıldı, konuşmalar yaptı, yazılar yazdı, iyi kalemlerin editörlüğünü yaptı; binlerce, on binlerce okurla buluşturdu mücadeleye davet eden, özgürlük vaat eden yazıları.
Almandı. 1870’li yılların başından itibaren sosyalist mücadeleyle iç içe yaşadı. Daha sonra Almanya Komünist Partisi olan Spartakusbund’un kurucuları arasında yer aldı. 1920’den 1933’e kadar Almanya Komünist Partinin yöneticileri arasındaydı. 1933’de öldü. 1933’de başka bir şey daha oldu: Hitler’in yasaklarıyla Komünist Parti kapandı. Komünist Parti, Almanya’da kapatıldı. Clara, Moskova’da öldü. Çünkü sürgündü.
Sovyetler Birliğindeydi. Kalp krizinden öldü. Bu ilk sürgünü değildi. Daha önce de Bismarck’ın anti-sosyalist kanunları sürgün etmişti sevdiği adamı ve onu. Fransa ve İsviçre’de on yıl kadar sürgün kaldıktan sonra ülkesine geri dönüp yeniden ülkesindeki mücadeleye dâhil oldu. Sosyal Demokrat Parti’nin kadın dergisi olan Die Gleicheit’ın editörlüğünü üstlendi. Tamı tamına 25 yıl. Gleicheit eşitlik demekti.
Almanya vatandaşlığından vazgeçmek istemediği için Rus yoldaş-sevgilisiyle resmi olarak evlenmedi ancak iki oğlunun babası olan Ossip Zetkin’in soyadını aldı. Clara kadınların erkeklerle eşit olmasının gerekliliğine sonsuz bir inanç besliyordu ancak bunun erkeklerle birlikte omuz omuza verilmesi gereken bir kavga olarak görüyordu. Çünkü kadınların maruz kaldığı baskıların temel iki sebebi vardı ona göre; aile ve kapitalizm. Dolayısıyla kadınların özgürleşmesi ancak işçi sınıfının özgürleşmesiyle birlikte gerçekleşecekti. Kadının bağımsızlığının temel koşulu ise ekonomik özgürlüğüydü.
1860’lı yıllarda erkek işçilere daha fazla alan açılması için kadınların çalışmaması gerektiğini savunan ve Ferdinand Lassalle etrafında birleşen Almanyalı Sosyalistlerle aralarında kadınların çalışması konusunda bir anlaşmazlık çıktığında, Almanyalı Marksistler kadınların çalışarak ekonomik olarak bağımsızlaşmalarının onları mutlak özgürlüğe getirecek yol olduğunu söylediler. Clara bunu apaçık ifade ediyordu:
“İnsan suretindeki her şeyin kurtuluşunu slogan edinmiş olanlar, insan cinsiyetinin bir yarısını ekonomik bağımlılıkla siyasal ve sosyal köleliğe mahkûm edemezler. İşçiler kapitalistler tarafından nasıl boyunduruk altına alınmışlarsa, kadın da erkek tarafından öylesine boyunduruk altına alınmıştır ve ekonomik özgürlüğüne kavuşmadığı sürece de öyle kalacaktır. Kadınların ekonomik bağımsızlıkları için en gerekli şart çalışmaktır.” (*)
Sadece işçi kadınların değil, sosyal sınıf ayrımına bakılmaksızın tüm kadınların ait olduğu sınıflarda ezildiğine, değersizleştirildiğine inanıyordu. Kapitalizme kadın-erkek birlikte karşı koyabilirlerse başarılı olacaklarını biliyordu. Bu sadece sınıf mücadelesi ya da cinsiyet eşitliği mücadelesi olmamalıydı. Kapitalizmin çarkları altında ezilenler her iki cephedendi. Cepheler birleşirse kazanılırdı böyle güçlü bir savaş. Bu nedenle hem sosyalist-feministlerin hem de Marksist feministlerin bugünkü söylemlerinin referans noktalarından biri olarak kabul edilmelidir Clara Zetkin.
Cephelerin birleşmesini istedi, sadece Almanya’da değil, tüm dünyada. Komünist hareketin din ya da parti ayrımı olmaksızın bütün işçileri bir araya getirmesinin gerekliliğini her fırsatta dile getirdi.
Almanya İngiltere ile savaş halindeyken İngilizlere yazdığı mektupla, uzattığı zeytin dalı da bunun örneğiydi. Topyekûn bir mücadele olmalıydı bu. Marx’ın “Dünyanın bütün işçileri birleşin” çağrısına bir anlamda ilave yapıyordu. Dünyanın bütün kadın ve erkek işçi sınıfı birlikte hareket etmeliydi. Uluslararası konferanslar bu sebeple çok önemliydi. 1. Dünya Savaşının patlak vermesinden sonra 1915’de İsviçre’de uluslararası bir barış konferansı düzenlenmesine öncülük etti. Savaşın çözüm olmadığına vücudunun her zerresiyle inanıyor bunu açıkça dile getiriyordu. “Kim menfaat sağlıyor bu savaştan?” diye soruyordu. Üreticiler, savaş tüccarları, politikacılar… Ya işçiler? “İşçilerin bu savaşta kazanacağı hiçbir şey yok” diyordu, “değer verdikleri ne varsa kaybedecekler.”
Almanya Parlamentosunun açılış konuşmaları yasaları gereği en yaşlı üyeye yaptırıldı. Clara Zetkin 30 Ağustos 1932’de, 75 yaşında o parlamentoda halen faşizme karşı savaş veriyordu.
Hayatı mücadele ve sürgünle geçti. Bugüne, bizlere ilham veren yazılarını ve kıymetli anısını bıraktı. Bir de 8 Mart’ı. (SK/ÇT)
* Kohlhagen, Norgard. Dünyayı Değiştiren Kadınlar, Varlık Yayınları,2004