Görsel: terriwindling.com
Türkçeye çevrilen tek kitabı A Sideways Look At Time (Ertuğ Altınay çevirisiyle Tik Tak Zamana Kaçamak Bir Bakış) olan İngiltereli yazar Jay Griffiths kanımca Türkiyeli okurların daha yakından tanıması gereken bir yazar.
2006'da çıkardığı Wild: An Elemental Journey isimli kitabıyla Orion Book Ödülüne layık görülen Grifitths, aynı zamanda Frida Kahlo’nun hayatını kurgusal bir biçimde anlatan A Love Letter from a Stray Moon ve çocukluk dönemine alternatif bir bakış açısı sunan Kith: The Riddle of the Childscape isimli kitapların da yazarı[1].
The Guardian, The Observer, The Ecologist gibi yayınlara da yazılar veren yazarın Türkiye’de daha çok tanınması gerektiğini düşünmemin sebebi içinde yaşadığımız zamana ve dünyaya farklı perspektiflerden bakmamız gerektiğini bize çok ikna edici bir şekilde anlatması.
Bu yazıda, yazarın Kith: The Riddle of the Childscape (2013) isimli eserine odaklanarak bu düşüncemi açmaya çalışacağım.
Griffiths bu kitabı çağımız çocuklarının neden mutsuz olduğu sorusuna cevap aramak için yazıyor. Kitabın başlığında geçen “kith” kelimesi modern İngilizcede bizdeki hısım akrabanın karşılığı olan “kith and kin” tamlamasında kullanılan bir kelimeyken, eskiden kişinin ülkesi, bölgesi anlamına geliyormuş[2].
Kitabın başlığı, bu açıdan bakıldığında içerik hakkında oldukça güzel bir ipucu veriyor: Çocukluk ülkesi denen bir yer var olduysa da günümüz dünyasında bu artık bir muamma.
Griffiths’in bu kitaptaki temel tezi, modern çağda çocukların doğadan koparılarak korunaklı evlere, odalara ve ekran başlarına sıkıştırılmaları sonucunda mutsuz ve depresif bir hal aldığı yönünde. Griffiths genel olarak sıkıntılı bulduğu modern batı toplumlarında çocukluk deneyimini bir kapanma deneyimi olarak tanımlıyor.
Doğa eksikliği bozukluğu
Çocukların ya güvenlik kaygısı ya da yoksulluk gibi nedenlerle evlere, okullara, ev okul arasında servis araçlarına kapatılmasını ve sürekli gözlem altında tutulmasını ciddi bir sorun olarak sunarak Panoptikon toplumun çocukları daha da derinden yaraladığını düşündürtüyor.
Kitap doğa eksikliği bozukluğuna dikkat çekerek doğadan mahrum kalan çocukların zaman içinde doğa karşısında şaşkınlığa ve hatta korkuya ve dehşete düştüklerini ve özünde eksikliğini çektiği şeye karşı öfke duyar duruma bile gelebildiklerini ve uzun vadede psikolojilerinin bundan olumsuz etkilendiğini savunuyor.
Bu saptama elbette çığır açıcı bir saptama değil. Kitabın ilgi çekici yönü, Griffiths’in batı medeniyeti dışında kalan bazı yerli toplulukları örnek göstererek dili veya ırkı ne olursa olsun bütün çocukların mutlu olabilecekleri bir çocukluk ülkesi ihtimaline işaret etmesi ve bunu yaparken Romantik dönem şairlerine gönderme yapması.
Yazar, yerli kabilelere yaptığı ziyaretlerden notlarını okurlarla paylaşarak bir zamanlar başka çocukluk dünyalarının var olduğuna dikkat çekiyor. Örneğin, Kanada’ya bağlı Nunavut’ta yaşayan yaşlı bir İnuit yerlisi çocukken yıldızlara, kar yığınlara, deniz üstünde biriken yosunlara bakarak yön bulmayı öğrendiğini anlatıyor.
O coğrafyanın dışında kalan biri için bembeyaz bir sonsuzluk gibi görünen kutupta nereden nereye gideceğini herhangi bir navigasyon cihazı olmadan bilebilmek hayranlık verici değil mi?
Araya bir araç koymadan, yalnızca doğanın bize sunduklarını okuyarak o doğanın gerçek bir parçası olmak acaba nasıl bir özgüvendir!
Ya da insan yapımı bir alete veya makineye değil de doğanın işaretlerine güvenerek yaşamak nasıl farklı bir duygudur! Öte yandan, Griffiths bu doğayla bir olma halinin artık yerli kabilelerde de yitirildiğini hatırlatıyor. “Beyaz” insanla karşılaşmanın İnuitleri çok sarstığına değinen yazar, batıya özgü okul sisteminin coğrafyanın gerçeklerine uymaması nedeniyle kendi topraklarında yaşama becerileri geliştiremeyen günümüz İnuit çocuklarının ilerleyen yıllarda intihara meylettiğine değiniyor.
Griffiths, yalnızca hayatta kalma becerileri açısından değil gelişimlerinin bir parçası olarak da çocukların insan dışı doğaya olan ilgisine odaklanıyor.
Pueblo toplumunda çocukların üç yaşından itibaren katıldıkları ayinlerde gerçek boynuz veya derilerle geyik veya antilop kılığına girerek dans ettiklerini ve böylelikle modern toplumun sürekli bastırdığı hayvansı yönlerini şarkılarla, danslarla, koreografiyle performansa dökmeyi öğrendiklerini anlatıyor.
Modern toplumlarda şekil değiştirmeye dayalı bu tür performanslar bir “çocukluk oyunu” olarak görülürken, Pueblo yerlileri bu işin son dereceye ciddiye alınması gerektiğini düşünüyor ki dini inanışlarının bir parçası yapmışlar.
Çocukluktan itibaren başka bir canlı gibi davranabilmek, o canlının yerine kendini koymaya çalışmak ve bunu herkesin takdirle izlediği bir performansa dönüştürmek insanın gelişiminde acaba nasıl bir etki yaratıyordur? Kişinin hayata benmerkezci ve hatta insan merkezli bir pencereden bakmaması için daha etkili bir yöntem olabilir mi bilemiyorum.
Öte yandan, Griffiths bu kitabında batıya karşı yerli toplulukların bir güzellemesini yapmıyor ve yerli kabilelerin son derece ataerkil uygulamalarına da dikkat çekiyor.
Romantik olmaktan korkmamalıyız
Geneli itibariyle, Griffiths çocukların doğadan koparılmadığı hayatlardan örnekler vererek batı toplumlarının çocuk yetiştirmeyle ilgili bir hata yapıp yapmadığını sorgulamasını istiyor.
Hayattan zevk almayı yasaklayan, oyuncu yanımızı kıran Püriten anlayışla ve mekanik dünya görüşüne meşruiyet kazandıran Sanayi Devrimi mantığıyla sorunu olan yazar, klişe tabiriyle iflah olmaz bir Romantik.
Romantizm ve çocukluk dönemi arasındaki ilişki bilinir: Griffiths Romantizm ile çocukluk arasındaki benzerlikleri sıralarken, romantik şairlerin de tıpkı çocuklar gibi otonom ve özgür olmak istediklerini, katı bir rasyonalitenin sınırlarında boğulmak istemediklerini belirtiyor. İşte tam da bu yüzden, bu kitabında Griffiths’in çocuklarımızı yetiştirirken Romantik olmaktan korkmamamızı istediğini söyleyebiliriz.
Belki de genel olarak Romantik olmaktan korkmamalıyız; anlamsız savaşlar ve savaş ihtimalleri kapımızdayken, salgın hastalıkların ardı arkası kesilmiyorken, enflasyonla mücadelemiz giderek katlanılmaz bir hal alıyorken, yani bütün sinyaller şuursuzca bir belirsizliğe doğru sürüklendiğimizi gösteriyorken başka hayatların arayışına çıkmaktan, hayalini kurmaktan korkmamalıyız. Griffiths bunu yapmak isteyenler için bir rehber, hem de çok iyi bir rehber.
Griffiths’in aradığı çocukluk ülkesine belki artık erişilmez; ama hayallerimizi, hayatlarımızı kurarken başka ihtimallere neden tutunmayalım? Kim bilir? Bu ihtimaller belki de çocuklarımızın dünyasında karşılık bulacak.
(HBM/EMK)