Evden eve taşınmanın nasıl bir çile olduğunu hepimiz biliriz. Hele bu taşınmaya hazırlıksız yakalanmışsak... Bir süreliğine de olsa gündelik düzenimizden olmak, eşyaları toparlamak, sokağımızdan, komşularınızdan kopmak, aşina olduğumuz bakkala veda etmek bile zor gelir.
Bir de sadece evinizi veya yaşadığınız şehri değil, bir anda yurdunuzu –üstelik rızanız dışında, ölüm korkusuyla- terk ettiğinizi düşünün. Varınızı yoğunuzu geride bıraktığınızı, ana dilinize, dostlarınıza, akrabalarınıza, alışık olduğunuz yemeklere, çocukluk anılarınıza, kısacası o ana kadar sizi siz yapan hemen her şeye veda etmek zorunda kaldığınızı, belki yıllarca belki de hiçbir zaman dönmemek üzere yola çıktığınızı tahayyül edin. Dahası bu yolculuğun tehlikelerle dolu olduğunu, yol boyunca kimi zaman hayatınızı riske edeceğinizi, geleceğe dair en ufak bir güvenceden yoksun olarak hayata devam etmek zorunda kalacağınızı...
Mültecilik işte böyle bir insanlık hali. Ve ne yazık ki istisnai değil, şu anda dünyamızda milyonlarca insanın içinde yaşadığı bir durum. Mültecilerin (sığınmacıların, zorla yerinden edilenlerin) durumunu biraz anlayabilmek için, yukarıdaki senaryoyu gözümüzde canlandırıp kendimizi onların yerine koymaya çalışmamız gerekiyor. Aksi halde onları istatistiklere hapsetmiş oluruz. Nitekim rakamların dili soğuk: Dünyada zorla yerinden edilmiş kişi sayısı 2013 yılı sonu itibariyle 51.2 milyon olarak açıklanmıştı. UNHCR tarafından açıklanan rapora göre mültecilerin, sığınmacıların ve ülkelerinde yerinden edilmiş olanların sayısı II. Dünya Savaşı sonrası dönemde ilk defa 50 milyon kişiyi geçmişti. 2014 içinse bu rakam 59.5 milyon olarak açıklandı. (Bunların 38.2 milyonu kendi ülkelerinde yerlerinden edilmişken, 19.5 milyonu mülteci konumundaymış. Karşılaştırma için ipucu: Norveç, İsveç ve Danimarka’nın toplam nüfusu 20 milyon.)
Giderek yayılan savaş ve çatışma bölgelerine ilaveten, yakın bir zamanda iklim değişikliklerinin, kuraklığın, yeni ekonomik buhranların yaratacağı göçleri de hesaba katın. Bu rakamın aritmetik biçimde çoğalacağını söylemek kehanet sayılmaz. Öyleyse, belli ki tarihin en ciddi nüfus hareketlerinin yaşandığı bir çağda yaşıyoruz. Yeryüzünde neredeyse yeni bir kıta oluşturacak denli kalabalık bir kitleden bahsediyoruz. İnsani, vicdani, ahlaki kaygıları geçelim; pragmatist bir yerden baksanız bile, bu kitleyi hesaba katmadan ‘sol’ bir siyaset üretmeniz mümkün olabilir mi?
Türkiye’de solun önemli bir kısmı bunun mümkün olduğunu düşünüyor, daha önce Kürtleri yok saydığı gibi bu sefer de mültecileri yok sayarak yoluna devam edebileceğini, Türkiye’nin geleceği hakkında söz sahibi olabileceğini sanıyor. Hatta daha beterini yapabiliyor; mültecileri hedef alan, onları ‘mücadele’den kaçmış hainler olarak gören söylemlerden imtina etmiyor. En basitinden, alıntılarına başvurmadan iki kelam edemediği Marx'ın Londra'da, Engels'in İsviçre ve İngiltere'de, Lenin'in de Avrupa'da mülteci olarak yaşadıklarını unutuyor. (Türkiye solunun bir zamanlar Miloseviç’e yaptığı gibi, bir tirandan kahraman çıkarmak, onu anti-emperyalist sanmak, ezdiklerini görmeyip -veya göre göre- ezenden yana saf tutmak gibi gafletlere hiç girmeyelim burada.)
Oysa dünyanın herhangi bir yerinde, değil sosyalist olmak, sosyal demokrat olmanın bile temel kriterlerinin başında, mültecilere ve azınlıklara karşı tavrınız yer alır. Türkiye'de ise savaştan kaçan Suriyelilere vatan haini, kaçmayıp hakkını arayan Kürtlere ise bölücü diyerek komunist bile olabilirsiniz.
Mülteciler, tam da bu dünyada yeri olmadığı için yollara düşen, küresel adalete ve mevcut dünya düzeninin kökten değişmesine herkesten daha fazla ihtiyaç duyan insanlardır. Dünyayı değiştirmek, ‘başka bir dünya’ hayalini canlı tutmak gibi bir derdiniz varsa eğer bunu en başta, reel koşulları gereği o dünyayı bugünden kurmak isteyecek, ona dört elle sarılacak olanlarla birlikte yapmak durumundasınız. Aslına bakarsanız o ‘başka dünya’ya, iyi kötü bir konforu, maaş bordrosu, emeklilik hakkı, evi barkı olan sizlerden çok daha fazla ihtiyaç duyanlar, bu dünyada zaten kendine sığınacak yer bulamayanlardır. Dünyadaki mülksüzler içinde en mülksüz olanlar.
Yeni bir dünya tahayyülünü birlikte kurduğunuzda, o uğurdaki mücadeleyi onlarla birlikte inşa ettiğinizde çok muhtemelen denizleri aşıp Avrupa’ya gitme ihtiyacı duymayacak ve belki de ‘burada’ her gün daha da kararan hayatımıza bir nebze umut katacaklar. Kısacası sadece onlarınkini değil, kendi hayatımızı da iyileştirmenin yolu mültecilerle dayanışmaktan geçiyor. Aksi halde, bir on yıl sonra kendimizi aynı botlarla karşıya geçmeye çalışırken bulduğumuzda bizimle dayanaşacak kimseyi bulamayacağız.
Belki o zaman anlayacağız, kendi yurdunda sürgün hissedenlerle yurdundan zorla sürülenlerin kaderinin ortak olduğunu. Ama korkarım, iş işten geçmiş olacak.
Cesare Pavese ‘Ay ve Şenlik Ateşleri’nde, kendisi de bir göçmen olan Anguilla karakterinin ağzından ne güzel tarif etmiş, insan için bir ana yurdunun (köyün) vazgeçilmezliğini: “Orayı terketme zevki için bile olsa, insanın bir köyü olmalı. Köy yalnız olmamak demektir, oradaki insanlarda, ağaçlarda, toprakta sana ait bir şeyler bulunduğunu; sen orada olmadığında bile onların seni beklediğini bilmektir.”
Bu küresel köyü mültecilerle birlikte kurmaya ne dersiniz? (NS/HK)
Not: Yukarıdaki yazı kısmen, 7. Hangi İnsan Hakları? Film Festivali’nin katalogu için yazıldı. Ana teması ‘mülteciler’ olan festivalde, milyonlarla ifade edilen istatistiklerden bazı yüzleri seçip birer rakam olmaktan çıkaran filmler izleyeceğiz. Yanı sıra Pazar günü mültecilerle çalışan kurum temsilcileri ile mültecilerin katılacağı ‘Mülteciler ve Dayanışma Olanakları’ başlıklı geniş bir forum düzenlenecek. Festival boyunca sadece mültecilere değil, direnenlere, kadınlara, doğaya, hayvanlara, yüzleşmeye ve en önemlisi ülkemizin kanayan yerlerine dair hikâyeler dinleyeceğiz. Bildiklerimizi sorgulamaya, öğrendiklerimizi tartışmaya ve paylaşmaya çalışacağız. Bu sene festivali Diyarbakır, Ankara, Çanakkale gibi başka şehirlere de taşıyacağız; ‘taşınmanın’ telaşıyla değil, kendimize birden fazla ev/yurt bulmanın sevinciyle.
Festival programıyla ilgili detaylı bilgi için: www.hihff.org