Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ dört askerin Tunceli'de PKK'yle çatışmada ölümünü sorgulayan gazetecilere "hain" derken, bir yanda da ölmenin askerlerin "görevleri arasında" olduğunu savundu; "Görevlerinin yerine getirilmesinde gerekirse şehit olmak da vardır" dedi.
Başbuğ'un kızdığı, gazetecilerin çatışmalara ilişkin istihbarat olduğunu aktarması, buna karşına neden askerlerin korunmadığı, gerekli takviye gücün neden zamanında yetiştirilemediği sorularını sormasıydı.
Bunu açıklarken, Türkiye Barış Meclisi sözcüsü Hakan Tahmaz'ın deyişiyle, askerin zaaflarını da dile getirdi; hava şartları nedeniyle askeri helikopterlerin bölgeye ulaştırılamadığını duyurdu.
Kimse ölümün görev kabul edilmesini beklemesin
Gazeteciler çatışmanın dinamikleriyle ilgili soru sormakta ve araştırmakta haklılar. Ama gözden kaçan bir şey daha var. Kimse halktan ve gazetecilerden, ölümün görev kabul edilmesini beklemesin.
Bu ister birtakım görev tanımlarında, yönergelerde, "emredici kağıtlarda" yazsın, ister tarihin büyük figürlerinin özlü sözlerinde kahramanlık emirleri olarak yer alsın, kabul edilemez.
Aslolan yaşamdır çünkü.
Bu yüzden gazetecilerin ölümlerin arkasında yatan güncel nedenlerin yanı sıra, ölümlerin neden var olduğunu, nasıl olmayabileceğini, çatışmanın çözüm olanaklarını da gündeme getirmesi gerek. Barış gazeteciliği teknikleri bu işe yarıyor.
Gazetecilerin militarizmle mücadele etmesi, militarist dilin hegemonyasını da sorgulaması gerekiyor. Vergilerimizin neden bunca silaha harcandığından vicdani ret hakkının neden hâlâ tanınmadığından, askeri operasyonların neden devam ettirildiğinden, Kürt sorununun çözümü için ilk adım olan silahların susmasını sağlamanın hangi yollardan geçtiğinden başlamak gerekiyor.
Bu soruların asıl muhatabını da anımsatalım: Üniformasız olanlar, yani hükümet. (TK)