“Kim nasıl anlayabilir bunu bilemiyorum, ama hem Ermeni olmak, hem Türkiyeli; hem 23 Nisan’ı yaşamak bütün coşkusuyla ve ertesi günün bir parçası olmak bütün hüznüyle. Ne anlaması kolay ne de anlatması. 23 Nisan nasıl daha bir coşkuyla yaşanır? Ne 23 ne de 24 Nisan. 23,5 Nisan’dır belki de o an.” (Hrant Dink…)
Her yıl büyük bir coşkuyla tüm ülkede, başka ülkelerden gelen çocuklarla, ulusal bir bayram olarak kutlanan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı ben de her çocuk gibi kendi çocukluğumda kutlardım. Özellikle ilkokul çağımda, sınıf süslemek ve törende ön sıralarda yer almak için seçilen birkaç kişiden biri olma ayrıcalığına erişmek başka bir onur olarak sunulurdu bize.
23 Nisan’ın bambaşka bir özelliği vardı ki her çocuğu gönlünden vururdu; sadece o günkü tören için hazırlanan süslü püslü giysileri giymek ve törende ön sırada boy göstermek. Ama önce bu kostümleri satın almak ve parasını peşinen ödemek gibi de bir yükümlülük vardı ki, ‘seçilmiş’ olmanın kabusu burada başlardı. Sıradan faniler olarak biz, kentin kozmopolit mahallerinde bulunanlar, okul dışında yapılan gezintili törene katılmazdık elbiselerimiz ‘tören giysileri’ olmadığı için.
İlk defa bu elbiselerden almak istediğimi söylediğimde, annem açıkçası sadece bir gün için giyeceğim ve sıradan bir okul için oldukça pahalı bulduğu bu elbiselere para ödemek istemedi. Bayramdan sonra gidip başka bir elbise aldılar bana “çocuktur tutturmuştur” diye, 23 Nisan’ın yerine ama tören dışı da kaldım neticede.
Bense, 80 sonrasının sisli günlerinde ilkokula giden bir çocuk olarak neden okul dışında törene elbisesiz katılamadığımızı hiçbir zaman anlamadım. 80 sonlarında ilkokula giden bir çocuk olarak o yılların dillendirilmeyen kasvetini hissetmemem olanaksızdı. Mesela, okul dışı gezinti törenine katılamayan biri olarak okuldaki törenden de kaçardım bu yüzden.
Elbiseli törene katılmayan pek çok arkadaşım gibi evde, televizyonda da ülkenin diğer çocuklarının, tüm dünya çocuklarıyla buluştuğu Ankara’da yapılan törenleri de izlemezdim sıkıcı bulduğum için. Bana gerçek dışı gelirdi hep sadece bir günlükte olsa, içine elbise gibi biçimsel bir konun dahil edildiği bir törenin ev içi seyri.
23, 5 Nisan ve Ermeni Aydınlar
Mesele elbise değildi elbette, asıl sorun her gün giydiğim kapkara önlüğün yerine geçen çift renkli giysinin de bir koşulu bir bedeli olmasıydı sanırım. Herhangi bir kıyafetle katılmak, törenin resmiyetine halel getirdiğinden olsa gerek bazı seçilmiş akça pakça çocuklar kutlardı bayramlarını en önde ve bürokrasinin büyük oyunlarına alet edilen 23 Nisan, tüm çocukların değil bazılarının armağanı olurdu her yıl çocuk gözümde.
Velhasıl ben, 23 Nisan’ı, kasveti ve ilkokuldan sonra 2 günlük uzun tatillerin yapıldığı; benim ve benim gibi artık büyüyen kocaman çocukların dahil olmadığı sıkıcı günler olarak hatırlamanın dışında pek hatırlamaz oldum. Ta ki bir gün, Hrant Dink’in yazısını okuyana dek, 23 Nisan benim için ‘ölü bir günün boşluğu’ olarak yer etmişti hafızamda. Ama her huzursuz boşluk gibi yer edinecek bir sebep arardı kendine.
Nedensizlik fizik kurallarına aykırı olsa da, bir başka ‘nesnel bilimsellik’ anlayışının tarihsel karanlığına hapsedilen biri olarak, 23 Nisan’ın kimlere neden armağan edildiğini ve benim neden bir ulusun geleceğinin mirasçısı olan ‘seçkin ve seçilmiş’ çocuklardan biri olamadığımı
Hrant Dink’in yazısından sonra tastamam anladım.
Evet, Dink’in belirttiği gibi “bir çocuğa verilebilecek en güzel armağandır geleceğin emanet edilmesi”.
Bir günde büyürsün, kocaman bir insan olursun hem kendi gözünde hem de büyüklerin nazarında. Seninle değişecek bir geleceği, senin gibi arkadaşlarınla, kardeşlerinle belirleyebileceğini zannedersin bir günün uzun anları içinde. Ama bugüne dahil edilmediğin bir günden fazla 23 Nisan, sana ileride dahil edilmeyeceğin onlarca günü, anı ve tarihin değişim anlarını da gösterir.
Hem Ermeni hem Türkiyeli olmak!
Bir başka halkın acısının başladığı bir günün öncesi olan 23 Nisan, 24 Nisan 1915 sabahıyla evlerinden alınan Ermeni aydınlarının kaderiyle buluşturur bir insanı. Türkiyeli olmak sadece Türk olmayı gerektirdiğinden olsa gerek, büyük bir coşkunun ertesi gününde nereye götürüldükleri bilinmeden meçhule giden Ermeni aydınlarının tarihleri olmaksızın büyük bir kahramanlık destanın bir parçası olmak istemek, aslında bilmediğin bir tarihin resmiyetini henüz çocukken yaşamaya mecbur bırakılmaktır.
Bu mecburiyet, çocuk zihnini parçalar ve bu parçalanma büyüdüğünde daha da artar ve artık bir yetişkin olan çocuğun parçalı imgelemi elbise- tarih, kıyafetli devrimsel tarih gibi kelimelerin sancısıyla zihnini yer bitirir ve başkalarının tarihlerini de bilmek ister elbisesiz, yaka paça götürüldükleri günün öncesinde. Aydınlık bir günün ertesi, bir halkın, Ermeni halkının- kararmış bir gününe aydınlık olmadıkça ve 23 Nisan ile 24 Nisan, Hrant Dink’in belirttiği gibi bir ‘anın’, “sonsuz yekpare bir anın tam ortasında” herkesle buluşmadıkça, bir çocuk bayramı herkesin bayramı olamaz.
23,5 Nisan gibi parçalı bir sayının, ‘nesnel, bilimsel ve insansız’ bir resmi tarihe girmesi ve ölü bir güne can vermesi muhakkak ki başka bir bayram yaşatacaktır tüm acılı halkların gönlüne. Benim küçük sıradan bir olaydan, tören elbisesinden yoksun olduğum için dahil edilmediğim 23 Nisan’larımın çocuk hüznü, Ermeni halkının yaşadığı 24 Nisan 1915’in hüznüyle kıyaslanmasa da ben de ileri de Türkiyeli bir başkası olduğumu idrak ettiğim de, Hrant Dink’in yazısı başka tarihlerin kesiştiği anı yükledi hafızama. Aslında bütün mesele de çözüm de o an’ da, Hrant Dink’in yazısında saklı:
“Kim nasıl anlayabilir bunu bilemiyorum, ama hem Ermeni olmak, hem Türkiyeli; hem 23 Nisan’ı yaşamak bütün coşkusuyla ve ertesi günün bir parçası olmak bütün hüznüyle. Kaç insan bu ikilemi yaşıyordur şu yeryüzünde? Ne anlaması kolay ne de anlatması. Dilerim kimse de yaşamasın bu ikilemi bir daha. 23 Nisan nasıl daha bir coşkuyla yaşanır? 24 Nisan nasıl hafızalardan sildirilir? Bütün bunlar çözümsüz sorular değil aslında. 23 Nisan bütün çocukların olacaksa eğer ben derim Ermenistanlı çocukların da olsun bir biçimiyle. Çağırın onları da bu kutlamalara. Barıştırın çocukları birbirleriyle, tanıştırın. Sadece 23 Nisan da olmasın 24 Nisan’ı da katın içine. Daha da uzasın o günler, bütün nisanı katın, bütün baharı katın. Hadi siz beceremiyorsunuz diyelim, varolan kinler engel buna. Bırakın bari dünyayı çocuklara, onlar bu işi halleder, yeter ki engel olmayın siz. Ne 23 ne de 24 Nisan. 23,5 Nisan'dır belki de o an.” (YK/EZÖ)