Evet, sanırım burada bir "terörist" hedef bulunduğunu söyleyebilirsiniz; korku dolu sokaklar Hizbullah'ın karargâhı, daha doğrusu öyleydi. Hizbullah'ın propaganda televizyonu El Manar'ın binası sokakta pestile dönmüş durumda yatıyor; yayınına molozların altındaki sığınağından devam ediyor. Peki burada yaşayan on binlerce insan ne durumda?
Beyrut, hayalet kent
Bodrum katlarında saklananların dışında kalan çok az sayıda insan feryatlar içinde sokaklarda koşuyor; bunlar silahlı adamlar değil, yanlarında çığlıklar atan çocuklar olan kadınlar, bavullarını taşıyan aileler, bir an önce yıkıntıya dönüşmüş binalardan uzaklaşmaya çalışıyorlar, bina bloklarının hepsi parçalara ayrılmış, yollar paramparça olmuş balkonlar ve kopmuş elektrik telleriyle kaplı.
Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah dün gece televizyondan Lübnanlılara seslenerek "Direnişe katılmak zorunda değilsiniz" dedi, "Direniş cephede sürüyor, Lübnanlılarsa arka saflarda".
Bu tabii ki doğru değil. Lübnanlılar da neredeyse tamamı sivil olan 140 ölü ile ön saflarda yer alıyor.
İsrail tarafında ise, 15'i sivil 24 ölü var. Bu durumda bu kirli savaşta karşılıklı ölüm oranı şu anda yaklaşık bir İsrailli için beş Lübnanlı.
O kadar çok sayıda Lübnanlı Beyrut'tan Lübnan'ın kuzeyindeki Trablus'a, doğudaki Bekaa vadisine ya da Suriye'ye kaçtı ki bir buçuk milyon kişinin yaşadığı Beyrut bir hayalet şehre dönüştü, geride kalanlar bu ülkenin en sonunda 15 sene süren sivil savaşın gölgelerinden sıyrıldığına inanan kişilere özgü bir umutsuzluk içinde evlerinde oturuyorlar.
"Başka sürprizlerimiz var" diyen Nasrallah'tı, ama Lübnanlılar İsraillilerin de kendileri için başka sürprizleri olduğundan korkuyor.
Sivil "terörist hedef"ler
Bunlardan birini Cumartesi günü şafak vakti denize bakan balkonumdan izledim, Amerikan yapımı bir Apache helikopterinin denizin üzerinde üç tur attıktan sonra ateşlediği, kuyruğundan çıkan duman nedeniyle çok net bir şekilde görülebilen bir füze kahverengi bir bulut içinde Beyrut'un Corniche'deki yepyeni deniz fenerine isabet etti.
Peki bu neydi? Sanırım söz konusu olan yine bir "terörist" hedefti. Bekaa vadisindeki bombalanan benzin istasyonları gibi. Ya da İsrailliler tarafından sınırdaki köylerini terk etmeye zorlandıktan sonra cumartesi günü gerçekleştirilen bir hava saldırısında yine İsrailliler tarafından yok edilen 20 sivilden oluşan konvoy gibi.
Bir önceki gece Hizbullah füzeleri, Hayfa'yı vurup 10 İsrailliyi öldürdü, ardından füzeler ormanları ateşe vererek işgal altındaki Suriye Golan Tepeleri'ne düştü ve İsrail'deki Akra şehrini vurdu.
Adres Şam olmalı
Suriyeliler, İsrail kendilerine saldırırsa "sınır tanımadan" karşılık verecekleri uyarısında bulundu (İsrailliler, asılsız bir şekilde Suriye birliklerinin İranlılarla birlikte Lübnan'da bulunduğunu ve Hizbullah'a savaşta yardım ettiğini iddia ediyordu), ayrıca G8 zirvesinden çıkan anlamsız sonuç da hayal kırıklığı yarattı.
"Esas Nedenlerden Sorumlu Bakan" rolünü iyice benimsemişe benzeyen Tony Blair Hizbullah'ın ilk saldırısının arkasında Suriye ve İran'ın olduğuna inanıyor. Bu konuda haklı. Ancak Batı'nın bu kirli savaşı durdurmak için gitmesi gereken yer Şam.
Kesinlikle hiç bir gücü olmayan Lübnan Başbakanı Fuad Siniora bunu yapamaz. İsrail Çarşamba günü iki İsrail askerinin kaçırılmasından Lübnan hükümetini sorumlu tutarken (anlamsız olduğu kadar da yanlış bir iddia) Siniora göz yaşları içinde televizyona çıkıp Birleşmiş Milletler'den "felaketler tarafından ezilmiş ulusu" adına, ateşkes ilan edilmesi için girişimlerde bulunmasını istedi.
Bu gözyaşları Lübnanlıları etkiledi, ama herhalde Başkan Bush'u pek etkilememiştir. Siniora dürüst ve iyi bir adam, Lübnan'daki politika ortamı onu kirletmemiş ama 1940'taki Churchill gibi de değil. Dün Lübnanlı bir kadın bana anlamlı bir soru sordu: "Başbakanımız ağlıyor, ülkemizin sivil halkının ne yapmasını bekliyorlar?"
"Son savaş"
Peki Lübnan'ın diğer sözde politik liderleri nerede? İsrail'in şu anda yerle bir etmekte olduğu Lübnan'ı yeniden inşa etmiş olan ve bir suikasta kurban giden eski başbakan Refık Hariri'nin oğlu Saad Hariri Kuveyt'te ne yapıyor?
Kuveytlilerle ülkesinin başına gelen musibetler hakkında sohbet mi ediyor? Kuveyt ordusunun Lübnan'ı savunmaya gelmesi çok uzak bir olasılık. St. Petersburg'daki G8 zirvesine özel jetiyle giden oğul Hariri neden Başkan Bush'dan demokratik olarak seçilmiş hükümeti ve geçen sene gerçekleştirdikleri "devrim" için övgüler yağdırdığı halkı korumasını istemiyor?
Yoksa İsrail Lübnan'ı yerle bir ederken demokrasiden söz edilemiyor mu? Yanıt şöyle: Hayır, edilemiyor.
BM Güvenlik Konseyi'nin 1559 sayılı kararı Suriye'nin Lübnan'dan çekilmesini öngörüyordu ve bu gerçekleştirildi, ancak karar aynı zamanda Hizbullah'ın silahsızlandırılmasını da öngörüyordu ki bu hiçbir şekilde yerine getirilmedi.
Pek çok kişi Amerikalılar ve Fransızlar tarafından hazırlanan 1559 sayılı kararın asıl hedefinin Lübnan'ı zayıf düşürmek ve böylece İsrail ile barış yapmaya yönlendirmek olduğundan şüpheleniyor.
Sanırım artık durum değişti. Hala korkakça Suriye'nin izinden giden Lübnan Devlet Başkanı Emile Lahoud (kendisi ne de olsa Suriye'nin adamı) dün "Lübnan'ın asla teslim olmayacağını" söylüyordu. Lahoud'u Churchill olarak düşünmek akıl almaz geliyor.
Bu sırada Nasrallah da İsraillilere "Kurallara göre oynamak istemiyorsanız siz bilirsiniz. Biz de aynısını yapabiliriz" dedi. Bu biraz dayanaksız görünen tehdit belli ki Ehud Olmert'in benzer şekilde dayanaksız görünen, Hayfa'ya yönelik füze saldırısının "geniş kapsamlı sonuçları olacağı" tehdidine karşılık olarak dile getirilmişti.
Nasrallah televizyonda "Hizbullah'ın başlangıçtaki niyetinin kayıpları askerlerle sınırlı tutmak olduğunu" açıkladı; bu İsrail'e bir şey ifade etmeyebilir ama Hizbullah'ın Çarşamba günkü sınır ötesi saldırısına öfke duyan ancak İsrail'in verdiği acımasız karşılıkla Hizbullah'a duydukları öfke dinen pek çok Lübnanlı için aynı şey söz konusu değil.
Nasrallah "bu Umma için son savaşımız" dedi, Umma derken Arapların ana vatanını kastediyordu. Ne yazık ki, Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'na karşı Arabistanlı Lawrence'ın yanında savaşmaya karar veren Arap liderleri de aynı şeyi söylemişlerdi.
Hep bir "son savaş" var.(RF/DO/EÜ)
* Robert Fisk'in Dilek Oktay'ın çevirdiği yazısını Açık Radyo'nun web sitesi nden aldık.