Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, bir genelkurmay başkanı için uzun sayılabilecek bir sessizlikten sonra yine konuştu.
Son olarak Ergenekon soruşturması, ıslak imza tartışmalarıyla ilgili konuşan Başbuğ, generallerin ifade vermesiyle ilgili sessiz kalmıştı. Konuşmadığında yokluğunu anında fark ettiğimiz, eksikliğini anladığımız Başbuğ, tıpkı geçen sene Taraf gazetesinin Aktütün baskınıyla ilgili haberine ilişkin Balıkesir'de yaptığı basın toplantısındaki gibi, yine bizi "doğru yerde durmaya" davet etti.
Başbuğ, Trabzon'da Oruçreis Firkateyni'nde basın toplantısı düzenledi. Savaş firkateyni üzerinden bize seslendi, kısaca "hizaya gel" dedi.
Askerlikte hizaya gel komutu iki şekilde verilebilir: Tek kol aralığı, çift kol aralığı...
Başbuğ'un hangi kol aralığında bizi hizaya çağırdığını çıkaramadım. Gerçek şu ki, kaşları çatık bir general bizi şöyle ya da böyle yine hizaya çağırdı.
Cumhuriyet tarihi darbeler, ültimatomlar, OHAL uygulamarı, sıkıyönetim ve muhtıralarla dolu olan Türkiye yurttaşları da hizaya çağrılmak konusunda deneyim sahibidir diyebiliriz. Tartışmanın bu kısmına dair takdir, elbette kamuoyunda etkili kalemlere, STK temsilcilerine ve tabii ki siyasilerindir.
Buna karşın kaşları çatık generali anlamak da gerek. Askerdir, yılların alışkanlığıyla önüne gelen herkesi hizaya çağırabilir, ki zaten bizi sivil itaatsizliğe davet eden bir orgeneral çıkmayacağına göre, bunu pek de yadsımamak gerek. Normal yani. Asker bildiğimiz pozisyonunu koruyor ve görevini yapıyor. Bunu kısaca geçerek Başbuğ'un Trabzon konuşmasında öne çıkardığı ve pek sıradan bulduğum ama önemsediğim satır arasından öte açık bir mesajı irdelemek istiyorum.
Başbuğ Trabzon'u pek seviyor...
Başbuğ firkateyn üzerinde yaptığı konuşmada özellikle bir vurguda bulundu. Karadeniz Bölgesi'nin, Trabzon'un kendileri için ayrı bir önemi olduğunu ifade eden Başbuğ, ''Gerçekten bütün Karadeniz Bölgesi'ndeki insanlarımız, Trabzonlumuz merttir. Ülkesi için gerektiği zaman hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan bir bölgede bulunuyoruz. Karadeniz Bölgesi insanı, gerçekten zor şartlarda inatla kararla görev yapmaya, çalışmaya hazır bir topluluktur. Dolayısıyla ulusal konulara olan bu bölge insanımızın hassasiyeti ortadadır. Bu nedenlerle elbette bugün burada bulunmak, bizler için ayrı bir mutluluk ve gurur kaynağıdır...'' diye konuştu.
Başbuğ, önümüzdeki dönemlerde de fırsat buldukları zamanlarda diğer illere gitmeyi çok arzu ettiğini ifade ederek, ''Karadenizli olmak ayrıcalık. Bunun da altını çizeyim. Tabii ben de bu arada, bir sır demeyelim de bir noktayı sizinle paylaşayım. Ben de Karadeniz damadıyım. Bunu da bilin. Tabii Karadenizli olmak güzel bir şey. Güzel bir ayrıcalık ama ben de bir Karadenizli damadı olarak gurur duyuyorum. Bunu da sizinle, özellikle burada paylaşmak isterim'' dedi.
Konuşma bu. Şimdi burada ne var deyip durabilirsiniz.
Ama bakın neler var, birlikte görelim:
Seçim dönemlerinde siyasi liderler gittikleri her seçim bölgesinde, "sizi seviyoruz", "biz burada olmaktan gurur duyuyoruz", "bu bölgenin önemini biliyoruz", "sizinle olmaktan mutluluk duyuyoruz" gibi söylemlerde bulunup dururlar. Amaç gönül kazanmak ve oy kaygısı... Bunu derken şunu ima ettiklerini unuturlar: Türkiye'nin diğer bölgelerindeki insanları sevmiyor musunuz? Diğer bölgeler daha mı az önemde?
Haydi diyelim, bir siyasi lider İstanbul'da da, Ankara'da da, Diyarbakır'da da aynı söylemi tekrarlayabilir. Takdiri seçmene bırakır. Bu bir siyasi rant taktiği olarak yorumlanabilir.
Peki bir genelkurmay başkanının ülkenin bir bölgesini yüceltme, övme, hassasiyetleri öne çıkarma hakkı var mı? Şayet yapıyorsa biz bundan ne anlamalıyız? Ve biz biliriz ki, bu ülkenin hassas insanları tetik çekmeye hazırdır. Bunun canlı örneği Dolapdere'deki üç silahşörler...
Ve can alıcı soru bu: Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, kapatılan DTP'nin güçlü olduğu Kürt illerinin birinde, misal Diyarbakır'da aynı içerikte bir konuşma yapabilir mi?
Yapabilir, ne var bunda diyebilirsiniz. Elbette kendini her türlü duygudan arındırıp, gerçek ve kişisel fikirlerini bir tarafa bırakıp, böyle bir yola başvurabilir.
Ancak, Türkiye'nin her karış toprağında hak sahibi olduğunu düşünen ve her insanı için kaygılar besleyen sivil yurttaşların, konuşmanın içeriğiyle günümüzde yaşanan süreci kıyasladığında çıkaracağı sonuç pek de samimi ve iç açıcı olmayacağı aşikar.
Lafın özü bu, bölücü olmak için "bölücüyüm", bölücülüğe karşı çıkmak için de "bölücü değilim demek" yetmiyor.
Orgeneral Başbuğ, "bölücü değilim" diyenlerden.
Takdir sizin...(FA/EÜ)