Avrupa'da onyıllardır Nazi geçmişine geri dönme kabusunu hatırlatan aşırı sağ partilerin yükselişi, 2002 yılında Fransa'da büyük bir şok yaşatmış ve başkanlık seçimlerinde Jacques Chirac'ın karşısında ikinci tura devam edecek rakip merkez sağ bir partiden değil de aşırı sağ Front National'den çıkmıştı. Fransa'daki stratejik oy kullanma ve “basgeç” tarihi bu seçimle başlamıştır denilebilir. Tek turda yapılmayan seçimlerin ilk turunda, Jacques Chirac oyların yüzde 20'sini alırken karşısında Sosyalist Parti'den Lionel Jospin'in ikinci sırada olmasını ve ikinci turda karşılaşmasını bekliyordu. Kimsenin beklemediği bir sürprizle aşırı sağ Front National lideri Jean-Marie Le Pen, Jospin'den 200 bin oy fazla alarak seçimlerde ikinci tura kaldı ve Fransız halkı aşırı sağa karşı birlik oldu.
Fransa'da sistematik bir sorun yaşandığını, izlenen siyasette tüm partilerin eleştirmekten çekindiği ve dogma olarak kabul ettiği belli konular olduğunu ve uygulanan bazı yöntemlerin demokratik olmaktan öte toplum içindeki bazı kesimleri sürekli baskı altına almaya meyilli olduğunu dile getiren Le Pen'in karşısında Chirac ismi üzerinde birleşen bir ulusal hareket geçici bir süreliğine Front National'i durdurabilirdi.
Basgeç kampanyası başarıya ulaştı ve oylama sonucunda Le Pen ilk turda aldığı kadar oy alırken Chirac kalan oyların tamamını, müthiş bir seçime katılım oranıyla birlikte alarak başkanlığını bir dönem daha sürdürdü.
Jacques Chirac'ın ikinci başkanlık dönemi aynı zamanda Fransa içinde aşırı sağın yükselişinin de temellerini oluşturdu. Bu dönemde Le Pen siyasi söylemini toplumsal hoşnutsuzluk üzerine kurarak, Fransız halkının kendi ülkesinin asli unsuru olduğu halde ezildiği söylemiyle, her türlü demagojiyi kullanarak siyasetini sürdürdü.
Aradan geçen yıllarda “basgeç” kampanyaları Front National'in güçlenmeye başladığı belirli odak kentlerde ve noktalarda başarıya ulaşsa da 2002 yılından bu yana görülebilecek gerçeklerden biri de şudur ki Le Pen her ne kadar hümanist odaklı bir siyaset yapmasa da bu tavır yüzünden oy oranını seneler içinde artırdı ve bugün halkın üçte birinin “normal bir siyasi parti” olarak tanımladığı bir çizgiye erişti.
Aşırı sağ daha önce de kazanmıştı
1995 yılında üç kentte mutlak çoğunluk alarak belediye başkanlıkları kazanan Front National o tarihe dek yalnızca bir kasaba yönetiminde söz sahibi olmuştu. 1995'te ise Toulon, Marignane, ve Orange kentlerinde kazandığı başarı parti için kendisini kanıtlama fırsatı olarak doğmuş, ve bu tarihten itibaren de “daha önce denenmemiş bir parti” olarak seçimlerde daha ciddi bir alternatif olarak ön plana çıkmaya başlamıştı.
Hızlı bir şekilde Fransız toplumunda Avrupa Birliği karşıtı sesler için bir odak noktası olan parti, göçlerden etkilenen kültür yaşamı ve merkezi hükümetin para politikalarına dair radikal bir duruş sergileyerek kendi seçmeninin takdirini kazanmıştı.
Olanları Fransız kültürünün kozmopolitan dünyada var olmasının önünde bir engel olarak gören ve merkezi hükümetin bölgelerde söz sahibi olmasını destekleyen ülke çapındaki daha büyük bir kitle ise Front National'i istenmeyen parti ilan etme çabasındaydı.
Çağdaş bir yüz: Genç Le Pen
Sürekli değiştirilen seçim sistemleri dolayısıyla oy oranını artırmasına rağmen meclislerde sandalye sayısı azalan ya da tamamen tükenen Front National'in yaşlanmakta olan lideri Jean-Marie Le Pen için, 2002 seçimlerinde Chirac'a oy veren yüzde 82'lik kitle içindeki yüzde 71'lik kesimin yalnızca Le Pen seçilmesin diye oy verdiğini açıklaması, yeniliğe gitme yolunun açılması zorunluluğu demek olacaktı.
2011 yılında partinin başına babasından daha ılımlı bir yabancı düşmanlığı güden Marine Le Pen geldi. Genç Le Pen'in siyaset sahnesinde adını duyurması pek uzun sürmedi ve daha önce yalnızca diğer partiler tarafından dışlandıkça oy oranını artıran Front National, yeni liderlik eşliğinde daha geniş kitlelere ulaşmaya başladı. 2012 başkanlık seçimlerinde uzun süre anketlerde ikinci sırada yer alan Marine Le Pen, seçimlere daha aktif katılım kampanyaları başlatılmasına ve aşırı sağ haricinde herhangi bir partiye oy verilmesi çağrılarının sıklıkla tekrarlanmasına neden olmuştu.
2012 seçimlerinde de “oyver” kampanyası sayesinde aşırı sağ oyları yüzde 17 ile sınırlayan Fransa için esas büyük tehlike geçtiğimiz yıl ortaya çıkmış, Fransızların üçte biri Front National'i normal bir siyasi parti olarak gördüğünü ve yüzde 25'i de oy verebileceğini açıklamıştı.
Basgeç kampanyası işe yaradı mı?
Yerel seçimlerinin ikinci turunu Türkiye'de yerel seçim ile aynı haftasonu yaşayacak olan Fransa'da ilk turun sonuçlarına göre 36 bin belediyeden yalnızca 600'ünde seçime katılan Front National birçok bölgede kazanabilecek pozisyonlarda görünüyor. Özellikle göçün yoğun olduğu güney illeri Avignon, Perpignan, Beziers ve Frejus'da şu an birinci parti konumunda ve Marsilya'da da yakın bir ikinci parti pozisyonunda. Özellikle her zaman yüksek oranda sol partilerden adaylar seçmesiyle bilinen Henin-Beaumont'da yüzde 50'nin üzerinde oy alması diğer partiler için endişe kaynağı.
Birçok parti aşırı sağ adaylara karşı birlik çağrılarına katılırken, hafızalarda 2002 seçimlerinde Chirac'ın ardındaki basgeç kampanyaları canlanıyor. Bu kampanyanın ilk defa kullanıldığı 2002'den bu yana oy oranını neredeyse ikiye katlayan aşırı sağ, bir defa daha kullanılması halinde muhtemelen oy oranını artırmaya devam edecektir. Bu artışın ardındaki en büyük neden ise geleneksel siyasetten kendini bir türlü koparamayan ve yenilikçi (her ne kadar zararlı bile olabilecek olsa) fikirlerin tartışılmasını bile kabul etmeyen, toplumsal tabanında farklı Avrupa Bütünleşmesi modellerinin mümkün olabileceği tartışmasını başlatmayan diğer partilerin tutumu bulunuyor.
Bu kampanyaların yalnızca geçici çözümler olduğu ve asıl sorunun sistemin içinde ve hatta siyasi kültürde olduğunu göremeyen siyasiler bir defa daha fırsatçılıkla “en güçlü ikinci adaya” verilen desteği doğal olarak kendilerine verilmiş gibi sunarak başarı yürüyüşlerine çıkacaklardır. Fakat sorunların olduğu gibi bir kenarda durmasının yanında, belki de halen gerçek bir sorun olarak görmedikleri toplumda artan ırkçılığın önüne geçmek için de ellerinde tuttukları üst düzey pozisyonlarda herhangi bir girişimde bulunmuyorlar.
Pazar günü yapılacak seçimlerde Fransız seçmenler can havliyle gidip bu kentlerde en yakın ikinci adaya oy vereceklerdir, fakat Front National'in çıkışını sürdürmesini sağlayan da bu tavırdır. Karşısında birleşildikçe büyüyen bir aşırı sağı uzun vadede alt etmenin yegane yolu onun seçmen tabanıyla görüşmek, onları dinlemek ve var olan sorunlarına gerçekten yapıcı çözümler aramaktır. Şu an olduğu gibi toplumsal mirasa güvenerek, “Avrupa'da bir daha asla kimse Nazileri iktidara getirmez” diyerek toplum tabanında büyük bir kesimin siyaset sisteminden uzaklaşmasını sağlamak yakın bir gelecekte tamiri mümkün olmayan yeni toplumsal yaralar açabilir. Avrupa bütünleşmesi planlarında bir yenilemeye gidilmediği ve 1950'lerden kalma planlar sorgulanıp yöntemler üzerinde tartışma ortamı açılmadığı takdirde bu tartışmaya tümden karşı çıkan aşırı sağ da yükselişini sürdürür.
Sonuç olarak hem Türkiye'de hem Fransa'da (iki jakoben geleneğinden gelen ülkede) “oy ver” ve “basgeç” kampanyaları bir ya da iki seçim kurtarabilse bile, uzun vadede daha büyük sorunlara yol açarak dışlanan tabanın kitlesel olarak kemikleşmesine ve aynı zamanda bu kitleye yeni kişiler katılmasına neden oluyor. Türkiye gibi genç nüfusun yoğun olduğu ve her seçimde milyonlarca yeni seçmenin yarışa katıldığı bir ortama kıyasla daha yaşlı nüfusuyla şanssız olan Fransa için ise bu durumda yetki ve sorumluluk alanlarından dışlanan aşırı sağ partilerin tabanı daha acil bir sorun teşkil ediyor. Öte yandan iki turlu seçim uygulansa Türkiye'de seçim sonuçları ve siyasi atmosferin hali ne olurdu, hangi parti hangi durumda kimle ittifaka giderdi diye insan merak da etmiyor değil. (GÖ/HK)