Sol göz kapağımdaki kırmızılık pek hoşuma gitmedi. Yıllar önce ablam ile aynı zamanda geçirdiğimiz ve göz çevresindeki dokuyu pompa ile şişirilmiş gibi yaparken gözleri çizgi halinde bırakan enfeksiyon aklımda.
Dönemin modası, beyaz plastik çerçeveli güneş gözlükleri ile katılmak zorunda kaldığımız akraba düğününden kalan fotoğraflar ikimizin de içinde ukde. Bu kez sözde tedbirli davranıp, eczanelerde satılan tek kullanımlık mendillerle sabah ve akşam gözümü silmeme rağmen ertesi gün kırmızılık arttığı gibi gözaltım da korkutucu derecede şişiyor, ayrıca ağrıyor.
Günlerden cumartesi, resmi sağlık kuruluşlarından göz randevusu alamam; evin yakınındaki devlet hastanesinin acil servisine gidiyorum. Öğleden sonra 13.30 olmasına rağmen en az 150-200 kişiyiz acile doluşan. Sağlık görevlileri sabırlı, biz ise ıstıraplıyız. Her sima birbirinden farklı ama ‘ağrı’nın yüze verdiği anlam aynı…
Sıra kaçırmamak, aynı zamanda refakat ettiği yaşlı kadının bir şeyler yemesini sağlamak için en yakındaki büfeye yollanan ve elinde tost ve ayranla dönene dek yerinden kalkan gencin bıraktığı banka oturmaktan memnunum. Etraf, daha çok ayağı, bacağı sarılı insanlarla dolu. Bu kalabalıkta sadece yarım saat beklediğim ve numaramız okunduktan sonra ikişer üçer kapalı bölüme alındığımızdan, tıkır tıkır işleyen sisteme de hayranım. Üstelik, uzman sağlık muhabiri(!) olarak, acil servis çalışanlarının ne kadar zor şartlarda görev yaptığını biliyorum. Gerçekten acil durumların yanı sıra daha çabuk hizmet alacağını düşündüğü için ya da fark ödememek için gereksiz yere acilleri dolduranlar da çok mutlaka…
Bu yoğunlukta yemek yemeye vakti olup olmadığını bile kestiremediğim genç erkek doktora şikayetimi söylüyorum, bir haftadır soğuk algınlığı geçirdiğimi de unutmadan. Boğazımı kontrol ediyor, onunla ilgili bir şey söylemiyor. Gözüme ise ‘alerji’ diyor. Birkaç gün içinde kullandığım ilaçları soruyor. Basit ağrı kesici dışında aldığım tek şey mutfaktaki bir rafta, iki senedir boş boş oturan ve kendime geleyim diye içtiğim, suda eritilen multivitamin.
Acilde serum verileceğini söylüyor, ayrıca iki ilacın daha yazılı olduğu reçeteyi uzatıyor. Yan bölümde ortalık biraz daha karışık. Doktordan da genç birkaç hemşir ve hemşire önünde iki sıra yapıyoruz. Öne geçmeye çalışan kadına ben ve önümdeki hasta, “Sırada biz varız” diyerek aynı anda itiraz ediyoruz. O kadın, az sonra yanıma oturup, solunum cihazının maskesini ağzına takarken, nasıl mahcup olacağımı bilmeden tabi ki. Öteden beri iğne olmayı sevmediğimi tecrübe ettiğim halde hemşire, “Sağ kolunuzu uzatın” dediği için uzattığım koluma takılan iğne ve küçük serum paketimle yine başka bir bölüme yürüyorum. Hemşire kolumu yüksekte tutmamı ve şişlik olursa haber vermemi söyleyerek beni uğurladığından, annesinden ayrılan kuzu gibiyim; çaresiz. Sandalyelerin ve yanında serum askısı bulunan muayene koltuklarının hepsi dolu. Maske takan kadın dışında nerede ise herkes serum alıyor. Eşi ile birlikte geldiğini sonradan anladığım adam, muayene koltuğundan kalkarak yerini bana veriyor. Serumu askıya takıp hafif uzanıyorum.
Hastalar arasındaki iki kadın tecrübeli olduğu kadar neşeli. Nasıl oturulması, kolun nasıl tutulması, serum bittikten sonra çıkarılana dek kelebeğinin nasıl kapatılması konusunda bilgili oldukları gibi, yeni gelen, kaygılı ve üzgünlere can aşılayıp, moral verecek kadar hem de. Neşelerini gıpta ile izlerken kolumun şiştiğini fark edemiyorum. Eşiyle gelen adama hemşireye seslenmesini rica ediyorum. Telaşla gelen hemşire beni tekrar yan bölüme alıyor ve söylediği halde, şişme başladığı anda haber vermediğim için, minik minik kızıyor da. “Anlaşılan ağrı eşiğiniz çok yüksek, yoksa ağrıdan duramazdınız” demeyi ihmal etmeyerek. Serum, sağ kol yerine sol kola bağlanıyor bu kez. Yerim dolmamış, buradaki hasta ve hasta yakınlarını seviyorum. Az öncekinden daha olgun bir hasta olarak, serumu askıya asıp yerime kuruluyorum ve gözümü serum ile kolumdan ayırmıyorum.
Acil faslım toplamda bir saat sürüyor. Doktor bana antibiyotik ve ağrı kesici yazmış. Hastanelerde hasta olarak da haberci olarak da uzun zamanlar geçirmiş biri olarak, ne ilaç yazdığını sormadığım için, bu kez kendi kendimi kınıyorum. Eczacıya reçetedeki tanıyı soruyorum, üst solunum yolu enfeksiyonu yazdığını söylüyor. Gereksiz antibiyotik alımı konusunda hazırladığım son haber ve vakanın sadece ‘alerji’ olması, Don Kişot ruhumu parlatıyor ve reçetedekileri almama rağmen, antibiyotiğe gerek olmadığına karar veriyorum.
Sen misin antibiyotiği almayan? Pazar şişlik artıyor. Ertesi sabah kalkınca sol gözüm nerede ise kapanmış ve üst göz kapağım, gözaltım ve elmacık kemiğim ise çok çok şiş. Hemen antibiyotik paketindeki ilaçtan birini içip, SGK ile anlaşmalı özel bir göz hastanesine koşturuyorum. Orası da epey kalabalık. Kimlik numaramı, sosyal güvenlik bilgilerimi, avuç içi izimi almayı ihmal etmeyen hastanede yollandığım ilk odada, sağlık görevlisi ve göz cihazı ile baş başa kaldığımda, gözümdeki şişliğin ölçüm için uygun olmayacağını söylüyorum.
Görevli, yüzüme ilk kez dikkatle bakınca, “Siz benimle gelin” deyip, beni doktorun odasına götürüyor. Kibar ve orta yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim doktora son dört günlük göz geçmişimi hızla sıralayıp, gösterdiği cihazın önüne oturuyorum. Toplam 5 dakikalık bir muayene ve aldığım ilaçları sorduktan sonra, gözümde arpacık olduğunu söyleyerek, evdeki antibiyotiğe ilave yazdığı göz damlası ve merhemi nasıl kullanacağımı da kısaca izah ettikten sonra, kapıda bekleyen diğer hastalara hizmet vermeye devam ediyor.
Arpacıkmış demek, olsun! Acilde alerji diye serum yediğime aldırmayıp, içime daha büyük korkular salan başka bir şey olmadığı için nerede ise havalara uçarak eve geliyorum ve gözüm ise her gün biraz daha iyileşiyor…
İlaçla ilgili farklı bir haber hazırlarken, başımdan geçen bu olayı yazmamın sebebi ise aslında başka. Kamuoyunda yeterince paylaşılmadı ancak Sağlık Bakanlığı'nın geçtiğimiz yılın son aylarında yayınladığı bir genelge ile 10 dakika olan hasta muayene süresi 5 dakikaya düşürüldü. Dünya Tabipler Birliği’nin belirlediği süre ise 20 dakika.
14 Mart Tıp Bayramı öncesi “Hastaya Yeterli Süre ve İyi Hekimlik” uygulamaları kapsamında bu genelgeyi gündeme taşıyan Türk Tabipleri Birliği (TTB) konunun önemini ısrarla vurguluyor. TTB’nin “5 Dakikada Muayene Olmaz” olarak özetlenebilecek açıklamasından bazı bölümleri paylaşmak, “Sağlıkta Dönüşüm”ün ikinci fazının başlayacağı önümüzdeki günler için de aydınlatıcı olabilir:
“… Bugün biz hekimler ister birinci basamak ister ikinci basamakta, ister kamuda ister özelde hekimlik yapıyor olalım, her geçen gün, daha fazla hastayı, daha kısa sürede, doğru düzgün anamnez almaya bile vakit bulamadan muayene ve tedavi etmeye zorlanıyoruz.
Buna karşılık politikacılar ‘Biz gerekli düzenlemeleri yaptık ama doktorlar hastalara ilgi göstermiyor, yeterli süre ayırmıyor’ diyorlar.
Gerçekte ise telefonla randevu sisteminde hastaya ayrılan süre on dakikayı bile bulmuyor. Randevusuz hastalar da eklenince hasta başına düşen toplam süre beş dakikaya kadar iniyor. Günde yüz, yüz elli hasta bakmaya zorlanan bir hekim hastaya ne kadar zaman ayırabilir ki?
Acil servislere başvuru sayısının nüfusundan fazla olduğu bir ülke haline gelen Türkiye'de hekimlerin aşırı iş yükü ve hasta değerlendirmede yeterli süre ayrılamaması hasta güvenliğini tehlikeye atan etkenlerin başında geliyor.” (AT/EKN)