Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Taraf gazetesinin 20 Ocak'tan beri ayrıntılarını yayınladığı "Balyoz" adı verilen darbe planı iddialarıyla ilgili konuşurken "Ordunun da bir sabrı var" dedi.
Sabır taşarsa...
Bundan sonra akla gelen ilk soru, elbette, "Peki bu sabır taşarsa ne olacak?"
Konuşmasına, bunun "bir basın brifingi, toplantısı olmadığını", "sohbet edelim diye düşündüklerini" -kürsüden sohbet nasıl oluyorsa- söyleyerek başlayan Başbuğ, dün (25 Ocak) ordunun aklının darbede olmadığını da söyledi. Bu durumda, sabır taştığında ne yapmayı planlıyor acaba? Selefi Yaşar Büyükanıt'ınki gibi bir e-muhtıra yayınlamayı mı, sokaklardan tank geçirmek mi, yeni psikolojik harekatlar mı? Ya da "sabrı taşıranların" hatalarını anlaması için küsüp darılmak mı?
Tabii, başka yollar da var: İstifa etmek, yargıya başvurmak gibi. Hoş, yargıya başvurulacak bir durum varsa, bunun için "sabrın taşmasını" beklememek gerek, hak arama yolları herkes için açık olmalı, öyle değil mi?
Hoca'nın heybesi
Bu "sabır" vurgusunun gündelik bir tartışmanın kızgınlığıyla söylenmediği çok açık. Sonuçta elinde silah olanların başındaki kişi konuşuyor.
İşin doğrusu, bu "sabır" sözü, heybeyi kaybeden Nasreddin Hoca'nın köylülere "Bulamazsanız, ben yapacağımı bilirim" deyişinden epey farklı. Haberleri gündeme getiren gazetecilere açık bir tehdit. En azından, benzeri haberlerin gündeme getirilmemesi için bir "önalıcı gözdağı" olduğu söylenebilir. Her fırsatta "demokrasi" ve "hukukun üstünlüğü" diyen Başbuğ biraz da "ifade özgürlüğü", "basın özgürlüğü" kavramlarıyla ilgilense keşke.
Kara Kuvvetleri neyi araştırıyor?
Başbuğ, iddialarla ilgili Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın inceleme yaptığını da söyledi; ardından "İnceleme yapmak, kabul etmek demek değildir" diye ekleyerek.
Konuşmasında önemli bir ayrıntı daha var. Öğrendik ki, ordu beş yıl önceki belgelerini imha ediyormuş.
Peki o zaman, 2002-2003 tarihli olduğu iddia edilen bu darbe planlarıyla ilgili, neyi araştırıyorlar? Ya da, Başbuğ bu incelemenin sonucunu bize şimdiden bildirme nezaketini mi gösteriyor? Zira, konuşmada "bilgi sızması" soruşturmasına ayırdığı süre, esasa ayırdığı süreden çok daha uzundu.
Sabır kimin sabrı?
Akla bir soru daha geliyor. Başbuğ'un "ordunun sabrı" dediği sabır, aslında kimin/kimlerin sabrı? Organizasyon teorisinde "kurumsal sabır" diye bir kavram mı var? Emir-komutayla işleyen bir sistemde, bu sabır, komuta edebileceği yeterince silahlı kuvvete sahip "karar -emir- vericilerin" sabrı olmasın? Daha ne kadar korkmalıyız?
Başbuğ'a öneriler
Ordunun sürekli "hedefte" olduğu, "yıpratılmaya çalışıldığı" söyleniyor. Buna fırsat vermemenin en temel yolu, kendini yıpratmamak, bu işlerden uzak durmak. Başbuğ, dün, gazetecilere gözdağı vermek yerine, iddialarla ilgili sivil savcıların soruşturma yapması için ellerinden geleni yaptıklarını söylese, çok daha inandırıcı olacaktı.
Başbuğ, "Hata yapanlar olabilir, barındırmayız" diyor. Darbe planı, darbe girişimi "mesleki hata"dan sayılmaz, dolayısıyla yargılanması da "idari mesele" olmamalı.
Genelkurmay Başkanı, ordunun yıpratılmaması için, "devlete düşen görevler olduğunu", Başbakan ve Cumhurbaşkanı'na da bunları söylediğini dile getirdi. Oysa, siyasete düşen, askeriyenin sivil gözetimini, özellikle mali konularda sağlamak, askeri yargıyı ortadan kaldırmak, Genelkurmay'ı Savunma Bakanlığı'na bağlamak, vicdani reddi anayasal hak olarak güvenceye kavuşturmak.
Her fırsatta "Başka ordulara benzemez" denen, saldırı için "Allah Allah" dedirtilen, "Türk" ve Müslüman" ordunun "yıpratılması"ndan ne kast ediliyor acaba? Ordunun siyaset ve ekonomi üzerindeki nüfuzunun risk altında olması mı?
Akla, eski medya patronu Dinç Bilgin'in 90'lar için söylediği sözler geliyor: "O dönemde herkes başkasının işini yapmaya başlamıştı, gazeteler hükümetleri kurup indiriyor, askerler nasıl gazete çıkarılacağını tarif ediyor -gerçi hâlâ ediyorlar ama-, yargı kendisini yasamanın yerine koyuyor."
"Demokrasiye meyletmiş general" imajının cilası, Başbuğ'un siyasete ve gazetecilere müdahale ettiği her konuşmasıyla biraz daha kazınıyor. Yıpranıyor yani... (TK)