*Batsın Böyle Gazetecelik, Derya Sazak, Boyut Yayıncılık, Şubat 2014, 392 sayfa.
İmralı Zabıtları, Gezi, 17 Aralık... Derya Sazak'ın "Batsın Böyle Gazetecilik" adlı kitabı bu üç dönemin güncesi gibi.
Başbakan'ın "Batsın sizin gazeteciliğiniz" sözleri kulağımızda çınlarken, öncesinde ve sonrasında Milliyet Gazetesi'nde yaşananları onun gözüyle okuyoruz. Kitap aynı zamanda diğer gazetecilerin yazıları ile döneme dair medya derlemesi sunuyor.
Sazak giriş yazısında kitabın mesajını "Bu söyleme karşın bu mesleği hakkıyla yapacak gazetecilerin her zaman çıkacaktır" diye veriyor ve umutlanmak için örnek gösterdiği Milliyet Gazetesi tarihinin aynı zamanda bir direniş tarihi olduğunu söylüyor.
Bildiğimiz şeyler
Kitaptaki tabloda karşımızda "mutsuz edilmesi zinhar tehlikeli" patronlar, başbakan, bakanlar, işten atılan, işten atılma tehlikesinde olan, dengeyi kimi zaman otosansürle sağlayan gazeteciler var.
Bilmediğimiz şeyler değil belki, hem "Alo Fatih"i duyduk artık, duymadıklarımızı öğrendiğimizde de eskisi gibi şaşıramıyoruz. Bu nedenle kitap, kimi zaman bildiklerimizi duyduğumuz bir ses kaydı gibi düşüyor önümüze.
Öte yandan yine de "insan gerçekten hayret ediyor" cümlesini düşüyorum kimi sayfaların kenarına. Oraya tutunuyor, şaşırabilmek, "Gazetecilik böyle bir şey mi?" diye bağırabilmek hakkımız saklı kalsın, "böyle" olmasın istiyorum.
"Sizi çok üzdük"
İmralı Tutanakları'nın yayınlanması üzerine çıkan "sızdırma" tartışmalarına Hasan Cemal'in yapılanın bir habercilik olduğunu savunan yazısının ardından gelen "Batsın sizin gazeteciliğiniz" bağırışını hepimiz duyduk.
Kitapta Başbakan'ın Fikret Bila'yı çağırıp "Kim sızdırdı?" diye sorduğunu ve Sazak'ın da sonradan öğrendiğini belirttiği Erdoğan Demirören, Başbakan görüşmesini öğreniyoruz.
"Erdoğan Demirören, İmralı yayını nedeniyle Başbakan'dan özür diliyor, sözü Milliyet'e getirerek şöyle diyor:
'Sayın Başbakanım, istemeden sizi çok üzdük. Milliyet'i hemen sizin uygun göreceğiniz birisine satmaya hazırım.'
Erdoğan bu öneriye fena halde bozuluyor:
'Alırken bana mı sordunuz da şimdi kime satacağınızı bana soruyorsunuz. Adımı bir de komisyoncuya mı çıkaracaksın.' "
Patronların devlet yetkililerini üzme telaşına dair başka bir alıntı da Abbas Güçlü'nün Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'la eğitim konusunda tartışmaya girmesine dair.
Sazak, Arınç'ı arayan Erdoğan Demirören'in Abbas Güçlü'yü işten atmaktan bahsettiğini, Arınç'ın Demirören'i yatıştırmaya çalıştığını anlatıyor.
Başbakanın sözlerini okuduğumuzda ise artık "Alo Fatih" denildiğinde ne kastedildiğini anlar haldeyiz. Hükümetin kendisine yakın gazetecilerle kurduğu düzene dair bölüm ise öğrendiklerimizden sonra bile şaşırtabiliyor.
"Ankara'ya ters gelebilecek, Erdoğan'ı kızdıracak haberler önceden partiye ya da danışmanlarına iletiliyor, onlardan 'onay' alınıyordu! Bu uygulama giderek gazete sayfalarının yazı işleri ve genel yayın yönetmeni arasında akışını sağlayan 'PDF'lerin Başbakanlıka geçişine uzanmıştı."
Otosansür
Sazak, İmralı Tutanakları'nın Namık Durukan'ın muhabirlik başarısı olduğunun altını çiziyor, sızdırma iddialarının gerçek olmadığını anlatıyor patrona ve patronu arayan Başbakan'a çok yakın olduğunu söylediği bakana. (Sazak, başbakan neden genel yayın yönetmenini değil de patronu arar diye tepki gösteriyor bu bölümde, haklı. Öte yandan bir başbakan böyle bir durumda neden arar?)
Bakana tepkiler iletiliyor, patron sakinleştiriliyor, ertesi günün gazetesinin hazırlığında ise otosansür uyguladıklarını anlatıyor Sazak. Hasan Cemal' "Bugün zaten yazmayacaktım" diyor, manşete Başbakan çekiliyor. Can Dündar'ın yazısında ise Hasan Cemal'in Başbakanı kızdıran "Herkes işine baksın" ifadesi yer var.
"O bölümü Can'dan ricada bulunarak çıkardık... Tek tek bütün yazarlarla konuşarak Başbakan'ı doğrudan hedef alacak ima ve eleştirilerden kaçındık.”
Kitapta Nagehan Alçı'nın Bilal Erdoğan'ın siyasete hazırlandığı haberini "Başbakan televizyonlara çıkıp 'Şimdi de oğlumla uğraşıyorlar' diye bas bas bağırırdı" diyerek koymadıklarının anlatıldığı bölümde ise otosansür ifadesi yer almıyor.
Bak bakalım ayakkabı delik mi?
Asker ilginç bir alıntıyla kitapta yerini alıyor. Konu, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'in bir karşılama sırasında ayakkabısının tabanındaki lekenin "yırtık" gibi görülmesi üzerine düşülen resimaltı.
Sazak, Fikret Bila'nın Genelkurmay'a çağrıldığını ve önüne bir kutu konulduğunu anlatıyor.
Özel'den gelen "Bakın bakalım Fikret Bey ayakkabının altı delik mi?" sorusu burada düşüyor kitaba. "Askeriyede mantık aranmaz" cümlesine sığınıyorum, bölümün yanına çentiği atıyorum.
Demirören lehinde manşet
Gazetecilik böyle bir şey mi? diye sorduğum bölümlerden biri de gazetenin kayyuma geçtiği dönemle alakalı.
Demirören-Karacan ortaklığının bozulması, yönetimin kayyuma geçmesi dönemindeki sıkıntıları "böyle giderse batacaktık" diye anlatan Sazak, Genel Yayın Yönetmeni Tayfun Devecioğlu'nun gazetenin Demirören'de kalması yönünde destek istediğini anlatıyor.
"Ertesi gün gazete, yazı işlerinin ve yazarların Demirören lehindeki manşetiyle çıktı."
İş dünyası
İş dünyasıyla dostluk bağları oluşturmanın gazetecilik için önemli görülmesi tedirgin edici. Belli ki bu maaşlar zamlanacaksa reklamlar lazım, da nasıl olmalı?
Koç, Sabancı ve Eczacıbaşı aileleriyle görüşmelerinden bahseden Sazak, Bülent Eczacıbaşı'nın "Sakın patronlardan reklam isteme. Gerekirse ben karşılarım" cümlesine yer veriyor.
Bu ifadeyi bir gazete sahibinin dediği "iş dünyasıyla reklam konuşması yapma, gazetenin bağımsızlığını zedelersin" sözüyle devam ettiren Sazak, böylesi durumda görevin ilan servisine düştüğünü ancak gazetenin reklam ve ilan servislerinin o performansı sergileyemediğini anlatıyor.
İşten atılmana ne sebep olur tahmin edemezsin
"Dokuz aylık Milliyet yönetiminde Erdoğan Demirören'den en çok duyduğum söz, 'At!' oldu" diye anlatıyor Derya Sazak. "İnsan gerçekten hayret ediyor" dedirten atılış hikayesi ise Ankara Büro Temsilcisi Oktay Pirim'in.
Haber; Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun cevapladığı bir soru önergesi. Sorun; önergeyi verenin CHP Antalya Milletvekili Görkut Acar olması. Bu neden sorun; çünkü Acar daha önce Demirörenlerin işlettiği İstanbul'daki Kemer Country'nin üzerine gitmiş.
Neden böyle bir manşet atmıyorsun?
Gezi Direnişi'ni "Milliyet'te dokuz aylık yayın yönetmenlik serüvenimin sonunu getiren olayların başlangıcı" olarak anıyor Sazak.
Gezi'ye dair İçişleri Bakanı Muammer Güler'e alanda yaşanan saldırıyı anlatma çabası, Erdoğan Demirören'in "sakın gitme" demesine "tamam" dedikten sonra Gezi Parkı'na gidişinin "Bana yalan söyledin" cümlesiyle karşılanmasına dair notlar var.
Sazak, Gezi'nin ardından patronların "Bir şeyler yapmalısın, yoksa seni koruyamayız" uyarılarıyla gelen "Başbakanı öne çıkaracak haber oluşturma" önerileri, "Başbakan'ın Türkiye ekonomisine kazandırdıklarına dair cümleleri izleyen "Neden böyle bir manşet atmıyorsun?" cümleleriyle karşı karşıya kaldığını anlatıyor. Can Dündar'ı da kapsayan süreç, Milliyet'ten uzaklaştırılmasıyla sonlanıyor.
Ben böylesini gördüm
Derya Sazak'ın kitabını bitirdiğimde içinde "avro" geçen sesler düşmüştü bilgisayar ekranına. Yazıyı bitirdiğimde ise gazetelere dair başka sesler dönüyor.
"Batsın Böyle Gazetecilik"in "Böyle"sinde beyefendiler, 'onu al bunu at'lar, ticari kaygılar, patronlar, kimi zaman farkında olarak kimi zaman 'ortam sakinleşsin' diye eksilen cümleler, fotoğraflar, iş insanları var.
Bir seneyi yeni doldurdum muhabirlikte. İş adamlarını, başbakanı, bakanları belki basın açıklamaları dışında görmüşlüğüm konuşmuşluğum yok.
Biz sokaktayız genelde, bir de hapistekiler var. Polis var hemen hepsinde. Gaz gelince kolluyoruz birbirimizi. İki gaz arası sigara içiyoruz, açsak bir şeyler alıyoruz bakkaldan çabucak.
Sazak’ın kitabındaki patronun aklına ancak ofisi parasız kim boyar diye düşündüğünde gelenler*, işe en son girip en önce atılanlar da var. Kızıyoruz, yoruluyoruz, sıfırlama derdimiz yok, işten atılmış çoğumuz, bir yerde ilan duysak hemen ses ediyoruz. Polis birimize "Sarı basın kartı?" dese hepimiz gidiyoruz. Gazdan fenalaşan oldu mu makineyi suratına tutamıyoruz öyle, sakinleşsin diye duruyoruz yanında, profesyonel değilmiş, olmasın, "efendimiz acemilik" nasılsa.
Ben böyle gazetecilik biliyorum, el yordamıyla buldum. Böylesi güzel. Böylesi batmasın.
* Kitabın “Ankara eki kapanıyordu” bölümünden: “Büronun kira sözleşmesi uzatılınca boya badananın da yenilenmesi gerekiyordu… Patron bu işin birkaç kutu boyayla personele yaptırılmasını istiyordu.” (BK)