Sunumunda "bugün ağzımdan çıkan her kelime, kaynaklarla, somut kaynaklarla desteklenmiştir. Bunlar fikir yürütmeler değil. Sizlere sunduğumuz, elle tutulur istihbarata dayalı olgular ve sonuçlardır" diyen Powell o gün, İngiliz hükümeti tarafından 3 Şubat'ta yayınlanan ve Irak'ın elinde kitle imha silahları olduğunu kanıtlayan bir başka rapora gönderme de yapıyordu.
Powell'ın 5 Şubat'taki tarihî BM sunumundan sadece bir gün sonra, İngiliz hükümeti tarafından yayınlanan 19 sayfalık raporda "kopya çekilmiş olduğu" ortaya çıktı. Son kanıtlar ışığında hazırlandığı izlenimi verilmiş raporun bir bölümünde, Monterey'den (Kaliforniya, ABD) bir üniversite öğrencisinin, İbrahim el-Maraşi'nin yaklaşık altı ay önce yayınlanmış bir makalesinin harfi harfine kullanıldığı görülüyordu. Kopya çekenler, imla hatalarını düzeltmeyi bile akıl etmemişler, metin olduğu gibi rapora alınmıştı.
Bir üniversite öğrencisi yaptığında imtihan kâğıdının üzerine sıfır yazılmasına neden olacak bir şeyi İngiliz hükümeti yapmıştı. Aynı şeyi telif karşılığı makale yazan bir profesyonel yapmış olsa, "fikrî mülkiyet haklarına saldırı", "fikir çalma" suçlamaları ile kendisini mahkemede bulması işten bile değildi. Kopyayı çeken İngiliz hükümeti ise kopya çektiğiyle kalmıştı. O rapor hâlâ hükümet Web sitesinde asılı duruyor.
Sunumdan iki gün sonra BM eski silah denetçisi Scott Ritter Powell için, " Yalan söyledi, insanlara yalan söyledi, insanları yanlış yönlendirdi ".
Powell, sunumunda Al Kindi şirketinin ürettiği araçlarla oradan oraya taşınan malzemelerden söz etmişti. Ritter bu konuda da şunları söylüyordu: "Araç fikri kimden çıktı biliyor musunuz? Denetçilerden. Bir gün oturduk ve dedik ki, 'Biz Iraklı olsaydık, biyolojik malzemelerimizi nasıl saklardık? Malzemeleri kamyonlara koyardık..' Böylece kamyonların peşine düştük. Sorun şu ki, varolduğuna dair kanıtınız olmayan bir şey arıyorsunuz. Ama var olabileceklerini düşünerek varolduklarına dair bir izlenim yaratmış oluyorsunuz.."
Powell'ın sunumunun üzerinden bir yıl, Irak'ın işgalinin üzerinden yaklaşık 10 ay geçtikten sonra, Irak'taki kitle imha silahlarını bulmakla görevli David Kay, "Irak'ta kitle imha silahı olduğunu sanmıyorum" dedi ve istifasını verdi.
Sivil toplum organizatörü
Bugün, herşeye rağmen Irak'ın işgal edilmesiyle iyi bir şey yapılmış olduğunu düşünenler var. Çünkü, hiç değilse diktatör tahtından devrildi. Hiç değilse, ezilen bir halk, iki kere ezilen Kürt halkı, şimdi belki özgürlük ve demokrasi ile tanışacak.. diyenler var.
Bu özgürlük ve demokrasi işleri, işgalin başlamasından 15 gün önce, 4 Mart 2003 tarihinde ABD Uluslararası Gelişme Örgütü (USAID) tarafından ihaleye açılmıştı. 170 milyon dolarlık bir sözleşme ile (üst sınır 466 milyon dolar) iş " Research Triangle Institute " (RTI) adlı kuruluşa verildi. "Sivil toplum workshopları" ile Irak'ta "yerel demokrasi"yi oluşturma çalışmaları nisan ayında bu sözleşme çerçevesinde başlatıldı.
Washington Post'dan Ariana Eunjung Cha, 24 Kasım 2003 tarihli makalesinde genel olarak "özgürlük getiren Amerikan kuvvetleri" görüntüsünü çizmemekle birlikte, yerel yönetim birimleri -üstelik de düpedüz serbest seçimlerle seçilip- kurulduktan sonra Taci bölgesine gelen RTI görevlilerinin şaşkınlığını anlatmadan edemiyordu. RTI'ın bölgedeki yetkilisi olan öğretim üyesi, New York'dan Emel Ressam'ın, mevcut mahalle komitelerinin yerine kendileri tarafından onaylanan komitelerin geçmesi için nasıl kararlı bir mücadele verdiği de anlatılıyordu. Gazeteci bir noktada durup, herhalde kendini mecbur hissettiğinden, şöyle bir not düşüyordu: "Bütün bunların anlamını açıklamak zor. Felsefi olarak bakarsak, bunlar, onlarca yıl eski başkan Saddam Hüseyin ve onun yakınlarının zorbalığı altında yaşamış insanlara Batı tarzı demokrasiyi öğretmeye çalışmakla ilgili. Saddam öncesinde de askeri bir diktatörlük, ondan önce bir mutlakiyet rejimi ve Osmanlı İmparatorluğu.. Uygulama açısından ise, bunlar, bir işgal gücünün demokrasiyi yukarıdan aşağı empoze etmesiyle ilgili şeyler.."
Buzdolabının difriz kısmından yeterince "Batı tarzı demokrasi" alıp 170 - 466 milyon dolarlık bir sözleşme ile Irak'a bunları ağızdan beslemeye gelen sivil toplum profesyonelleri, Saddam ve öncesindeki askeri diktatörlük ile, onun öncesindeki mutlakiyet rejimi ile "Batı" arasında onlarca yıl süren eşgüdümün, "halkı baskı - kaynakları kontrol altında tutma" politikalarının bugün açısından önemsiz olduğu, geçmişte kalmış tatsız şeyler olduğu kanısındaydı belli ki. Gazeteci Cha da, herhalde aynı kanıdaydı.
The Nation'daki makalesinde bir başka gazeteci Naomi Klein ise, 28 Ocak 2004 günü Nasıriye'de 10 bin Iraklının nasıl gösteri yaptığını, doğrudan seçim talep ettiğini ve atanmış yöneticilerin istifasını istediğini yazıyordu.
Kaynak açısından sıkıntısı olmayan Batı tarzı demokrasinin Irak'da bir de gözlem istasyonu var. Spekülatör hayırsever milyarder George Soros'un Açık Toplum Enstitüsü'nün bir uzantısı olan " Iraq Revenue Watch ", ABD'nin Irak kaynaklarını talan etmesine ya da bu talana zemin hazırlamasına karşı tetikte, gözcülük yapıyor. Bugüne kadar ABD Uluslararası Gelişme Örgütü ile sayısız projede ortaklık yapan enstitünün "sivil toplum organizatörü" RTI ile yaptığı stratejik işbirlikleri de var. 2000 yılında Soros Vakfı ve RTI, "Orta Asya, Doğu Avrupa ve diğer demokratikleşen bölgeler"de eğitimin iyileştirilmesine yönelik ortak projeler başlatmışlar . Şimdi Irak'ta ortaklardan biri demokrasiyi kuruyor, diğeri kuranlar mal kaçırmasın diye gözcülük yapıyor.
Derin şirket SAIC
"Irak yönetim sisteminin yeniden yapılandırılması" ile birlikte Irak'ta bir medya ağı oluşturulması işinin ihale edildiği " Science Applications International Corporation " da (SAIC) Batı tarzı demokrasi açısından kritik bir kuruluş.
25 - 26 Şubat 2004 tarihlerinde ABD'nin Florida eyaletinde " Anavatanın Güvenliği Konferansı " düzenlenecek. Konferansın amacını anlatan metnin ilk cümlesi şöyle: "Bu konferans, halk tarafından halk için, Anavatanın Güvenliği'nin teknik ve düzenleyici yönlerinin anlaşılmasına yardımcı olmak amacıyla düzenlenen bir konferanstır."
Amerikan halkı tarafından, en azından bu halkın vatansever unsurları tarafından olağanüstü bir sivil inisiyatif ile düzenlendiği izlenimi yaratan konferansta sunum yapacak en itibarlı kuruluşlar arasında, bu SAIC de bulunuyor. SAIC yöneticisi James W. Morentz, kendileri tarafından oluşturulan "Public Safety Integration Center"ı ("Kamu Güvenliği Entegrasyon Merkezi") anlatacak.
SAIC enteresan bir şirket. 1969 yılında kurulmuş ve sahibi, bizzat şirket çalışanları.. 40 bin cıvarında çalışanı bulunan şirketin kazancının % 69'u devlet işlerinden geliyor. Amerikan devleti SAIC'e güveniyor. Bu güven üç yıllık Bush yönetimiyle sınırlı değil. 2002 gelirleri 5.9 milyar dolar olan SAIC, 1990'dan bu yana Amerikan hükümetlerinden en fazla iş alan şirketler sıralamasında üçüncülüğü elinde bulunduruyor. Şirketin üst düzey yöneticilerinden Christopher "Ryan" Henry Şubat 2003'de görevinden ayrılıp savunma bakan yardımcılıklarından birini üstlenmiş. Bir başka yönetici Duane P. Andrews, 1989 - 93 yılları arasında savunma bakan yardımcılarından biri olarak görev yapmış. Yani hem baba Bush, hem de Clinton'la çalışmış. Andrews'un " Güvenliği yeniden tanımlama " başlıklı tarihî bir raporun altında imzası da var. Ocak sonunda yaptığı açıklamalarla "kitle imha silahları skandalı"nın patlamasına yol açan David Kay de SAIC'in eski yöneticilerinden. Ekim 2002'de şirketten ayrılmış.
Ekim 2003'e kadar SAIC yönetim kurulu üyesi olan emekli amiral Bobby Ray Inman, ABD'nin en stratejik resmi kurumu olan National Security Agency'nin eski yöneticilerinden. Inman aynı zamanda Fluor şirketinin yönetim kurulunda. 1996'da generallikten emekli W.A. Downing de SAIC yönetim kurulu üyesi. National Security Council bünyesindeki uluslararası kontr-terörizm biriminin eski yöneticilerinden.. Türkiye'de de İncirlik ve İzmir'de iki bürosu bulunan "derin şirket" SAIC'in sahibi olan çalışanlar arasında işte böyle seçkin insanlar var.
Irak'ın işgalinden hemen sonra Pentagon'ın bir uzantısı olarak Irak'ı yönetmek üzere ABD'den getirtilen " Iraqi Reconstruction and Development Council "ın (IRDC) idaresi SAIC'e ihale edilmişti. Yani bu "Irak'ı Yeniden Yapılandırma ve Geliştirme Konseyi"nin üyeleri maaşlarını resmen SAIC'den alıyorlardı. Zamanla IRDC'nin pratik olmadığı, işgalden kaynaklanan çelişkileri daha da derinleştirdiği tabak gibi ortaya çıktı. Konseyden istifa edenler oldu. İsam el Kafayi gibi nedamet getirenler bile oldu. "İşbirlikçi olmak istemedim" diyerek 9 Temmuz 2003 günü istifasını veren Kafayi, hemen ardından Soros'un Iraqi Revenue Watch'ının Bağdat yöneticiliğine transfer oldu. Kafayi, Açık Toplum Enstitüsü tarafından düzenlenen " Irak'ın Yeniden Yapılanması ve Egemenliğe Giden Yol " forumunda 13 Şubat'ta bir konuşma yapıyor.
25 milyon dolarlık medya işinin de (Irak Medya Ağı projesi) ihale edildiği SAIC, proje yöneticisi olarak önce Voice of America'nın (Amerika'nın Sesi radyosu) başındaki Robert Reilly'i transfer etmişti . Kariyerine 1980'lerde Nikaragua kontraları için Beyaz Saray propagandacısı olarak başlayan Reilly haziran ayında istifa edip gittikten sonra SAIC aynı pozisyonda başkalarını da denedi. Ne başkaları, ne de SAIC, Amerikan programlarını dublajlayıp belirli frekanslara basmak dışında, medya işini kıvırabildi. Irak Medya Ağı projesinin şu anda ne durumda olduğunu merak edenler, ilgili Web sitesine bakabilirler. 9 Şubat 2004 günü sitenin tek sayfasında sadece, "Konuyla ilgili bilgi mevcut değil" ibaresi vardı.
İyi kral, adil tanrı ve kahraman komutan
Bütün bunlar.. Powell'ın sunumu ve "somut kanıtlara dayalı" sözleri, İngiliz hükümetinin "rapor"u, Irak'ın bunlara dayanılarak işgali, sözleşmeli sivil toplum organizatörleri, sözleşmeli yönetim mühendisleri ve medya ağı çaylakları.. bir yıldır bütün bunlar herkesin, bütün dünyanın, hepimizin, gazetecilerin, politikacıların ve işgalci ya da destekçi ülke seçmenlerinin gözü önünde yaşanmış olduğuna göre.. Şimdi duruma ne ad vermek gerek?
Birkaç hafta önce Irak'ta kitle imha silahlarını bulmakla görevlendirilen David Kay, "Irak'ta kitle imha silahı olduğunu sanmıyorum" deyince Atlas Okyanusu'nun batı kıyılarında ani bir rüzgâr çıktı. Bugün rüzgâr fırtınaya ha döndü ha dönecek diye bekleniyor. Öyle görünüyor ki Demokrat başkan adayı John Kerry, fırtına patlayıp başkan Bush'u önüne katarsa, 2004 yılının sonlarına doğru ABD'nin yeni başkanı olacak.
Böylece tarihin bol savaş riskli bir dönemi kapanmış mı olacak? Dünya biraz temizlenmiş mi sayılacak? Bush ve neo-con ekibinin gitmesiyle dünya üzerinde yaşayan insanlar, bir yalancılar bandosundan, bir maceracılar takımından kurtulmanın mutluluğuyla derin bir nefes mi alacak?
2001'in 11 Eylül günü New York'un ikiz kulelerinde binlerce insan öldükten sonra ilan edilen, aslında 1998 yazında başkan Clinton tarafından ilan edilmiş olan "teröre karşı belki asla bitmeyecek uzun savaş"ta hangi noktada kalınmış olduğunu varsayacağız? 2001 sonlarından itibaren Afganistan'da, 2003 baharından itibaren Irak'ta binlerce sivilin öldürülmüş olması, tarih kitabının eski bir sayfasına düşülmüş ve giderek silikleşen notlar olarak mı kalacak?
Bütün bunlar böyle olsa da, Irak'ta yarın ne yaşanacak? Doğrudan genel seçim talep eden Irak halkına yerel demokrasinin ve atamalı demokrasinin nimetlerini anlatıp duran, "Bremer kanunları"nı atamalılara onaylatmaktan başka bir hedefi olmayan, demokrasiyi kendi sömürü kanunlarının onaylanmasından başka bir şey olarak görmeyen bugünkü ABD yönetimi yıl sonunda düşse de, yeni gelen yönetim "petrolünüz ve diğer kaynaklarınız size aittir" mi diyecek? Halliburton'lar, Bechtel'ler, RTI ve SAIC'lerin hem kasalarını doldurmak, ama hem de "serbest piyasa ekonomisi"ne giden yolları döşemek üzere geldiği Irak'a "kendi kaderini tayin hakkı" mı tanınacak?
Kopya çekilerek hazırlanmış raporlara ve yalanlara dayanılarak başlatılmış bir işgalde binlerce Iraklının öldürülmüş olmasının bir anlamı varsa, belki o da hayatî bir şeylerin anlaşılması fırsatının karşımıza çıkmış olması.
İtiraf edelim ki "Batı tarzı demokrasi" hakkında genel bir ikiyüzlülük herkese, hepimize fazlasıyla sinmiş durumda. İtiraf edelim ki biz her yerde ve neredeyse her an, kötü adamlara karşı "iyi kralımız"ı arıyoruz. Kralımızın elinde kılıcı ve yüreğinde sevgiyle çıkıp gelmesini bekliyoruz. İtiraf edelim ki, çalışacağı ve daima adil olacağı söylenen ama ne çalışan ne de adil olduğu konusunda bizi ikna edebilen sisteme karşı, "merhametli ve adil tanrı"ya özlem duyuyoruz. Onun varlığını yeniden içimizde hissedeceğimiz günün özlemiyle dolup taşıyoruz. İtiraf edelim ki, koyu yeşil üniforması içindeki, göğsü rozetlerle kaplı adama bakarken, "kahraman komutanımız"ı gördüğümüzü düşlemek istiyoruz. Kahraman komutanımızın ceketine sürtünmek, ona güven duymak istiyoruz. İtiraf edelim ki geçen yüzyılda ve bir önceki yüzyılda analarımız ve atalarımız olan kadın ve erkeklerin, tüm çabalarına karşın "bizim" kılamadığı ve bizden giderek uzaklaşmış demokrasiyi, bize hâlâ birilerinin uzatıp durduğu o çirkin oyuncağı fırlatıp çöpe atmak için karşı konulmaz bir istek duyuyoruz. Sivil toplum profesyonelleri ya da edilgen vatandaş, yaşlılar ya da gençler, kadınlar ya da erkekler, fakirler ya da az çok varlıklı olanlar, hepimiz bu geri dönüş çırpınışı içindeyiz. Yeter ki kral iyi olsun, komutan kahraman. Tanrı ise zaten adil. Bunlar artık hayallerin bile ötesine sürülmüş olsa da, bu üçünü artık hayal edecek güçten bile yoksun olsak da, deliliğin sığınakları hâlâ bizim.
(Benim anlamadığım, Powell ve Blair, kitle imha silahlarının kanıtlarından söz ederken, gülmemeyi nasıl başardılar?) (ŞA/EK)