Batı’da Sofokles’in Oedipus’u babasını öldürür. Doğu’nun kahhâr Rüstem’i ise rakibinden ölümcül darbeyi alacağı sırada onu kahramanlık rolüyle kandırır, “insanüstü gücü”nü giyerek savaşta hile yapar ve tesadüfen rakibi olan oğlu Sührab’ı öldürür.
Baba’yı öldürerek yeni babayı, yeni kralı, yeni iktidarı tarihin sahnesine davet eden Batı’nın aksine Doğu’da baba oğlunu öldürerek geçmişin köhnemiş krallığını ilelebet payidar kılmak ister. Bu nedenle Doğu’nun iktidarı, herkesin hesabının görüleceği o mahşer gününe kadar vazgeçilmez olarak var olmak ister; bedeli kendi çocuğunu hile ile öldürmek olsa dahi.
Bedeli, çocuklarını – yurttaşlarını kahhâr Rüstem gibi binbir yolla kandırmak olsa dahi...
Geçici dünya
Hanîf inancında bu dünya “geçici”dir, aslolan ötekisidir. Mahşer günü ise iki dünyanın arafıdır ve “o gün” gelene kadar zalimlerle bitmez bir savaş vardır bu “geçici” dünyada. Tıpkı Rüstem ve Sührab arasında yaşandığı gibi...
Tıpkı Rüstem’in, rakibi olan Sührab’ı alt etmek için gerektiğinde aman dileniyor görünmesi ve sonrasında hileyle dahi olsa dövüşü kazanması gibi her yol mübahtır bu “geçici” dünyada.
Çünkü her şey “öte dünya” içindir. Çünkü her şey o “kutsal dava” içindir.
Doğu’nun kutsal kelamı, yaratıcısının, zalimlerin yaptıklarından habersiz olmadığını ancak onlarla hesabı “o güne” kadar ertelediğini yazar ve sonrasında ekler: “O gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür ve insanlar bir ve kahhar (her şeyin üzerinde yegâne hakim) olan Allah'ın huzuruna çıkarlar” (İbrâhîm: 48)
İşte “o gün” gelene kadar bu dünyada sürüp giden savaşta düşmanın alt edilmesi için her yol denenmelidir. Çünkü “o gün” geldiğinde rahman ve rahim olan yaratıcı, kendisi için sürdürülen savaş nedeniyle biçare kulunun işlediği günahların tamamını affedecektir.
Tanıksız tövbe
Herkesin sevabı ve günahıyla tartılacağı o araf zamanına kadar “geçici” olan bu dünyada sarf edilen yalanın, eşref-i mahlûkattan “düşman”a dönüş(türül)en insanın gasp edilen haklarınının kefareti ise yeri geldiğinde, uyumadan hemen önce kimselerin duymadığı bir tövbe ile silinip sıfırlanabilir.
Dudaklar kıpırdamadan edilinen bu tövbe, ötekinin tanıklığına başvurmaksızın günahtan kurtulmanın konforuna taşır günahkârı –bir sonraki ve pek çok sonraki günaha ve tövbeye kadar.
Oysa Batı’da insan diz çöker günahı karşısında. Hem de “öteki” olarak tanımlanan kutsalın, bir başka insanın önünde. Affa giden yol her daim bir başkasının tanıklığına muhtaçtır Batı’da.
Ve ötekinin önünde dillendirilen günah utancı var eder her zaman...
Bu nedenle Batı’nın uygarlığı, pek çok şeyden fazla doğruyu ifade eden dildir, sözdür. “Öteki”nin karşısında hissedilen utançtır. Utancın şekillendirdiği toplumsal süperegonun var ettiği kuralların toplamıdır. Bu kurallar gereğince kalkış saati şaşmayan trendir.
Oysa Bereketli Hilal’de trenler hiçbir zaman belirlenen saatte kalkmaz. Kapitalizmin kahhar verimliliğinden azade olunduğu kadar toplumsal kuralların da keyfiyete izin vermesidir bunun nedeni. Ve kuşkusuz; işlenen günahların “öteki”nin tanıksızlığı ve utançsızlığında giderilmesidir de...
Öldürülen insan
O nedenle dilin ve sözün dosdoğru olması mutlak şart değildir. Ne de olsa “öteki”nin önünde diz çöküp kefareti ödenmeyecektir işlenen günahların. Çünkü bu “geçici” dünyada her şey savaşa ve gazâ’ya dahildir. Aslolan, “bu dünya”da utanmadan yaşamak değil, “öte dünya”nın nimetlerine ulaşmak için bu “geçici dünya”da ötekini, rakibini, Sührab’ı, düşmanı hangi yolla olursa olsun alt edebilmektir.
Hal böyleyse pandeminin orta yerinde vakaların hastaya dönüşmemesinden kim, neden utanacaktır ki? Aslolan hakikat değil, çıkarlardır ne de olsa. Ne de olsa “kutsal dava” uğruna söylenen her yalan mübahtır. Ne de olsa insanı ve uygarlığı var eden utanç yaşamdan kovulmuştur.
İnsan, hangi statü, unvan ve mevkide olduğuna bakılmaksızın, insani hasletlerinin tümünden azade kılınmış, muktedirin karşısında “kutsal” ve “çıplak” olarak açıkta bırakılmış ve aciz bir figüre dönüştürülmüştür. Artık o kurban edilebilecek bir kutsallığa, bir değere sahip değildir. Hicr’de yatan cariye Hâcer’in oğlu İsmâil öl(dürül)müştür.
İnsan öl(dürül)müştür.
NOT: Muhafazakâr ailemden aldığım dinsel öğretinin temelini bu dünyanın “geçici”liğinden ziyade, bir “imtihan sahası” olarak tariflenmiş olmasının gereğini şimdi çok daha iyi anlıyorum.
(NÖ)