ülkemizde daha önce sıkça söz ettiğim gibi "kanunsuz uygulamalar" gerçekleştirmek adet haline geldi. yöneticiler hukukun üstünlüğünü kabul etmekten zaten çoktan vazgeçmişlerdi; şimdi de kanun yapma yetkisini kötü kullandıkları için kanun da yapamaz hale geldiler ve bu yüzden artık kanunsuz uygulamalarla hizmeti gerçekleştirme yoluna yöneliyorlar. bu da yeni mağduriyetler yaratıyor.
başvuru hakkı nasıl kullanılır?
sağlık hizmeti ve uygulamalarında karşılaşılan olumsuz durumlarda söz konusu olan "başvuru hakkı"nın kullanılmasına ilişkin yürürlükteki yasalarda tanımlanmış yollar temel olarak üç tanedir:
ilki "adli kurumlara" yani mahkemelere yapılan başvurulardır.
bu tür başvurulardan ilki, ceza yasası'nda belirtilen kusur ve suçlarla ilgili iddialar için "cezai yargılama" süreçlerini başlatmak üzere savcılıklara yapılan "şikâyetler" ve "suç duyuruları" yoluyla gerçekleşir.
adli kurumlara yapılan başvuruların ikincisi ise yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi bakımından yani tazminat amaçlı olarak kullanılan "hukuki yargılama"dır.
adli başvuru süreçleri gerek başvuru, gerekse uygulama ve elde edilen sonuçları bakımından birbirinden farklı biçimlerde gerçekleşir.
idarenin sorumluluğu
başvuru hakkının ikinci kullanım biçimi idarenin doğrudan ya da dolaylı sorumluluğu içindeki konularda gündeme gelen olan "idari başvuru" süreçleriyle gerçekleşir.
bu tür başvurular öncelikle ilgili kuruma ya da onun üzerindeki kuruma yapılır. yanlış ya da kusurlu davranışıyla ortaya çıkan mağduriyetin sorumlusu olan kişi ya da kişilerin kurumsal olarak "hiyerarşik" üstlerine yapılan yazılı başvuru gereklidir.
dilekçe verme hakkı ile ilgili kural ve usule tabi olan bu başvurular, "idari soruşturma" kurallarına göre işlemden geçtikten sonra sorumlular için iddia edilen suçlamanın gerçekliğinin ortaya konulmuş ise buna uygun ve mevzuatta gösterilen yaptırımla sonuçlanır.
ancak başvurular "idareyle ilgili adli süreçleri işlemesine engel oluşturmaz. idarenin yanıtına göre idare mahkemelerinde "tam yargı davası" açılarak süreç işletilebilir.
mesleki denetim ve sorumluluk
üçüncü yol ise sağlık hizmeti veren meslek gruplarının, kendi meslek kuruluşları üzerinden işleyen mesleki yönden değerlendirme ve denetleme süreçleridir.
bu konuda yetkiyi sağlık bakanlığı çatısı altında bulunan bir kuruma devreden 663 sayılı kanun hükmünde kararname anayasaya aykırılığı nedeniyle anayasa mahkemesi'nde görüşülmektedir.
bu nedenle hekimlerle ve diğer sağlık meslek gruplarıyla ilgili mesleki soruşturmalar, bunların kamu niteliğindeki meslek örgütleri tarafından sürdürülmektedir.
yan yollar: "alo184 ve sabim"in yararı
tüm bunların dışında ve aslında yukarıda belirtilen başvuru yolları arasında sayılmayan, bu yüzden de buna aykırı biçimde oluşturulmuş bir başka yol olarak alo 184 ve sabim uygulaması getirilmiştir.
bu araçlar her ne kadar temel hasta haklarından birisi olan "başvuru hakkı" konusunda bir uygulama gibi sunulsa da aslında yasal alt yapısı bakımından "başvuru hakkı"nın kullanılması anlamına gelmemektedir.
oysa sağlık bakanlığı sağlık hizmetleriyle ilgili "başvuru hakkı"nın kullanılması bakımından şu anda bu olanağı gündeme getirmekte, bu araçlarla yapılan başvuruları özendirmekte ve yaygın olarak öne çıkarmaktadır.
böyle yaparak sağlıkta dönüşüm programı (sdp) açısından "iki" hatta "üç" bir avantaj sağlamaktadır.
ilk avantaj bu yollarla yapılan başvuruların "usûl kuralları gözetilmediği için" hızlı biçimde uygulanıyor olmasıdır. böylelikle şikâyette bulunan, şikâyet başvurusunun etkili olduğu düşüncesine sahip olmaktadır.
aslında hukuksal hiç bir karşılığı olmayan bu mekanizma ile gerçek hak ihlâliyle karşılaşmış vatandaşlar, "başvuru hakları"nı kullandıklarını düşünmekte ama aslında bunu kullanmamış olmaktadırlar.
bazen ortada bir kusurlu durum yokken yapılan şikâyetler de bu süreçte takip edilmektedir. bunlar sonuç olarak "müşteri memnuniyeti" bağlamında sağlanan bir yararlardır.
öte yandan bu yollar, öncelikle geçerli ve yürürlükte olan mevzuata karşın "kamu çalışanlarıyla ilgili idari soruşturma" aygıtını işlevsiz kılmaktadır. başka bir deyişle hak ihlâline uğrayan vatandaşların, gerçek başvuru mekanizmalarını işleterek bakanlığın gerçek sorumluluğunu ortaya çıkarılması olasılığı bu yollarla engellenmiş olmaktadır. bu ise sdp'nın yarttığı asıl hak ihlâllerinin ortaya çıkmasını önleyerek, en azından geciktirerek, olumsuz propagandaları ortadan kaldırmaktadır. açıktır ki bu da bakanlığın yararına bir sonuçtur.
bakanlığın süreçte sağladığı üçüncü yarar ise sağlık çalışanları üzerinde de bu yolla bir "baskı unsuru" oluşturulmasıdır. bu da genellikle usule uygun olmayan ve itiraz yolları tanımlanmamış bu şikâyetlerin sonucunda performans puanı azaltılması ya da döner sermaye gelirlerinden kesintiler uygulanarak çalışanlar üzerinde cezalandırmalar yapılması yoluyla gerçekleşmektedir.
böyle bir baskı, hem gündelik işlem sayısını çoğaltarak, kimseyi geri çevirmeyen ve daha iyi çalışan bir sağlık sistemi görüntüsü yaratmaktadır. verilen hizmetin sonucunun değil, yalnızca sıklık ve yoğunluğu üzerinden yapılan değerlendirmeler açısından bu da açık bir "yarar"dır.
olumsuz sonuçları daha çok!
bu iki kanaldan yapılan şikayetler her şeyden önce "başvuru hakkı"nın kullanılması değil, sadece bir "bildirim"dir. böyle bir yöntem "idari başvuru mekanizmaları" arasında yoktur.
olsa olsa idarenin kendi denetim yetkisini kullanmak üzere hizmeti alanlardan gelen "geri bildirim"ler gibi kabul edilmelidir.
idari başvuruların nasıl yapılacağı ve süreçleri gerek içerik, gerekse biçim olarak idare hukukuyla ve dilekçe hakkıyla ilgili düzenlemelerde açıkça belirtilmiştir.
alo184 ve sabim üzerinden gündeme getirilen şikâyetlerin sonuçları zaman zaman bakanlık tarafından duyurulmaktadır. bunlar irdelendiğinde, bu bildirimler sonucunda gerçekten kusurlu bir davranışın saptandığı ve yaptırıma gidilen durumlarda, idari soruşturmanın doğal süreçlerinin de gerçekleştirilmediği görülmektedir. örneğin ceza yasasında tanımlanan bir kusur ya da suça karşılık gelen durumlarda idarenin ilgili adli süreçleri işletme görevi de vardır. ama bir tek örnekte dahi bunun yapıldığına ilişkin bir bilgi söz konusu değildir. yargıya bildirimde bulunma görevinden de kurtulan idarenin bu fiili ya da eylemsizliği de bir başka açıdan "hasta hakkı ihlâli" anlamına gelir.
sonuç
yapılması gereken, temel insan haklarına uyumlu, hukukun üstünlüğünü her zaman gözeten, "başvuru hakkı"yla birlikte "savunma hakkı"nın da eksiksiz bir şekilde ve bir bütün olarak kullanılabildiği, bağımsız, hızlı ve etkin çalışan, gerekli kontrol ve denetim süreçleriyle izlenebilen, açık, şeffaf, "hasta hakları"nın gerçekten var olmasını sağlayan "başvuru yolları"nın uygulamaya konulması ve işletilmedir.
kuşkusuz bu sağlık hakkı ve hasta hakkı ihlâline neden olmayacak bir sağlık hizmetinin var olduğu koşulda söz konusu olmalıdır.
dolayısıyla sağlıkçıların son olarak kendi canına kıyan asistan dr. melike erdem örneğindeki iddialarla, somut olarak bu yollarla yapılan "soruşturma"(?) örneklerinden yola çıkarak bu araçların kaldırılmasına ilişkin talepleri doğrudur.
ancak bu talepler asla hastaların temel haklardan birisi olan "başvuru hakkı"nın reddi ve/veya inkârı biçiminde algılanmamalıdır. çünkü sağlıklı ve hak temelli bir sağlık hizmeti hasta haklarının, dolayısıyla başvuru hakkının da doğru ve etkin bir şekilde gerçekleştiği bir sağlık hizmetidir. bu aslında hizmeti doğru ve kuralına göre sunan sağlıkçıların da yararınadır.
sağlıkçıların hiç bir hak arama yolunun olmadığı bir sağlık ortamı istemeleri mümkün değildir.
çünkü bu durumda en başta birer çalışan olarak kendi hakları için "başvuru hakkı"ndan vazgeçmiş olacaklardır. bu ise "hak temelli yaklaşım" yanında, mevcut hukuk ve geçerli mevzuata da aykırıdır.
hizmeti "doğru araçlarla" sunmak, yalnız sağlık hakkı açısından değil, yaşama hakkı açısından da sağlık hizmeti sunanların görevidir.
(1)