Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (International Association of Art Critics) AICA Türkiye şubesinin gerçekleştirmiş olduğu "AICA Türkiye Konuşma Dizisi - 1980'den Günümüze Türkiye'de Görsel Sanatlar: Tanıklıklar ve Paylaşımlar" organizasyonu, 5 Ocak 2012'de son buldu. İçeriğinde 80'ler, 90'lar ve 2000'ler kategorilerinin şahitlerinin yorum ve anılarının bulunduğu konuşma dizisinin ben son gününe katılabildim ancak.
Ama bu köşede, bugün sizinle sadece sanat mecrasını değil, genel olarak yayın mecrasını ilgilendiren bir konuyu tartışmak istiyorum; o da basılı ve dijital yayıncılık ilişkisi. Çünkü özellikle, 8. panelde konu başlığı olan "Yayıncılık" bu konuda insanların kafasında bir miktar soru işaretlerini, ama daha da kötüsü özellikle dijital platform konusunda büyük boşlukları barındırdığını kanıtladı bizlere.
Moderatörlüğünü Seda Yörüker'in yaptığı ve katılımcı konuşmacıların Lara Fresko, Süreyya Evren, Merve Ünsal ve Nusret Polat'ın olduğu bu zengin kadro; belki de salonda yöneltilen bir soruda olduğu gibi "sanat yayıncılığından doğru düzgün hiç bahsetmediler". Bunun yerine yayıncılık dünyasında var olan katılımcıların geçen sürede nelere şahitlik ettikleri, sürece dair eleştirileri ve en önemlisi de dijital yayıncılık ile basılı yayıncılığın çekişmesi üzerinden tartışmayı yönlendirmeyi seçti Seda Yörüker.
Öncelikle, öyle ya da böyle sanat yayıncılığı dünyasında var olan bu beş önemli ismin, yüzde 60 oranda (3/5) dijital platformun yapısına karşı "üç maymun"u oynamanın seçilmiş olmasını benim aklımın almadığını belirtmek istiyorum. Üç maymun derken, dijital yayıncılığın bir şekilde içinde olan bütün bu kişilerin, kavramın kendisine karşı olan tutumlarını kastetmekteyim. Basılı yayıncılığın kural ve esaslarının, özellikle kullanılan teknikler ve imkanlara da doğrudan bağlı olduğunu düşündüğününden emin olduğum bu insanların, dijital yayıncılık konusunda hiçbir imkanı ya da teknolojiyi incelememeyi doğru olarak görüp bu konuda fikirlerini rahatça dile getirmelerine de inanamadım.
Peki neyden bahsediyorum? Bu karmaşık ve hedefsiz paragraf, aslında ne anlatıyor? Herhangi bir dijital öncülüğü yapamayan bir toplum olduğumuz için, önümüze sunulan hazır sistem ve araçları tanımlamakta, bunları anlamaya çalışmakta baskı yayıncılıktan gelen insanlar açısından büyük bir eksiklik görüyorum uzun zamandır. İnsanların, çalışmalarını internet ortamına taşırken önceliklerinin sadece "daha hızlı, daha kolay ve her yerder erişilebilirlik" üstüne kuruyor olması da, bunun en büyük kanıtı. Moderatör Seda Yörüker'in bile konuşmacılara sorusunu "eleştirilerin metinleri değişiyor mu?" diye sormayı seçip, "eleştirilerin şekli/şablonu/formatı/yöntemi değişiyor mu?" dememeyi seçmesi bile, yazılı basının sınırlandırmalarını dijital dünyada üstünde bile düşünmeden kabul etmiş bir zümreyi gösteriyor bizlere.
Basılı yayınlardaki sayfa ve yazı ilişkisi, bir sayfanın ve üstündeki mürekkebin yapabilecekleri ile belirlenir. Bir sayfaya bir anlam oluşturması hedeflenen sembollerden, yine anlam oluşturması beklenen bir dizi oluşturursunuz, ki bu da yazıdır. Altına dipnotlar eklersiniz, böylece derli toplu olur. Çünkü metnin içine başka türlü oturtma şansınız yoktur onları. Aynı şekilde bir kavramı betimlerken, kavramı doğrudan kaynağına işaret edemezsiniz, kağıdın kapasitesinde yoktur böyle şeyler. O nedenle dipnotları ve referansları kullanırsınız aslında.
Bir a4 kağıdın yazıyı taşıyışı ile bir gazete sayfasının tabloid olarak veriyi taşıyışı birbirinden farklıdır. Paragraflar değişir, metin/imaj ilişkisi yeniden tanımlanır. Basılı yayındaki bu farklılığı görebilen, göze bu kadar aşina olan bu kavramın dijital dünyada gözden geçirilmiyor oluşu da benim için büyük bir merak konusudur.
İnternet'in ilk adımlarında dipnota ve referans gösterimine getirdiği farklılık, bence geçen yıllara rağmen dikkate değerdir. Burada gördüğünüz gibi (http://bianet.org) , sayfanın içine yerleştirebileceğiniz dijital bir başka ulaşım adresiyle eğer ki bahsi geçen konu dijital olarak varoluyorsa, oraya birinci elden ulaşımı sağlayabilirsiniz.
Yazı işlem sistemlerimiz geliştiğinde, bunu bir ileri seviyeye daha taşıdık ve bu tür linkleri yazımızın içine gömmeye başladık. Böylelikle yazı alanımızı meşgul etmeden, insanlara veriye istediklerinde ulaşabilecekleri (istemezler ise de pas geçebilecekleri) bir seçenek sunulmuş oldu.
Yazı dedim değil mi? İnternetin bize sunmuş olduğu web, aslında sonsuz bir dünya gibi. Eğer ki siz eleştirinizi ya da yayınladığınız fikrinizi yazılı olarak aktarmak istemiyorsanız, bunu ses, görüntü ya da video gibi yöntemlere başvurarak yapabilirsiniz. Basılı yayıncılığın en büyük sınırlamalarından birisi olan ve sabit görüntüden ileriye geçemememiz gerçeği, dijital yayıncılığın üstünde koca bir lekedir aslında. Kısaca GIF denilen ve ilki 1987 yılında sunulan görüntülerle yoluna başlayan web üzerindeki hareketli görüntü zenginliği, bugün Youtube, Vimeo gibi birçok hizmet sayesinde yüksek çözünürlüklü çalışmalara kadar ilerledi. Bugün bu tür imkanları elinin tersiyle itmeye meraklı bir yayıncılık zümresinin olması ihtimali, beni ve ilerlemeyi bu tür platformlarda gören diğer insanları korkutan bir ihtimal açıkçası.
Gelelim bir diğer konuya, yani araçlara. Bahsi geçen o paneldeki konuşmacılardan Lara Fresko'nun tekrar tekrar kendi eseri olmadığını söylemesine rağmen Moderatör Seda Yörüker'in Facebook, Blogger, Myspace, Twitter, Pinterest, Tumblr, ya da daha onlarcası gibi, kullanıcıların kendilerini ifade etmelerini sağlayan araçlardan birisi olan Paper.li'yi sanki Lara Fresko'nun kendi eseriymiş gibi anlatmakta ısrar etmesini benim (ve birçok diğer dinleyicinin) aklım almadı. Moderatörlük mevkiisinde oturan bir insanın (ki aynı zamanda editörlük yapan bir birey) bu kadar araştırmadan yoksun bir şekilde gelip de insanlara bir kavramı yanlış tanıtması, düşünülemez.
Verdiğim örnekler, ve benzeri olan daha birçokları, kullanıcının kendisini web dünyasında nasıl tanımlamak istediğine göre araçlar sunan birer sistem sadece. Bu örneklerden zamanında lider olan, ama şimdi adı duyulmayanları da var; bundan 5 sene önce esamesi okunmayıp şu anda popülerlik yarışında üst sıraları zorlayanları da. Yani bu ortamlar, ne yayıncılığın artık gelmiş olan geleceği, ne de taşa yazılmış yapılar.
Bu nedenle işte dünyada birçok yerde yeni araştırmalar yapılıyor, yeni gelişimlerin peşinde koşuluyor. Bugün elimizdeki bilgisayarlar, tabletler, akıllı telefonlar üçgeninde bilgiye herşeyi dahil etmenin yöntemi çoktan bulundu. Bu sayfadaki QR koduna telefonunuzdaki uyumlu programla baktığınızda, sizi otomatik olarak bir web sitesine yönlendirebiliyor. Bulunan yeni sistemler sayesinde gözümüzün ekranda nereye baktığı tespit edilebiliyor, böylece bizim için odaklama işini hızlandıran sistemler yazılabiliyor. Eğer ki bulunduğunuz ortamda gürültü varsa, size video yerine metni göstermeyi tercih eden sistemler de var, bulunduğunuz ortamın ışık yoğunluğuna göre hangi içeriği kullanabileceğinizi öngörüp size gerekli olan versiyonu (video, resim ya da yazı) sunanlar da.
Her şeyin ötesinde, sürekli gelişim ve yenilik üzerinden ilerleyen yazılım mühendisliği ve düzenlenebilir bir dijital evrenin varlığı, sürekli yeni ve ilgi çekici arayüzleri, insan/makine iletişim sistemlerini getiriyor önümüze. Bugün Flipboard ile tabletinizde bütün gündemi size özel hazırlanmış bir arayüzde tecrübe edebiliyorsunuz, ki çok ana akım bir örneği paylaşıyorum sizinle. Sürekli gelişen, değişen bir sistemin parçalarından bahsediyorum aslında. Bundan 6 yıl önce, İtalya'da katıldığım bir fuarda 3D yazıcıları ve yapabildiklerini gördüğümde duyduğum heyecanla bu sene İstanbul Tasarım Bienali'nde daha da pratik hale getirilmiş bir versiyonunun insanlara çikolata yapabildiğini görmek, fiziksel dünyanın sınırlamalarında bile değişimin ne kadar hızlı olabileceğini gösteriyor bize.
Bir de bu fiziksel sınırlandırmaları kaldırırsanız, o zaman elinizde kurallarını tümüyle koyabileceğiniz bir evren, yani dijital evren geliyor. Belki çok geniş bir yelpazeyi taradım, ya da taramaya çalıştım, ama bu yine de yayıncılığın dijital dünyadaki yerinin GameTrailers gibi tümüyle video/podcast üzerinden yayın yapan hallerini, ya da Esuqire'ın arttırılmış gerçeklik (Augmented Reality) sayısını, veya GQ'nun istenirse özel iPad versiyonunu, istenirse basılı halin dijital kopyasını sunan yapısını unutmadım.
Bütün bu örneklemlerin ne kadar "gerekli" ya da "ulaşılabilir" olduğu konusunu burada tartışmak değil niyetim. Evet, Türkiye'deki internet kısıtlamaları ile bunların birçoğu bizim için hala hayal. Hızlarımız yetersiz, teknolojik imkanlarımız herkesin bu imkanlardan faydalanmasına engel olabilir.
Ama bugün, herhangi bir mecrada basılı ve dijital yayıncılık arasındaki (d)evrimin nasıl olduğu ve olacağı tartışması yapılacaksa, bu düzgün temellere dayanarak yapılmalı. İnsanların, bu konularda konuşmadan önce, masasında Star Wars oyuncakları bulunan asosyal kişiler gibi gösterilen yazılım mühendisleri ile iki laf etmeleri gerekli. Çünkü nasıl ilk ve orta öğretimde görülen fizik, kimya, matematik gibi konular bugünün yasa ve sınırlamalarını anlamamıza yardımcı oluyor, dijital dünyanın yasalarını biliyormuş gibi konulara balıklama atlamak da bizi bir o kadar rezil halde gösterir.
Acilen insanların öğrenmeye tekrar heves etmesi dileğiyle. (SK/HK)