Beşeri dersliğinden çıkıp A1 kapısına gitmemiz pek fazla zaman almıyor. Kapıya doğru yaklaştıkça polis megafonlarından aranızda sizi provoke etmek isteyen kişiler(!) var; lütfen(?) dağılın benzeri cümleleri işitmeye başlıyoruz.
Kalabalığa karışmak isteyen dört kişiyiz. Kalabalığa doğru yaklaşırken arkadaşlarımızdan biri başına bir şey gelmesini istemediğinden ve öğlen sonu çalıştığı işe yetişmesi gerektiğinden bahsediyor.
Arkadaşımızın bu tavrında hiç şüphesiz polisin dağılın uyarısı kadar az ötede görünmeye başlayan binlerce polisin de payı var. Söz konusu görüntüden olası bir müdahaleyi kestirmek güç olmadığından arkadaşıma "sen istersen direk işe git bence" diyorum ve diğer iki arkadaşımla beraber usulca kalabalığa karışıyoruz.
Kalabalığın içine doğru aktıkça tanıdık yüzler daha da tanıdık olmaya başlıyor. Birbirimize bakarken çoğumuzun yüzünde gülümseme ile karışık bakalım ne olacak benzeri bir ifade var. Polis TOMA'ları (bu araçların adı Toplumsal Olaylara Müdahale Araçları imiş. Sonradan öğrendim) ve zırhlı araçları ile ODTÜ' den dışarıya çıkmamamız için elinden geleni ardına koymamış gibi görünmekte...
Polisin ördüğü araç duvarının yanı sıra A1 kapısına gelmiş binlerce polisin de TOMA' lardan pek bi farkı yok. Ürkütücü olmak adına hiçbir alet edevat takviyesinden kaçınmadıkları her hallerinden belli. Binlerce polis, kalkanları ve her zamanki soğukluğu ile karşımıza dikilmişken polis kalkanlarının ve TOMA' larının arkasından gelen megafondaki ses(!) kendisinin bile inanmadığı bir demokrasi ve yasal hakların kullanılması yalanını tutturmuş gidiyor...
Bi yerden sonra megafondaki ses sloganlarla ve yuhalamalarla bastırılıyor. Polis kalkanına karşın öğrenci arkadaşların suntalardan yaptığı ve üzerinde çeşitli sloganların yazıldığı öğrenci kalkanları kalkıyor. Hiç şüphesiz suntadan yapılmış kalkanlar polisinkiler kadar ürkütücü değil, tam tersi öğrenci hareketinin çeşitliliğini temsil eder nitelikte. Suntalar iki sıra halinde birbirlerine eklenince öğrencilerin taleplerini dile getiren rengarenk bir görüntü çıkıyor ortaya. Tam da polis kalkanlarının karşısında...
Daha bir ay önce Dolmabahçe' de yaşanan olaylar sırasında hamile bir kadının bebeğini öldüren polisin katilliğinden, üniversitelerin neo-liberal politikaların hizmetine sunulmasına, ulaşım zamlarının son bulmasından eğitime bütçe ayrılmasına ve tabiî ki üniversitelerde öğrencilere söz söyleme hakkı verilmesine kadar öğrencilerin çeşitli talepleri dile getirilmiş durumda.
Kalkanın üst kısmında ise her bir talebi başka bir harfle ifade eden yine suntadan(!) BAŞKALDIRIYORUZ yazımız var. TOMA' lar ve binlerce polis karşımızda dikilmiş eyleme katılan öğrencileri nasıl darp edeceğini düşünürken; megafondan duyulan demokrasi yalanlarının taşıyıcısı AKP iktidarına, polise ve YÖK' e başkaldırıyoruz ve hep bir ağızdan "AKP' ye Hayır" sloganlarını haykırıyoruz...
İşte tam da bu kertede "ileri demokrasi" harekete geçiyor. Üzerimize sıkılan tazyikli sularla birlikte ilkin neye uğradığımızı şaşırıyoruz. Sıkılan su sonrasında biber gazları ODTÜ' nün A1 kapısından kampüse doğru geri çekilen öğrencilerin üzerine adeta yağmur olup yağıyor. Suntadan yapılmış kalkanlarımız "şiddetle" püskürtülen suya pek fazla dayanmıyor; ve elinde sunta olan arkadaşlarımız sudan daha az etkilenmek için suntaların ve başkaldırıyoruz afişinin arkasına sığınmakta buluyorlar çareyi...
Gaz bombasından etkilenmemek elde değil. Bir çok kişinin gözlerinden akan yaşlar, öksürükle kesilen nefesler AKP'nin "ileri demokrasisinin" en güzel resmi oluveriyor bir anda. Rektörlüğün polisin kampüs içine girmesine izin vermeyişi ile "ileri demokrasi" her ne kadar kesintiye uğrasa da üstümüze yağan suyun ve biber gazının haddi var hesabı yok. Polisler bilendikleri eylemcileri coplayamadıklarından ya da ibreti alem için birkaç kişinin kafasını yaramadıklarından olsa gerek(?) tazyikli suya ve biber gazına abandıkça abanıyorlar. Diğer taraftan, polise her ne kadar taşlarla karşılık verilmeye çalışılsa da; taşlar polislere yetişmiyor bile...
Hal böyle iken kampüs içinde tanısın ya da tanımasın her öğrenci gazdan etkilenmiş bir diğerinin yardımına koşmaya çalışıyor. O an için limon tek ilaç. Kampüs içine çekildikçe ve iktidarın şiddetinden uzaklaşıldıkça mizah başlıyor. Biri polislere doğru dönüp "ne vardı bu kadar gaz sıkacak derken?"; sırılsıklam olmuş bir diğeri o gün için Ankara' da havanın ayaz olmamasında buluyordu teselliyi.
Eyleme sonradan gelen arkadaşlarımız gözleri kızarmış ya da üstü sırılsıklam olmuşlara "seni birazdan kurutacağız" diyerekten en içten desteklerini sunuyorlar. Böylesine dostane bir atmosferde sayımız arttıkça artıyor ve polisin karşısında daha bir dirençle duruyor buluyoruz kendimizi. Yaklaşık bir buçuk saat süren çatışmadan sonra eylem komitesi eylemi bitirme kararı alıyor; sloganlar eşliğinde -sayımız her geçen dakika daha da artarak- okulumuza geri dönüyoruz...
Geçtiğimiz Çarşamba ODTÜ' de yaşananlar (üç- aşağı beş yukarı) böyle iken söz konusu durumun medyada yansıması polisin kullandığı aşırı şiddete ve gösteriye katılanların attığı taşlara takılmanın pek de ötesine geçemedi. Öğrencilerin suntaların üzerine yazdığı talepleri ve taleplerini istemekte ne kadar kararlı oldukları üzerine nerdeyse hiç konuşulmadı.
Hatta giydikleri takım elbiselerden başka hiç bir şeyi temsil etmeyen öğrencilerin Cumhurbaşkanlığı makamına çağrılması üzerinden adeta toplumun/ öğrencilerin gazının alınacağı yönünde bir algı oluşturularak öğrencilerin demokratik taleplerinin üstü adeta örtülmeye çalışıldı.
İşte tam da bu noktada; şenlikli yumurta eylemlerini anlamamakta ısrar eden, bu eylemlere katılan gençleri "patalojik" olmakla değerlendiren/suçlayan iktidar sahipleri ve onların medyadaki temsilcileri söz konusu sorunları tekrardan ötelemeye girişmiş görünüyorlar. Oysa durum açıktır: şenlikli yumurta eylemleri ile dikkate alınmayan gençler bu sefer taşa sarılmış ve istediklerini almaktaki kararlılıklarını - sayıları her geçen gün daha da artarak- kamuoyuna bir kez daha göstermişlerdir. Bu nedenle; Yıldırım Türker' in daha önce belirttiği gibi başta başbakanın ve çevresindeki demokrat geçinenlerin "frene basma zamanı" gelmiştir. Çünkü "askerinizle, polisinizle, copunuz silahınızla" biz, yani "geleceği" "yok edemezsiniz". Bunu anlamak için tazyikli suyla paramparça ettiğiniz BAŞKALDIRIYORUZ suntalarının arkasındaki kararlılığa dikkatle bakmanız yeterli olacaktır. (MA/EÖ)
* ODTÜ, Sosyoloji Doktora öğrencisi