Başbakan Recep Tayyip Erdoğan geçen sene Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle gittiği Uşak'ta hitap ettiği halkla çok büyük bir derdini paylaşmıştı. Türkiye'nin yaşlanmakta olan nüfusu karşısında duyduğu üzüntüyü kadınlardan en az üç çocuk yaparak gidermelerini istemişti.
Erdoğan'ın bu talebi pek çok kimseyi kızdırmıştı, hatırlarsanız. İnsanlar genel olarak hâlihazırdaki çocuklarına bakacak ekonomik koşullar sağlanmadığı halde ayrıca bir üç çocuk talebi karşısında şaşkına düşmüştü. Erdoğan ise insanların ne düşündüğüne aldırmadan bu talebini katıldığı bir nikâh töreninde yineledi. Ne de olsa derdi büyük, Türkiye yaşlanıyor.
Erdoğan'ın kadınların doğurması gereken çocuk sayısı konusunda fikir belirtmesi kadın bedeni üzerinde devlet eliyle kurulan baskının açık bir örneği aslında. Beden üzerinde devlet eliyle tahakküm kurulması yeni bir şey değil, elbette. Foucault'nun muazzam çalışmaları sayesinde insanları uysal hale getirmek için beden üzerinden kurulan mekanizmaların mantıklarını hiç değiştirmeden nasıl farklı şekillere büründüğünü biliyoruz. Önceden gözler önünde gerçekleşen kanlı ceza sahnelerinin zamanla yerini insanların gözetlendiği hapishanelere bıraktığını tespit etmişti Foucault. Foucault'nun çalışmaları, totaliter rejimlerin istedikleri vatandaş tipini yaratmak için beden politikalarını nasıl işlettiğini anlamamızı sağladı. Çok sınırlı bir okumayla bile kamu sağlığı politikalarının, nüfus politikalarının ve hatta insanların giymesi gereken giysilere ilişkin yönetmeliklerin hep bir elden bedeni oyun hamuruna çevirdiğini görmek mümkün.
Bedeni kontrol etmek
Bu karmaşık mekanizmanın nasıl işlediğini kavramak için çok da uzağa gitmeye gerek yok. İnkılâp tarihi kitaplarımızı açınca bu sistemin nasıl devreye alındığına ilişkin - bu isim altında olmasa da- örnekler bulmak işten değil. "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" önermesinden tutalım kılık kıyafet inkılâbına kadar pek çok örnekte bedenin devlet için ne denli önemli olduğunu, bedeni kontrol etmek için nelerin yapıldığını görebiliriz. Günümüzde ise beden üzerindeki kontrolün zayıflıktan, güzelliğe birçok farklı söylemle devam ettirildiğini en basitinden medyayı, kozmetik sektörünü ve estetik cerrahi piyasasını izleyerek anlayabiliriz.
Evet, beden üzerinde çok büyük oyunlar oynanan bir alan, ama bu oyunların bir niteliği de aslında biraz sinsice yürütülmeleri. Örneğin kamusal alanda bedenlerin nasıl kapatılacağı belirlenirken "modern bir görüntüye kavuşmak" gibi bir amaç ortaya atıldığında devletin tek tip vatandaş yaratma çabasının üstü kapanıverir. Nazi Almanya'sında olduğu gibi"sağlıklı bir yaşam sürmek" amacı ön plana çıkarıldığında, aslında Alman nüfusunu artırmaya elverişli bir ortamın yaratılmaya çalışıldığı gerçeği gölgede kalır. Güzelleşmenin mutluluk vereceği söylemini yarattığınızda insanların güzelleşmesi için işleyen kozmetik sektörünün veya estetik cerrahinin çarklarını döndürecek parayı aradığınız unutulur. Bakımlı olduktan sonra her kadın güzeldir diyerek kadınları dış görünüşlerine yatırım yapmaya teşvik ettiğinizde, kadınların bedenlerinin eksik, değiştirilmesi gereken bedenler olduğu söylemini yeniden ürettiğiniz gözden kaçar, vb.
Bu mekanizmaların çok başarılı işlemesinin sebebi yukarıda da değindiğim gibi asıl amaçların saklanarak, her şey birey içinmiş gibi bir izlenimin yaratılmasıdır. Başbakan da acaba, aleni bir şekilde "Üç çocuk yapın, yaşlanıyoruz, ekonomi dönmeyecek" derken ataerkil ideolojinin sözcülüğünü yapmak gibi başka bir amaca hizmet ediyor olabilir mi? Acaba üç çocuğa bakma sorumluluğu sadece kadının üstüne binince, kadınların cefakâr, vefakâr, fedakâr anne rollerini sürdüreceklerini, böylece ataerkil yapımızın zarar görmeyeceğini gözetiyor mu? Aslında, kadın bedeni konusunda kafa yoran tek devletli Başbakan değil. Sevda Demirel sperm bankasından hamile kaldığını açıklayınca Sağlık Bakanlığının onayıyla (!) Türk soyunu bozdu mesela. Soyu korumanın derdinde olan Sağlık Bakanlığı, bekâr bir kadının babası belli olmayan bir çocuğu doğurarak aile kurumunu tehdit etmesi yüzünden de kaygı duyuyor mu? Böyle bir endişeleri varsa, Başbakanımız da Sağlık Bakanlığı da çekinmesin söylesin.
Sorun gerçekten çok vahim. Devlet eliyle bedene ve özellikle kadın bedenine dokunulduğu yetmiyormuş gibi, yorumların ne kadar haklı olduğunu kanıtlamak ve insanları da buna inandırmak için gerekçeler sunuluyor. Sorun ekonomiyse, ekonomiyi kadınların bedenleri değil siyasetçiler kurtarsın, bir zahmet.
Başbakan ve Sağlık Bakanlığı duydukları kaygıları açık yüreklilikle paylaştı bizimle, ama üzgünüm, en azından benim her ikisi için de yapacak bir şeyim yok. Zira benim kaygım daha büyük, bu kadar ataerkil ve bu kadar milliyetçi bir zihniyetle ne yapılır bilemiyorum. Acaba ben de "Ellerinizi ve gözlerinizi çekin kadınların bedeninden" diyerek bir sıkıntımı paylaşsam, beni duyan olur mu? Bunu ciddi, inanarak ve bilimsel söylüyorum. (HB/EÜ)