“İstediğin gibi yön veremiyorsan hayatına,
hiç değilse kalabalıklarla yüz göz olup
her yere koşuşturup türlü gevezeliklerle
onu rezil etmemeyi dene
elden geldiğince.”
Bir kitabın ikinci elden üçüncü ele düşmesi, evraklara yansımayan miras durumlarına örnek verilebilir. Elbet evraklara yansıyan miras kitaplar da vardır. Elimdekinin durumu miras kalanlardan değil. Peki niye “miras kitap” tabirini kullandım?
Havalı bir duruşu olduğu için ya da Olimpos'un havası çarptı.
Bir kaç ön bilgiyi paylaşmam gerekiyor. Sonra kaldığımız yerden devam ederiz.
Yazıya eşlik edecek bütün şiirler; Kavafis' e ait. Duruma açıklık kazandıran -çevirmen- Cevat Çapan'ı da unutmamak lazım. Ev sahibimiz de Olimpos olacak.
Okumak için hazır mısınız?
Yek, dudu, sisê...
Başlıyorum!
Nar ağaçlarıyla dolu bir bahçenin içindeyim. Sırt üstü uzanmışım. Anlayacağınız keyfime diyecek yok. Yerlerdeki taşların bir kaç olumsuz hareketine rağmen her şey tatile uygun. Kafamın altındaki taşlar epey rahatsız etmeye başlayınca yanı başımdaki kitaba uzandım.
Bazen de yastık niyetine kullanabiliriz. Kimi?
Kitapları efendim! Hem kitap okuyor görünmek hem en kısa yoldan kafaya yaklaştırmak hem de havalı bir fotoğraf karesi için, iyi bir öneri değil mi?
Sorunun yanıtına ve devamı olacak. Ama rahatsızlık duyduğum bir mevzu var. Yeri gelmişken yazayım!
Kitap okumanın önemi üzerine söylenecek her şey söylenmiş olduğundan ve açıkçası oldum olası kitap okumanın sayılarla ifade edilmesinden de rahatsızlık duyduğumdan, büyük kitaplıklara ve okumuş sözcüklere sahip olmanın yetersizliğine değinmek istiyorum. Eduardo Galeano’nun bazı harika sözleri var. Örneğin “söz ve eylemin evliliği”...
Bu tanımın arkasına sığınarak okuyor olmak insanı insanlığa yaklaştırmıyorsa bir ehemmiyeti var mıdır? ( evet sordum.)
Yığınla kitap arasında bir insancıl cümleyi üretememiş ve gösterememiş nice okura tanıklık ettik / ediyoruz. Tarihin kanlı gaddar sayfalarını dolduran birçok kişi okumaya uzak değildi. Ama neleri okuyor ve ne sonuçlara varıyorlardı?
Bunun da göstergesi yaşamdaki eylemlerin niteliğidir. Yani öyle evimizin her odası kitaplarla dolu, bütün fotoğraflarımız kitaplara komşu, sözlerimiz kitabi olunca okumuş falan olmuyoruz.
“İnsanı insan yapmak için, önce okumaktan başka ne önerilebilir ona? Sait Faik'in, Yazmasam çıldıracaktım, sözünün en güçlü uyarlaması, bana kalırsa, Okumasam çıldıracaktım, olur.” (Semih Gümüş / Okumak ve Yazmak / Notos)
Zaten ülkenin okuma alışkanlığı da öyle iç açıcı değil.
Türkiye İstastik Kurumu’nun 2016 yılındayaptığı ve kitap okuma alışkanlıklarını ortaya koyan araştırmanın sonuçlarına göre Türkiye'de kitap okumaya ayrılan süre günde sadece 1 dakika.
Bir nar bahçesinde uzanmış, kafamın altındaki taşların rahatsızlığını engellemek için yanı başımdaki kitaba uzanmıştım. (Kitap, Kavafis'ten Yüz Şiir / Başka Bir Deniz Bulamazsın / Sözcükler Yayınlarından çıkmış. )
Kıyamadım. Elime alınca okumaya başladım. İlk sayfadan mı? Tabi ki değil. Şiir kitaplarını mühim bazı rakamların denk geldiği sayfalardan başlayarak okurum.
Sayfa 34:
“Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. Bu şehir arkandan gelecektir.”
Kent, Antik Yunan'dan bu yana felsefenin çerçeve kavramlarındandır. Bireyin varoluşunun görünür hale gelmesine olanak sağlayan kent, birçok modern şairin şiirlerinde yer alır.
Bir şehri ne zaman terk etmeye karar versem daha bu kararımı hükümsüz yapacak şartları düşünmeden önüme dikilen engellerden biridir, sayfa 34!
“Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey umma – Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok. “
Yenilmenin yarattığı haz duygusuyla yeşeren katlanma yeteneği, Kavafis her kelimesine bunu ustaca yansıtmış şairlerdendir.
Ne nar bahçesine ne de yürümeyi seven ayaklarıma başka bir yerin olmadığını açıklayamam. Dilediği kadar şair gittiğin her yere şehrini götürürsün desin. Her hangi bir şehre ya da yere bağlı olmanın sınırlayıcı bağlarından kurtulmak lazım.
Ruhumuz keşfetmek için ve yenilmek pahasına yeniden ve yeniden denemeye programlanmıştır.
Gittiğimiz yerlerin geldiğimiz yerleri unutturmaya çalışmak gibi bir kaygıları olduğunu sanmam. Bu gibi kaygıları oluşturan alışkanlıklara bağımlı olan düşüncelerimizdir. Gittiğimiz yerde Olimpos'un tuzlu deniz suyuna karışan tatlı suyun varlığı gibi sürprizler bizi bekliyor olabilir.
“hep önünü kesti o bayağı alışkanlıklar,
küçük hesaplar, aldırışsızlıklar.
Ne korkunçtu o boyun eğdiğin gün,
(dayanamayıp boyun eğdiğin gün)”
Olimpos’a geldiğinizde yapabilecekleriniz sadece denize girmek veya antik şehri gezmek ya da benim gibi nar bahçesinde uzanmaktan ibaret değil. Hava karardığında da eğlenceli bir ortam sizi bekliyor. Geceleri ateş başında toplanan gezginler, açık havada eğlenmek isteyenleri buluşturan gece kulüpleri var. Bir de sahile inip karanlıkta iyice belirgin hale gelen yıldızları seyretmek de mümkün.
(Sabaha kadar sahilde kalmak yasak!)
Biraz antik şehri anlatmak gerekirse, yapacağınız yürüyüşlerde bölgede yaşamış uygarlıkların kalıntılarının izlerini sürebilirsiniz. Tarih boyunca Likya, Roma, Venedik ve Ceneviz gibi pek çok medeniyetin yaşam alanı olmuş bölge; eşsiz doğası, ağaç evleri ve Akdenizin diğer bölgelerine göre daha serin olan havasıyla görülmeye değer.
Sakin ve huzurlu bir yerde kafanızı dinlemek isterseniz Olimpos’a yılın her döneminde gelebilirsiniz.
Sözlerimi şairin sözleriyle bitirmek isterim.
“Okumaya gelmişti. İki üç kitap
açık önünde, tarihçilerden, şairlerden.
Ama ancak on dakika dayanabildi, sonra vazgeçti. Uyuya kaldı kanepede.
Kitaplara tutkusu sonsuz –
Ama yirmi üç yaşında, üstelik yakışıklı.
Ve bu ikindi saatinde aşk değip geçti
O kusursuz teninden, dudaklarının üzerinden.
Aşkın ateşi geçti o eşsiz teninden, duyduğu hazzın biçimiyle ilgili o gülünç utançtan iz bırakmadan.” (GB/HK)
* Kavafis'ten Yüz Şiir- Başka Bir Deniz Bulamazsın, çevirmen: Cevat Çapan, Yayınevi: Sözcükler
* Okumak ve Yazmak: Semih Gümüş, Notos