sevgili çağatay güler’in sıkça kullandığı ve çevresindekilerin de alıştığı, hatta benim gibi bazılarının yinelediği bir sözü vardır. hep aynı konuları konuştuğu, anlattığı, savunduğu için söz öyle başlar: “ayının dokuz türküsü vardır, dokuzu da ahlat üstüne” der.
perşembe günleri de sağlığı yazıyorum; olabildiğince de “medya”yla, “habercilik”le kesiştiği noktalardan kurguluyorum bu yazıları. ama zaman zaman doğrudan “sağlık” üzerine yazmak da gerekiyor.
bu hafta da olabildiğince “biamag” okurlarının alışık olduğu unsurları içerecek şekilde ama yine sağlık üzerine ve kuşkusuz yine medya mensuplarının da yararlanacağı bir yazı okuyacaksınız.
muhtemelen sizler bu yazıyı okuduğunuz sırada marmara tıp fakültesi’nde, değerli arkadaşım doç. dr. özlem sarıkaya ve arkadaşlarının düzenlediği yalnız çağrılılarının katılabildiği bir “arama toplantısı” sürüyor olacak.
eğer istanbul’da olsaydım çağrılı olduğum bu toplantıda özet olarak aşağıda dile getireceğim konuları savunacaktım.
toplantının konusu herkesi ilgilendiği için bunları ilgilenen herkese açık biçimde dile getirmenin yararlı olacağını düşünüyorum.
“sağlığı, sağlıklılığı arama”
önce toplantının çağrısından birkaç not aktarmalıyım; çünkü üzerinde derinlemesine düşünüp tartışmamız gereken çok önemli saptamaları dile getiriyor.
“sağlık için insan odaklı çalışmalar”
...insanın kendisine, çevresine, yaptığı işe, yaşadığı ve işini yaptığı ortama/mekana yabancılaştığı; bütünü kendini oluşturan bir iki parçasına indirgeyen, bütünü parçasında boğan, aynılaştıran, muhatabını öznesizleştiren süreçler ile, hemen her alanda “kopukluk”, “ilişkisizlik” ve “kayıtsızlık” sorunlarının kendini ciddi bir şekilde hissettirdiği bir dünya…
peki, ilişkilenmeye, bağlanmaya, bütünlüğe ve farklılıklara imkan veren “yaratıcı mesafe”yi koruyarak; kendimizle, birbirimizle, işimizle, çevremizle tanışıklık kurarak, kendimizi ve çevremizi fark ederek, birbirimize, her birimizin kendi sesini bulmasına izin vererek; birlikte oluşun, duyuşun ve eyleyişin gerçekleştiği ortamları oluşturmak (abc) ne kadar mümkün?
... bu arama toplantısı ile, sağlık alanına hasta, hasta yakını, hekim, sağlık çalışanları ve öğrenci vb gibi farklı rollerle dâhil olan her bir insanı, kendi dünyası, çevresi ve hikayesi ile bütünlük içinde anlama çabasına odaklanacak, bu çerçevede hizmet vermeyi hedefleyen oluşumla, “sağlık için insan odaklı çalışmalar merkezi”yle, ilgili ilk adımları atmayı hedefledik.
evet sonunda yeni bir “oluşum”u hedefleyen bir “arama toplantısı” bu.
bu tür oluşumların değişimi ve ilerlemeyi güçlendirip, hızlandıracağı çok açık; dolayısıyla bu toplantının “işlevli ve yararlı” bir toplantı olması, üstelik de katılımcıların nitelik ve birikimi göz önüne alındığında çok muhtemel.
ben de onlara da ilettiğim, bu yazıda bu oluşumun “doğal” destekçisi, belki de bir üyesi, içinde yer alan birisi olarak, o oluşumun ileride ortaya koyacağı ve aslında “mümkün” olan “başka bir sağlığın” temel ilkelerini ortaya koymak, belki de bir yol haritası çizme konusunda üzerinde düşünülecek bazı noktaları ortaya koymak istiyorum.
“insan odaklı” ne demek?
ama önce takıldığım bir noktayı, “sağlık için insan odaklı çalışmalar” başlığını, “insan odaklı” sözünün günümüzdeki kullanımı ve anlamlarından yola çıkarak tartışmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.
her ne kadar orada kastedilenin, benim aşağıda dile getirdiklerimden farklı olduğunu bilsem de, bu tanımlamanın olabildiğince “az” ve ancak “amacını tam olarak içerdiği” yerlerde kullanılmasının doğru olduğunu düşünüyorum.
şurası bir gerçek “odak” ve “odaklı” sözcüğü günümüzdeki çağrışım ve yüklenen anlamları itibariyle sizin hedeflediğinizden başka anlamlarda kullanılıyor. bu kullanım yer ve biçimlerinin yaptığı çağrışımlar en azından benim de içinde olduğum bir grup insan açısından “sözcüğe” bir “olumsuz” anlam yüklemiş durumda.
buradaki kapsamına gelince; sağlık hizmet sektöründe “insan odaklı” sözü herşeyden önce; “hizmeti sunan/gören”le, o hizmetten yararlananı birbirinden ayrı ve uzak, dahası ilkini, ikincinin çevresinde tutan bir anlam taşıyor.
ondan da önemlisi konum itibariyle bir “hiyerarşi” (üstlük-astlık konumu) de yaratıyor. pek çok hizmet alanında da, ama özellikle de sağlık alanında, bunun olmaması, yapılmaması, benimsenmemesi gerekir.
hem etik, hem hukuki yönlerden, hem de işlev bakımından sağlık hizmeti gören/veren ile ondan yararlananlar “aynı yerde” ve aynı “ekibin unsurları” olması kişilerdir.
üstelik bu “ayrı”lık bilgiden kaynaklanan bir “hiyerarşi” bağlamında kullanılıyorsa, bence bu da hizmetin özüne aykırı bir başka tutumu oluşturuyor.
bunun gideceği bir nokta “elitizm”, bir başkası da hizmetten yararlanan üzerinde bir “erk” kullanma, bir “iktidar” yaratma olacaktır. her ikisi de sağlık hizmeti alanında hizmeti, dolayısıyla da insanı “iyi”leştirmeyen unsurlardır.
dahası illa bir “hiyerarşi” olacaksa, etik ve yasal olarak “iyileştirilecek” bedenin sahibi olan kişinin daha üst konumda olduğunun kabulü gerekir. çünkü “özerklik” ilkesi de, hasta ile hekim arasında kurulu olduğu varsayılan “vekalet sözleşmesi” de bunun böyle olmasını gerektirir.
“türcülük” riski ve “ticari”lik
itirazıma temel olan ikinci nokta ise günümüzde “ırkçılık” bir benzeri ayrımcılık olan “türcülük” tehlikesidir.
“insan odaklı” olunca “insanın öncelenmesi” kaçınılmaz, dolayısıyla her şeyin buna tabi olması da zorunlu hale gelir. ister birey, ister toplumsal bağlamda düşünelim “insan” yalnızca yaşamın içindeki unsurlardan birisi olmalıdır. insanın sağlığı için “hayvanların itlaf” edilmesi, ya da insan sağlığı için “hayvan deneylerini” mutlak ve zorunlu olduğunun ileri sürülmesi kabul edilemez. kimi açmaz noktalarda bir tercihte bulunulsa da bu tutumun en azından etik, ahlâki, mesleki ve insanî boyutları bakımından üzerinde çok düşünüldüğü ve tartışıldığı unutulmamalıdır.
üçüncü bir neden de bu ifadenin “ticari bir unsur” olarak “reklam amaçlı” kullanıldığı durumların yarattığı çağrışımlardır. asla “ticari” yanı olmaması gereken sağlık hizmet alanında, bu sözün yarattığı çağrışım yüzünden doğru olmadığı halde bu sözü kullananların “mevcut sağlık sisteminin desteklediği” düşüncesini doğacaktır.
tüm bunlar dikkâte alındığında aslında “insanı” değil, insan da içinde olmak üzere tüm “yaşamı” ve hatta yaşamın içinde varolduğu “doğa”nın öncelenmesi gerektiği açıktır.
birlikte düşünmek, birlikte yapmak
mümkün olan başka bir sağlığın ilke ve kurallarını tanımlarken “gezi direnişi”nin ve oradaki kısacık sürede yaratılan örneğin unsurlarını dikkâte almalı ve o deneyimin bize gösterdiği “eşitlikçi” ve “öteki”leştirmeye temelden itiraz eden yaklaşımın artık her konuda düşüncelerimizin öncüllerinden olması gerekir. üstelik bunu tek başına “gezi direnişi”nden değil, insanlık tarihi boyunca tüm dönemlerde, tüm coğrafyalarda ve bir egemenliğe karşı mücadele edenlerin tüm yaptıklarına bakarak yapması zorunluluktur. o yüzden sıkça örnek verdiğim, chiapas, venezuela, brezilya başta olmak üzere, bazısı “yerel” kalmış, dolayısıyla sınırlı tüm örneklerin bize gösterdiklerinden yararlanılmalıdır.
buradan hareketle, birlikte yaşama ve bu yaşamın unsurlarına dair her şeyin birlikte ve eşit sorumlulukla gerçekleştirilmesi gerektiğini, bu anlamda da bilenlerin görev ve sorumluluklarının en çok bu bilgiyi eşitleme konusunda olduğunu düşünüyorum.
her konuda belirlenecek olan her neyse, onu ona katılanların, ondan yararlananların ve onun sorumluluğunu üstlenecek olanların belirlemesi temel kural olmalı. yalnızca zümrelerin, kastların, gücü elinde bulunduranların değil, “bilginin ve bilgiye sahip olanların” da egemenliklerine karşı çıkılmalıdır.
bu tabii ki belirli noktalara gelmiş, karar alma süreçlerinde çoktandır etkin ve egemen olmayı öğrenmiş olanların, çok kolay gerçekleştirebilecekleri bir tutum değildir. o yüzden her türlü karar sürecinde yer alanların, onunla ilgili tartışacak olanların “tam ve mutlak” bir eşitlik halini yaratarak, en azından o süreçte bunu yaratarak sahip oldukları unvan, görev ve konumlarından, daha da önemlisi inanç, alışkanlık ve eğilimlerinden kurtulmaları, gerçekten bir “başka”yı yaratma ve geliştirme sürecinde çok önemli ve gereklidir.
hak temelli yaklaşım
pek çok sınama ve tartışma sonunda vardığım ve sıkça dile getirip, her sorun alanında çözüm açısından bir düşünme sistemi olarak önerdiğim “hak temelli bakış” sağlık konusundaki arayışlarda da temel alınmalıdır.
sağlığa “hak temelli yaklaşım”ın uygulamadaki pek çok olası karşılığından “temel” olanlar şunlardır. dolayısıyla “yeni” bir sağlık organizasyonu bu noktaları ele alarak oluşturulmalıdır:
- hizmeti sağlığıyla ilgili hizmet gereksiniminde olanlar ve bu hizmetten yararlanacak olanlar planlamalı, belirlemeli ve birlikte yönetmelidir.
- tüm düzeyleriyle birlikte sağlık profesyonelleri bu sürece, bir danışman, bilgisini paylaşan, destekçi, hizmet eden olarak yer almalıdır.
- sağlık profesyonelleri sahip oldukları bilgileri (“temel” olanlar dahil) yeniden kontrol ederek güncellemeli ve herkesle paylaşmalıdırlar.
- herkese sağlık bilgisinin sunulması, eksik bilgilerin tamamlanması, yanlışların düzeltilmesi ve temel bilginin olabildiğince eşitlenmesi sağlanmalı; bireyler bu bilgilere göre davranarak, yaşamlarını kurgulamalı, böylelikle bireyse ve dolayısıyla da toplumsal sağlığın korunması, geliştirilmesi öncelenmelidir.
- herkesin öncelikle “kendisinin” sağlığından sorumlu olduğu bilinci geliştirilmelidir.
- sağlığın sosyal belirleyicilerinin temel alındığı bir “sağlıklılık” süreci örgütlenmelidir.
- temel ve sık yaşanan sağlık sorunlarının gereken tüm koşul ve olanaklar sunularak, herkesin kendisinin çözümlemeyi öğrenmesi sağlanmalıdır. burada yaklaşım tedavi konusunda yardımcı olmak değil, önce o duruma düşmemek, düşünce de kendisinin düzeltmesi için gerekli olanların sağlanması hedeflenmelidir.
- sağlığın ve sağlıklılığın doğa için de ve doğal yollarla, hem de doğaya karışma/katılma perspektifiyle, “ekolojik” ilkeler, değerler ve öncelikler çerçevesinde sağlanacağı bakış açısına sahip olunmalıdır.
- sorunlar giriftleştikçe bilgi ve uzmanlık bir “başvuru(‘sevk’ değil) zinciri” içinde devreye girmeli, bu zincirin içinde yalnız sağlık profesyonelleri değil, ama o bilgiye sahip herkes (özellikle de bu durumu deneyimlemiş olanlar) girebilmelidir.
- temel ve asgari sağlık hizmet alanları “özel/ayrı/kurumlaşmış” alanlar olarak değil, “sağlık ocağı” mantığında olduğu gibi yaşamın pek çok gereksinimini karşılayan alanlar ve örgütlenmeler içinde, onlarla birlikte ve beraber tasarlanmalıdır. sağlık profesyonelleri de bu alanda olmalı, yalnız sağlıkla ilgili işlerle değil, güç, bilgi ve deneyimlerine göre, sağlık dışındaki alanların da eşit katılımcısı ve diğerleri gibi öznesi olması sağlanmalıdır.
- sağlık yeniden yaşamın içine sokulmalı ve yaşamın doğal bir unsuru haline getirilmelidir.
kuşkusuz bunların her birisi üzerinde uzun uzun konuşulacak, tartışılacak yanlar taşımaktadır ve bunların süreç içinde yeniden ele alınması, ayrıntılarının konuşulması, somut karşılıklarının tanımlanması gereklidir. ancak burada amaç üzerinde konuşulacak ve tartışılacak bir zemin yaratmaktır.
mevcuda dair tutum
her “yeni” arayışı, “eski”nin reddini de gerekli kılar. bu bağlamda giderek sorunlu yanları çoğalan ve geniş kesimlerce fark edilen, şu anda uygulanan “sağlıkta dönüşüm programı”nın politikalarına ve uygulamalarına yönelik bir tutum alınmasını da gerektirir. bir yanda uygulamanın en azından son noktadaki uygulayıcı olarak yer almak, en azından “yeni”nin yaratılması sürecinde “içtenliği ve inanılırlığı” azaltacak bir unsurdur. ayrıca bu “reddediş”in yaratacağı sorunlar, arayışın yaşamla bağdaşır, gerçekleşebilir, uygulanabilir bir şekilde tasarımını da sağlayacaktır.
bu bağlamda “sağlıkta dönüşüm programı’na her düzeyde ve fırsatta direnmeli”dir. bunu “sivil itaatsizlik” yöntemleriyle yani “hizmet talebinde bulunmayarak”, “hizmeti onların tanımladığı şekilde uygulamayarak” gerçekleştirmek mümkündür.
tüm hizmet ve uygulamalarda “her düzeyde ve herkese açık biçimde tam demokratik katılım”ı öncelemeli, tüm karar süreçlerinin “açık ve aleni olmasını istemeli”, “herkesi ilgilendiren her karar sürecine aktif biçimde müdahil olmalı”, bu amaçla mevzuatta ve işlerlikte “tanımlanmış kurullar”ı etkin kılarak onlara katılımı sağlamalı, işlerlik sırasındaki aksaklıkları görünür kılmak üzere, her düzeyde ve konuda “sivil ve bağımsız izleme kurulları” oluşturulmalıdır.
“birlikte olma ve birlikte davranma” her düzeyde öncelikli olarak benimsenmelidir. düzenli ve sürekli olarak “birim/kurum/çevre toplantıları ve forumlar” düzenlemeli, “uluslararası ilişki ve birliktelikler” yaratarak, sürekli bir iletişim/bilgi/deneyim paylaşımı ortamı ağı oluşturmalıdır.
yalnızca itiraz ve izlemek yetmez
“sağlığı ve sağlıklılığı önceleyen”, yeni ve olması gerektiği şekilde bir hizmet modelinin “küçük/yerel” örneklerini yaratılmalı, en azından mevcut koşullar içinde işlerliği olan “nüveler” oluşturulmalıdır. bu bağlamda “sivil-bağımsız-yerel ‘yeni sağlık’ yapıları” yaratılmalı, “sağlığı koruma ve geliştirme” bilincinin benimsenmesi ve gündelik yaşamdaki karşılıkları ve uygulamaları sağlanmalıdır. benzer biçimde sağlığı etkileyen olumsuzluklardan “korunmak” için ortak davranışlar benimsemeli ve birlikte uygulamalıdır.
öte yandan “sağlığın sosyal belirleyicileri” konusunda yeni mücadele yapıları oluşturmalı, mevcut yapıların içine tema olarak bu konular da eklenmelidir.
başka alanlarda olduğu gibi “sağlık alanında” da “dayanışma yapıları” oluşturmak çok önemlidir. bu konuda sigorta yerine “gönüllü sağlık sandıkları”, “sağlık bilgi merkezleri ve ortamları” oluşturulmalı, dayanışmayı büyütmek yükseltmek için “destek, yardımlaşma ve dayanışma kampanyaları” gerçekleştirilmelidir.
giderek “sivil ve gönüllü tanı-tedavi kurumları”nın kurulması kaçınılmazdır. bu yapılarda “erken tanı ve erken tedaviye yönlendirme”, “sistemin kaynaklarından ve olanaklarından ancak zorunluluk hallerinde yararlanma” tutumu geliştirilmelidir. ileri tetkik ve incelemeye, sofistike yöntemlere ve teknolojiye dayanan yöntemler değil, insani, bilimsel, beceriye, deneyime ve özgüvene dayalı yöntemleri öne çıkarmalıdır.
bunların hepsi her yerde olamayabilir ama olabilenler olmalıdır. çünkü “başka bir sağlık mümkün”dür! dahası bu, “şimdi de mümkün!”dür. (ms/ekn)