1 Mayıs'a dair zihnimde kalan ilk sahneler 77'den değil. Otuz dört cana mal olan saldırının gazetelere düşmüş fotoğraflarını hatırlıyorum. Yaralıların sağlık durumuna dair etrafta yapılan endişe ve üzüntü dolu konuşmaları da, yine de hafızamdaki en canlı 1 Mayıs hatırası 78'e ait.
Günler öncesinden bir hazırlık telaşı başlamıştı evde. Ev dolup taşmakla kalmamış, bahçeye de yayılmıştı ahali. O zamanki öğretmen örgütü Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği'ndendi (Töb-Der) çoğu gelenlerin.
Salondaki tüm eşyalar çekilmiş, yedi sekiz metrelik pankartlar hazırlanıyordu. Evin evlikten çıkması, dokuz yaşında bir çocuk için yeterince eğlenceliyken, bir yaşına varmamış kardeşimin kucağımda olmadığı zamanlar boyalarla oynamama da izin veriliyordu.
Üniversitede okuyan, pek özenerek baktığım abi ve ablalar da gelmişti. Tanıdık evlerde kalıyorlardı ve bir çift de bizde misafir olmuştu. "Devrim nikâhı" kavramıyla bu sayede tanışmıştım ve hiç de Engin Ardıç'ın bahsettiği gibi değildi. Evli değillerdi, ama nikâhlıydılar ve de çok saygı görüyorlardı. Aşk'ın her zaman illegal başladığını henüz bilmesem de odamı onlara vermiş olmanın gururunu taşıyordum.
Bu koşuşturmalı hazırlığın ardından, 1 Mayıs geldiğinde hayatımın en büyük hayal kırıklıklarından birini yaşadım. Karar açıklandı, yürüyüşe götürülmeyecek iki kişi vardı: Biri ben, diğeri annemin teyzesi. Büyük teyze başlı başına bir hikâye kahramanı idi ve kimseyi dinlemeden çantasında on dörtlüsüyle mitinge katıldı. 77'de olanlardan sonra çocuklarını emanet etmeye ikna olmamıştı bir türlü. Ben de ikna olmuştum on dörtlünün nelere kadir olduğuna.
Geriye kalan '80 sonrasında otuz yıllık bir 1 Mayıs inadı. Bazen fabrika kapılarında, bazen meydanlarda, ama her zaman Taksim inadıyla 1 Mayıs. Ta ki, geçen yıl bayram ilan edilip, binlerce insan Taksim meydanında özgürce türkü söyleyene dek.
Kim bilir sizin ilk 1 Mayıs hatıranız hangisi...
Kim kime karşı
Şerif Mardin'in öğretmenler ve imamlar arasındaki çatışmayı imamların kazandığını söylemesi hepimizin dikkatini çekmişti birkaç yıl önce. Bu ara tekrar gündeme taşınması, tahlilin etki alanı olduğunu gösteriyor.
1 Mayıs hikâyesinde de görüldüğü üzere altmışların, yetmişlerin devrimci kalkışmasında öğretmenler başı çekenlerdi. Ama bu imamlara karşı değildi ve hiçbir zaman da o hale gelmemişti. Sonradan öğrenildiği ve kabul edildiği üzere dindar kesimler "komünizmle mücadele" faslında kullanılanlar olmuştu genelde.
Laiklik önemli bir tartışma konusu olsa da Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman laik olamadı zaten. Devletin diyanet diye bir kurumu mevcut ve her şey özelleştirilse bile ona dokunmak mümkün değil. Üstelik bu laik olmayan hal iki taraflı bir desteğe sahip.
İslami kesimler bir dinin bir mezhebine dayalı din hizmetlerinin, kamu kaynaklarından karşılanmasından hoşnutlar ve bu hegemonik durumu sürdürmek istiyorlar. Şeriat endişesi taşıyanlar ise devlet kontrolünden çıkacak camilerin bütünüyle cemaatlere kalacağını düşünüyorlar.
Din hizmetlerini vatandaşa, dinin kontrolünü de diyanete bırakarak çok kolay çözülebilecek bu saçma durumun avantajlı olduğu tek alan, öğretmenler ve imamlar arasındaki çatışmanın suniliğini göstermesi.
Geçmiş otuz senede öğretmenler devletin ne sahibi ne kulu olmayıp kamu çalışanı olduklarını benimsediler büyük ölçüde. Darısı imamların başına.
Türkiye'nin değişim dinamiklerinden biri öğretmenler ve imamların kamu çalışanı olarak kamunun insani hakları için kamu otoritesine rağmen kol kola meydanlara çıkması. Belki o zaman 1 Mayıs sol grupların bayramlıklarını sergiledikleri bir gün olmaktan çıkıp, "birlik, dayanışma ve mücadele" günü olabilir hakikaten. (AÇ/BB)